Turgut Özakman’ın Kurtuluş Savaşı dönemini anlatan “Şu Çılgın Türkler” isimli kitabı, raflarda ilk kez yerini aldığında, öncelikle adıyla akıllara kazınmış, sonrasında okuyan her birey, Türk olmanın haklı gururunu bir kez daha kalbinde hissetmişti. Taksim Gezi Parkı olaylarında, tüm düşünceleri, ideolojileri bir kenara bırakıp, sadece meydanlarda ellerinde bayraklarla yürüyen kalabalığa baktığınızda, sizin de içinizden “Şu çılgın Türkler” demek gelmiyor mu?
Ciddi bir süreçten geçiyoruz. Bu süreç, neredeyse 15 milyon insanın yaşadığı kozmopolit bir şehirde, bir parkın betonlaşmasını engellemek için yapılan oturma eylemiyle başladı ve kitlesel bir hareket halini aldı; üstelik tamamen sivil bir hareket…
Alışveriş merkezi mi yapılacak, Topçu Kışlası mı olacak tartışmaları yapılırken, hükümet de, muhalefet de, medya da payına düşen eleştirileri aldı…
Çok iyi hatırlıyorum. Üniversite yıllarındayken, seneler önce, İstanbul’a yeni şehir hatları vapurları tasarlanırken, İstanbulluların fikri sorulmuş, çeşitli noktalara anket formları yerleştirilerek, beğendiğimiz modele oy vermemiz istenmişti. Sonrasında da işaretlediğim vapurun yapılacağını duymak, beni çok heyecanlandırmıştı… Yaşadığım, doğup büyüdüğüm şehirde, ‘Benim fikrim alınıyor’ duygusu oluşmuştu üzerimde…
Birçok konuda “referanduma gidelim” çağrısı yapılabiliyorken, Taksim gibi dünyaya açılan bir meydan projesinin tanıtımı biraz yetersiz kalmamış mıydı? Web siteleri üzerinden, sosyal ağlardan, belediye iletişim noktalarından pekâlâ, bu proje İstanbullunun beğenisine, onayına, bilgisine sunulabilirdi; alternatifleriyle birlikte hem de… Bize kazandıracağı şeyler açık ve net ifade edilebilirdi… Ya da projeye gerçekten güveniliyorsa, tüm detaylarıyla tanıtımı ve bilgilendirmesi yapılabilirdi… Oturma eylemi ile başlayan bu hareketin bu noktaya geleceğini kimse tahmin etmemişti, değil mi?
Bu sadece bir Gezi Parkı meselesi değil, sadece ağaçların kesilmesi veya Taksim’in yayalaştırılması da değil… Bir noktada, halkın sesini duyurmak istemesi… Üniversite yıllarında öğrendiğimiz ‘Suskunluk Sarmalı’ bir nev’i… Ama bu kez sarmal olarak kalmadı; suskunluk, sese dönüştü.
Bilmeyenler için belirtelim: Suskunluk Sarmalı, bir kişinin ya da grubun savunduğu fikrin, mensubu olduğu toplumun ‘genel-geçer’ kabul ettiği görüşlerine uygun olmaması halinde, bu kişinin toplumdan dışlanma korkusu nedeniyle kendini kısıtlaması veya fikrini söylemekten vazgeçmesidir. Aynı kişi fikrinin (veya kendi fikrine yakın görüşlerin) toplum nezdinde yaygınlaşmaya başladığını sezmesi durumunda, bu kez fikrini yüksek sesle söylemeye başlamasıdır. Sonrasında da sarmal kendiliğinden meydana gelir.
Oturma eyleminin başlangıç noktası, budur aslında.
Çılgın Proje, alkol satışındaki kısıtlama tasarıları, Ankara metrosunda yolcuların kamuya açık alanda öpüşmeleri konusunda ikazlar, İstanbul siluetini bozan binaların tartışması, 3. Köprü projesinin geçeceği alan ve köprünün ismi, AKM’nin yıkılacak olması gibi her kesimin desteklemediği fikir ve önerilere de tepkiydi belki bu eylem… Kimileri, halkın yaşam alanına müdahale ediliyor gerekçesiyle yürüdü, kimileri de çevre bilincinin önemini yaymak istedi… Kimisi, şehrin belirli sembolleri, aslına uygun kalmalı, dedi…
Aslında neticede sorun, parktan ağaçların kesilmesi değildi. Gezi Parkı, sadece harekete geçiren nokta atışıydı.
Akıllarda kalan ve belki de uzun bir süre de konuşmaya devam edilecek olan bir diğer nokta da “Penguen Belgeseli” oldu. Olayların sıcak olarak yaşandığı dakikalarda, penguenlerle ilgili belgeselin verilmesi, ama aynı zamanda medyanın kendilerine yapılan protestoyu yayınlaması, kafalarda medyanın hem kendisiyle, hem de haber özgürlüğü ile çeliştiği düşüncesini THE construction-jobs.info S OFFER HEALTH, FITNESS AND NUTRITIONAL INFORMATION DESIGNED FOR EDUCATIONAL PURPOSES ONLY. uyandırdı.
Doğru bilgilendirme olmadığı için de, sosyal medya, adeta ülkedeki 4.kuvvet haline geldi bir anda. Twitter ve Facebook üzerinden yayılan mesajlar ile topluluklar binlerce kişiye dönüştü. Üstelik bu topluluğun çoğunluğunu, daha önce kaleme aldığım Y kuşağı, yani 90 gençliği oluşturmuştu.
Daha önce neler mi demiştik Y kuşağı hakkında? Sıralayalım hemen:
-Çok kanallı TV ile büyümüş, internete hemen adapte olmuş: Gezi olaylarında, internetle büyüdüklerini ve çoğaldıklarını (hepimize zararı olan provakatif eylemcileri hariç tutuyorum) kanıtlamış oldular.
-Uzun süreli sadakat göstermeyen ve kolay kolay tatmin olmayan bir yapıda: Önce kendi bildiklerini duyurmak istemeleri, bundan. Ne anlatırsanız anlatın, hemen tatmin olmuyorlar.
-Kendilerini ispat etmek isteyen: Söyledikleriyle, yaptıklarıyla “biz de varız” ın altını çizdiler. Farklı söylemler, sloganlar, lakaplar, espriler geliştirdiler. Polisin yanlış tutumuna karşı direndiler.
-Kendini ve tercihlerini rahatlıkla ortaya koyabilen: İnternet ve sosyal medya sayesinde düşüncelerini ortaya koydular, haklı da olsalar, haksız da, bunu ortaya koyarken çekinmediler…
Bu detay, Gezi Olayları açısından önemli. Çünkü ortada çok farklı gelen bir kuşak var. Başkaldıran, savunan, itiraz eden, soran… Böyle olunca da hükümetin, muhalefetin ve medyanın, bu kitlesel hareketin başlangıcını teşkil eden 90 kuşağını göz ardı etmemesi gerekir.
Ülkemizdeki sosyal medya kullanıcı sayısı, 35 milyonu aşmış durumda. Ancak doğru ve yerinde kullanılmadığı zaman, ne yazık ki provokatörler aktif olduğu sürece, bu platformlar “halkı galeyanı getiren” bir güce de sahip… Bu yüzden internet ve sosyal medya, asılsız söylenti ve haberlere, yalana, nefret-öfke söylemlerine oldukça açık. Medya, görevini yeterince yapmadığında, bir ülkede, devreye sosyal medya giriyor ise bu durum, sonrasında tehlikeli bir hal alabilir.
Gezi ile birlikte istersek, bir anda, hemen oracıkta, kitlelere dönüşebileceğimizi gördük; tek yürek olabileceğimizi anladık, bu gücümüzü birçok değerimiz için de pekâlâ kullanmak mümkün. Türk, Kürt, Laz, liberal, Alevi, solcu, muhafazakâr, sosyalist, genç, yaşlı, Galatasaraylı, Fenerbahçeli, Beşiktaşlı… Tüm bu kesim sahadaydı, mücadele etti, sesini duyurmak istedi, paylaştı, öğrendi, öğretti… Diğer tarafta, hızlı karar alıp uygulamak isteyen siyasetin de, bu yoğun tepki karşısında, yapılacak uygulamaları tekrar gözden geçirmeleri, en azından suskunluk sarmalını dikkate almak olgunluğunda olmaları gerekmez miydi?
Şehri şehir yapan bizleriz… İstanbul’u bugün bu hale getiren, getirilmesine izin veren yine bizler… Hepimizin sevdası Türkiye ve onun değerleri… Ancak yapılacak olanlar, bu şehri sevenlere anlatılmış olsaydı keşke… İnanmadığı, savunmadığı, istemediği yapılarla bir şehirde yaşıyor olmak, kişiyi, o şehirden uzaklaştırıp, yabancılaşma duygusuna da itebiliyor çünkü.
Ne şekilde olursa olsun, harekete geçme ihtiyacı, devlet ya da otoriteler tarafından görmezden gelinmemeli, iyi analiz edilmeli. Bunlardan ders alınabilirse şayet, Türk demokrasisinin güçlenmesinde önemli bir aşama olacağı da görmezden gelinmemeli.
Çünkü etki, tepkiyi doğurur…
Çünkü halk, benzer ikinci bir olayda daha kuvvetli olur.
Çünkü Türkler, “çılgın”dır….