Sakın Ha Nefret Etmeyin

Bu aralar vakit buldukça bir dönem TRT’de yayınlanan 7 Güzel Adam adlı dizinin tekrarlarını izliyorum. Dün izlediğim bölümde bir Alevi dedesi sohbet esnasında farklı görüşlü insanlar tarafından vuruldu. Farklı görüşe tahammülsüzlüğün altında ne büyük cehalet olduğunu görünce daha çok üzülüyor insan. Neden sağ ve sol diye ayrılır ki dostlar, arkadaşlar, akrabalar hatta kardeşler? Birleştiğinde şahane bir dünya olabilecekken, ayırarak nereye varmak istemiş acaba kışkırtan?  İnsanı yıpratan uzun bir hikâye bu.  Bu işin içinde kimler var, nasıl bir düşünce var sorusunun çengeli sonsuza kadar asılı kalacak dünyada belki de. Ömrümüz yeter mi cevabı vermeye bilinmez. Bugün hala birileri Müslüman, dinsiz, siyah, şortlu, başörtülü, onu savunuyor, buna yanaşıyor diye tartaklanıyor. Birileri diğerlerinden farklı düşünüyor, farklı yaşıyor diye zulme uğruyor. Kendisine benzemeyene bağırıyor birileri, ağzında köpük, elinin altında klavye ile nefretini, öfkesini ‘yorum’luyor.   

Sakın Ha Nefret Etmeyin

Diziyi izlerken anlıyorum, dünya hala aynı dertlerle alevleniyor. Sadece insanlar ve hadiseler biraz farklı gelişiyor. Alevi dedesi ölüm döşeğinde, etrafında onu dinleyen insanlara son vedasını da aşkla yaptı. “Elinize, belinize, dilinize sahip olun. Sakın ha, nefret etmeyin” diyerek verdi son nefesini. O sahnenin içinde Hz. Ali’nin “Bin kere zulme uğrasan da bir kere zalim olma” sözünün manasını derinden anlıyorum.  Aşk dolu kelimelerle, dualarla veda etmek herkese nasip olmuyor.

cahit-zarifoglu-soz

Zulüm yükseliyor dünyanın bir yerinde, insanların çığlığı duyulmuyor. Duyabilen bir şey yapamıyor, o sesi duyurmaya çalışmaktan başka. Dua edip, dünyanın kalbine şifa dilemekten başka bir çare bulamıyorum. Yüreğimin ortasında bir sızı, benimle birlikte her yere geliyor.

Son dönemde yaşadığımız birçok hadise, hepimizi derinden etkiliyor. Her hikâye bir deprem gibi, iç dünyamızı sallıyor. Sallandıkça nefret boşalıyor, kin, öfke, anlayışsızlık…  Değerlerimizi, hoşgörümüzü, sevgimizi, anlayışımızı arıyoruz göçük altında. 

cemal-sureya-foto

İnsanlar ve hadiseler bir vesile, sanki hayat iç dünyamızın röntgenini çekiyor ve bize sonucu bildiriyor. Uyarılar yapıyor. Daha önce bir fısıltıyla anlatmaya çalıştığı her şeyi, bağırıyor hadiselerle. Gözümüze, gönlümüze sokuyor iç dünyamızdan yansıttıklarımızı. O hikayelerin içindeki anlamı, kendimizi bulmamızı istiyor gibi.

Haber başlıklarının altındaki yorumlar, insanların birbirlerine tahammülsüzlüğü, bir fotoğrafın içine hapsettiği anlar, yaşayamadan tükettiği zamanlar, dinlemeden, anlamadan yargıladığı yaşamlar… Zulmediyoruz, hep birlikte, neden zulmettiğimizi bilmeden.

cemal-sureya

Geçmişten bugüne dek en büyük sorunumuz olmuş neden kavga ettiğimizi bilmeden kavga etmek. Tarih hep bir tekerrürden ibaret. Tam sarılamamışız manaya. Anlayamamışız bir başkasından ziyade kendimizi. Kendimize, kalbimize, iç dünyamıza bir kulak kesilsek orada sev ve hoş gör diye tavaf eden nice sesleri duyabileceğiz. Savaşmak zor sanmışız ve savaşla gurur duymuşuz. Oysa en kolayı en zor olanmış, bilmeden olmazlara soyunmuşuz. Sevilmiyorken sevmek zor, anlaşılmıyorken anlatmak zor, zulüm varken, zalim olmadan yaşamak zor. Tüm bu zorlukların içinde Peygamber Efendimizin Tebük seferinden dönerken söylediği o söz çok büyük bir anlam taşıyor: “Küçük cihattan büyük cihada gidiyoruz.”

edip-cansever-siir

“Şimdi nefs ile mücadele zamanı” diyen peygamber efendimizi anlamak zor; aslında anlamak kolay da mücadele etmesi zor.  İhtiraslardan uzak durmak zor. Çünkü içimizde bizi hoş görmeye, sevmeye, ne olursa olsun aşk için sabır eğirmeye, son nefesi bile aşkla vermeye,  acıya sessiz kalmaya engelleyen bir nefsimiz var. O nefsle barış imzalamadığımız sürece, insanla barışamayacağız. Farklılıkları, altındaki nedenleri, insanı dinlemediğimiz sadece anlatmak için çabaladığımız bu dünyada, aynı tekrarları farklı insanlar ve hadiselerle yaşayacağız.

ozdemir-asaf

Sürekli kılık değiştirip vuracak bir anı şakağının ortasından insan, yüreğini değiştirmediği sürece. Zulüm görse de, son nefesinde bile “nefret etmeyin, sakın ha!” diyerek insanlığı uyaran tüm velileri can kulağı ile dinlememiz gerek.  

Şu sıralar diziyi izliyor olmak bana ilaç gibi geldi. Hem bir dönemi anlıyorum hem de yazarların ve şairlerin sayesinde, en zor anda bile aşka sığınmayı hatırlıyorum. 

erdem-beyazit-foto

Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Cemal Süreya, Nazım Hikmet, Necip Fazıl ve daha birçok şair gibi, zorun, zulmün içindeyken bile şiire sevgi şırıngalayıp yüreklere  enjekte etmeliyiz. O şiirleri ruhumuza işlemeli ve zulmün olduğu yere gönlümüzde şiirle gitmeliyiz. Daha çok okumalı, en güzel hikayelerin içinde çadır kurmalı, kalbimizi orada dinlendirmeliyiz. Aklımızı hikayelerle, şiirlerle korumalı, çıkış yollarını orada aramalıyız. Çanak çömlek patlasa da hayatta, aşka davet etmeliyiz genci, yaşlısı tüm insanlığı, tek bir sevgisiz kalmayana dek. Sakın ha, nefrete bulaşmamalıyız.

erdem-beyazit-siir

“Güzel bakmak sevaptır” diyerek bakabilir miyiz aynı fikirde, aynı renkte olmadığımız herkese. Bütün insanlar bize benzeseydi dünya sıkıcı bir yer olmaz mıydı? İyi ki farklı düşünen dostlarım var. İyi ki, başka renkleri de tanıyabiliyorum. Günlerce Mahsuni Şerif’ten dinlediği Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli türküsünün içindeki sözlerin anlamına sarılıyorum;

Biz acıyı bal ederiz,

Hakkımızı helal ederiz

Cahil bize dinsiz demiş,

Sevgidir dinimiz bizim.

Şeytan yaklaşamaz bize,

İkiliği taşlarız biz.

siirden

Her gün bir sayfa açılıyor okumamız için. 

Hadiseler, filmler, diziler, şarkılar, şiirler bize bir şeyler anlatıyor ve konu bizimle ilgili.

Aşkla okuyacağımız, aşkla söyleyeceğimiz, aşkla dinleyeceğimiz ve tek vücut olacağımız nice yarınlara…

Şarkılar, türküler, şiirler, hikayeler, resimler yoldaşımız olsun.

Savaşa hayır demek istiyorsak, umuda kök salıp, barışa yeşerelim bir orman gibi kardeşçesine, bir ağaç gibi tek ve hür.  

Sevilay Acar

 

Önceki İçerikSarsıntısıyla Güçlendiren Bir Hikâye: Kabuk
Sonraki İçerikContemporary Ceramic – 9 Eylül 2017 – D’art Galeri
Sevilay Acar
Öğrenim Üyesi / Okur- Yazar. En büyük deneyimim çocukluğumda oynadığım oyunlar ve kurduğum hayaller oldu. Her ne yapıyor olursam olayım, iki etken her zaman yolumu belirler: hayaller ve dualar. Çocuk merakı ve heyecanıyla öğrenmeye çalışıyor, okuyor, yazıyorum. Babalardan Babalara adlı bir röportaj kitabım var. Babaların ayak izlerinden oluşan ve hikayeleriyle iç dünyaya yolculuk yaptıran bir kitap olduğunu düşünüyorum. Yolculuğu seviyorum çünkü her şeyin yolda şekillendiğine inanıyorum. Bu yolda en çok da öğrenciyim; kapsayan, içine alan, öğrendikçe çoğalan ve var olan. Karşılaştıklarımı, hissettiklerimi, öğrendiklerimi yazarak paylaşmaya çalışıyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz