Ayrılık insana neden acı verir?
Kadın da adam da mutsuzdur. Hayatları adeta felç olmuş gibidir, eli ayağı tutmaz, ayrılık zor gelir. Aralarında konuşacak tek bir kelime kalmamış, ağızlarını her açtıklarında hakaretler, küfürler havada uçmaktadır. Olur olmadık her şeyde birbirlerine kızarlar, küserler.
Aynı evin içinde saatlerce birbirlerinin yüzüne bakmadan oturur, tek kelime bile etmezler. Ama göz ucuyla birbirini süzmekten de geri durmazlar. Acaba diğeri ne yapıyor diye, merak ederler. İçlerinden biri tek kelime etse ortamdaki gerginlik azalacakken, aralarındaki güç ve iktidar kaygısı buna izin vermez. Ne de olsa geçmişte hep biri alttan alıp diğeri üste çıkmıştır. Ya da biri sürekli alttan alıp hep reddedilmiştir.
Biri bir koltukta televizyon izlerken, diğeri elinde cep telefonunu karıştırır ve birbirlerine içten içe tüm öfkelerini biriktirir. Ne izlediklerinden, ne okuduklarından ne de oynadıkları telefondan bir şey anlamazlar.
Ayrılık… İyi de bunca yıldan sonra, birbirine girmiş, karışmış hayatların neresini ayırmalı?
Bunca yıldır “biz” olma durumunu neresinden bölersiniz?
“Biz”i neresinden bölerseniz bölün, bir parçası birinde, diğer parçası ötekinde kalır. Tıpkı bölünmüş, parçalanmış bir haritaya döner hayatınız.
Kitaplar, eşyalar, aksesuarlar, cd’ler. Paylaşılacaklar listesi. Varsayalım kitabınızı aldınız. Ötekinin defterinizin arasına koyduğu “seni seviyorum” notunu ne yapacaksınız? Ya da en sevdiğiniz Karaindrou “By the sea” müziğini dinlerken göğsünüze yasladığınız onun başını.
Peki, evden kim gidecek? Kim kalacak? Ondan kalan eşyalarla birlikte evde kim yaşayacak? Ya her zaman saçlarını kuruladığı mavi balık desenli havluyu ne yapacaksınız? Çok zor görünüyor değil mi?
Freud’un dediği doğruysa ve insan aşkta annesiyle yaşadığı simbiyotik ilişkiyi arıyorsa, yaşamın ilk aylarındaki güvenlik duygusunun, koşulsuz sevginin, bir bütün olma halinin doruklarıysa aşk, ayrılık da bu durumun bir yanılsama olduğunun, annenin çekip gitmesi, belki de ölmesi demek olduğunun farkına varılması demektir.
Annenizle ilişkiniz ne kadar sorunlu olursa olsun, onunla yaptığınız haftada bir günlük konuşma size rahatsızlık da verse, kaybı koskocaman bir boşluk yaratır. Hem de bir daha asla kapanmayacak koca bir boşluk. Eşin ya da sevgilinin gidişi de böyle bir boşluk yaratır, dehşete kapılırsınız eğer geçmişinizde sorunlu bir anne çocuk ilişkisi yaşadıysanız.
Hele de sizi bir türlü bırakmayan, büyümenizden endişelenen, onu bırakmanıza izin vermeyen, evliliğinizi ya da birlikteliğinizi ajite eden bir anneniz varsa. En küçük evden uzaklaşma denemenizde (arkadaşınızda kalmak, kısa bir tatile çıkmak vs dahil) sizi suçlu hissettiren ve hep yanlış bir şeyler yaptığınız duygusu veren bir anne. İşte geçmişinizde böyle bir anne çocuk ilişkisi varsa sevgilinizden ayrılma düşüncesi zihninizde netlik kazandığında korkunç bir suçluluk duygusu, dehşet ve kaygı kaplar içinizi. Bir olma, biz olma duygusunu kaybetmemek için her şeyi göze alabilir duruma gelirsiniz. Ya da kendinizi kandırıp bitmiş ilişkinizi çaresizce son bir fırsat diyerek kurtarmaya çalışırsınız. Elbette yeniden denemenin ilk günleri tıpkı ilişkinizin ilk zamanlarında olduğu gibi mükemmel ve uyum içinde geçer. Ne kadar da doğru yapmışsınızdır. Ya da çivi çiviyi söker misali daha ayrılmadan bir başkasını buluverirsiniz ayrılığın getireceği acıyı hafifletmek için.
Ne yaparsak yapalım kendimizi kandırmış oluruz. Yaşanması gerekenleri ertelemekten başka hiçbir şeye yaramaz bu yaptıklarınız. Ne bitmiş bir ilişki yeniden başlayabilir ne de can havliyle sarıldığınız bir başkası derdinize derman olabilir.
Çözümün tek kaynağı sizsiniz. Çözüm kendi içinize bakmakta. Çözüm, yalnızlığı da diğer hayat evreleri gibi kabul etmekte. Çözüm, toplumsal değer yargılarından -ah ah, vah vah ayrıldınız mı? Tüh çok üzüldüm? Niye başaramadınız?- kendinizi sıyırıp bir ilişkiyi yürütmeyi zorunluymuş, bir başarıymış gibi algılamaktan vazgeçmekte. Bir insan mutlu olmak için biriyle birlikte oluyorsa, ayrılığı da mutsuz olmamak için ister. Tıpkı Attila İlhan’ın dizelerindeki gibi, “Ayrılık da sevdaya dahil, çünkü…”
Nermin Sarıbaş