Yaşam bir oldum hali değildir. Tam da oluş halidir. Bu yüzden insan bu oluş halini aktif eylemle düzenlemekle yükümlüdür. Çünkü sürece dahil olmak gereklidir. Neden derseniz? Oluş dinamik bir alandır. Kişi tam da bu noktada Tanrılar Okulu’nun öğrencisi olmalıdır. Aslında okul dediğimiz yer belli programlara göre eğitimlerin verildiği kurumdur. Ancak öğrenciler genellikle yaşamla okulu bağdaştıramadıklarını söyler dururlar. Peki neden böyledir? Kanımca yaşamı belirli formatlara, belli sürelere sığdırmak her zaman mümkün olmuyor. İşte Tanrılar Okulu da böyle bir yer. Düşlere sığan ama yaşama sığmayan bir yer.
Düşlemek
Çünkü düş bağımsız, özgür ama yaşam bağlantısal. Dolayısıyla insanlar düşlerini sınırladıkları ve nasıl düşleyeceklerini bilmedikleri için özgür değiller. Ve bu bireylerin birebirleriyle diğer canlılarla ve cansızlarla bağlantısallığını da sınırlayan bir şey. Bu yüzden daima kırılma noktaları yaşanıyor. Tıpkı Tanrılar Okulu’nun yaratıcısı Stefano D’Anna yaşamındaki gibi. Kardeşinin kitabıyla ilgili oluşturduğu problemler kişisel olarak örnek verilebilir. İşte kişinin özgür alanı olan düş bağlantısallıkla kurulan yaşam tarafından çoğu zaman sınırlanıyor. Çünkü yaşam dediğimiz kavram canlıların canlılarla ve cansızlarla bağlantısallığı ölçüsünde gelişiyor. Bu yüzden Stefano D’Anna bize her insanın okurken kendiyle kalacağı bir alanda Tanrılar Okulu’nda düşlemeyi öğretiyor. Belki bu düşünme alanı normalde bir okulun yapamadığını yapmaya çalışıyor. Adeta kişi düşlemeyi planlıyor kitap boyunca. Yani aslında bu düşünme alanı kişinin tanrısallığını hatırlayacağı bir alan. Bu hatırlayış kişinin zihniyle çalışmasına olanak sağlar. Çünkü insan zihni çoğu zaman olumsuzlukla dolu ve yeterli bir düşünme alanı kalmıyor. Stefano D’Anna işte insana girdiği düşleme alanıyla kendini değiştirmeyi adım adım keşfettiriyor. Ve diyebiliriz ki kendiyle çalışan insan sonrasında özgürleşir. Özgür zihin yaşamsal bağlantıların oluşturduğu sorunlara da çözüm üretmede ustalaşır.
Tanrılar Okulu Ne Anlatıyor?
“Dünya, senin onu düşlediğin gibidir; o bir aynadır. Dışarıda kendi dünyanı bulursun, yarattığın, düşlediğin dünyayı. Dışarıda kendini bul! Git ve kim olduğunu gör… Diğerlerinin, senin içinde taşıdığın yalanın, uzlaşmanın, cehaletinin yansıyan görüntüleri olduğunu keşfedeceksin… Değiş ki dünya değişsin.”
Tamda bu noktada Tanrılar Okulu hatırlamayı öğretiyor. Eğer insan düşlemeyi hatırlar ve öğrenirse kendi dünyasını yeniden yaratır. Ve Yaşamın bağlantısal oluşunun yarattığı kırılmaları tedavi etmeyi her seferinde yeniden öğrenir. Çünkü kitapta aslında bunun yolları defalarca hatırlatılıyor. Eğer biz yaşamı oluşturan bağlantılarımızı iyileştirmek istiyorsak önce kendimizi iyileştirmeyi denemeliyiz.
“Değiş ki dünya değişsin.”
“Bir kişinin gücü, kendine sahip olmasında ve aynı zamanda kendisine teslim olmasında yatar.”
Birdenbire sesi değişti ve sert bir buyruk halini aldı.
“Benimle beraberken kâğıt ve kalemin yanında olacak!” dedi.
“Bunu sakın unutma!”
Başımın üzerinde ölümcül bir tehlike asılıymış gibi hissettim. Sesinin güçlü bir tıslama haline geldiğini işittiğimde, tüm duyularım katıldı: “Artık yazmak zorunda kalacaksın. Kâğıt ve kalem kurtuluşun olacaktır,” dedi. “Sözlerimi yaz, çünkü onları anımsamanın tek yolu budur… Yaz! Bu, varlığının etrafa saçılmış parçalarını bir araya getirebileceğin tek yoldur.”
Hadi Bir Kâğıt Kalem Alalım!
Kitabın yukarıdaki alıntısında kitabın her yerinde konuşan bir akıl hocası olan Dreamer’ ın tavsiyelerine kulak veriyoruz. ”Kâğıt ve kalem kurtuluşun olacaktır.” Kitabın hemen her yerinde Dreamer kişinin kendini gözlemlemesinden bahsetmektedir. Başta belirtiğimiz gibi kişi düşünme alanına geçip kendinde yukardan bakmayı başardığında tüm duyuları onun kendini gözlemlemesinde kullanılacaktır. Bu gözlemler sonrasında bizlerin yapması gereken ise kitapta belirtildiği gibi yazmak olacaktır. Hadi o zaman bir kâğıt kalem alıp kitabı okumaya geçelim ve Dreamer’in konuştuğu tüm satırlarda anlatılan düşü tasarlayalım. İşte o zaman insan önce gözlemlemeyi öğrenir. Sonra düşlemeye geçtiğinde bunu planlamak için kâğıt kalem kullanacaktır. Aslında gerçekten belki de tek kurtuluş yolu bu olacaktır. Çünkü yaşama ait bağlantılarımızı iyileştirmenin yolunu ararken kurduğumuz her düşünce bir yenisini doğuracaktır. Ve biz aslında onları not edip gerçeğe dönüştürebiliriz. Biz yazdıkça yenisi de gelir elbette. En azından başlangıçta bizi düşünmeye iten her ne varsa biz yazmaya başladığımızda beraberinde yazıyı getirir. Yazı da bizi zamandan bağımsız olarak düşünme alanına geçtiğimiz her an sonsuz düşe taşıyacaktır. Tam da bu noktada Dreamer’a kulak verelim yeniden “Düşünce yaratıcıdır, düşünce yaratır.”
Stefano D’Anna “Zamandan Bağımsız Liderlik, Bütünlük ve Kurumsal Uzun Ömürlülük” üzerine pek çok seminer düzenledi. Kitabının konu olduğu seminerlerde pek çok kurumsal lidere ilham kaynağı olmuştur. İtalyanca, İngilizce, Almanca olmak üzere çalışmalarıyla ilgili yüzlerce bilimsel makalesi yayınlandı. Yazar en gelişmiş liderlik projesi olan Future Leaders for The World programına kendisini adamıştır. Yazarın bu kitabı değişik yayınevlerinden baskıya girmiştir. Elimizdeki basım 2010 yılında Sinedie yayınevinden ilk baskısını yapmıştır. Kitap 474 sayfa ve 10 bölümden oluşmaktadır.
Biz Martı Kitap Kulübü olarak, Yasemin Sungur hocamızın liderliğinde 10 haftalık bir programla her hafta önce seçtiğimiz bölümleri kendi kendimize okuyor, online buluşmada derinlemesine sohbet ediyor, okumanın ötesinde bu kitabı çalışıyoruz. Çünkü kitap her defasında okuyucuya yeni kapılar açmak için katmanlarıyla hayatımıza sızıyor. Ve kitaptaki akıl hocası Dreamer aslında hepimizin kendinde keşfetmesi gereken bir yönü temsil ediyor. Yani belirtildiği gibi kendini gözlemlemeye başlayan insan bir süre sonra düşlerini de planlamayı öğrenecektir.