‘Aman canım madem kocasından şiddet görüyor ayrılıversin,’, ‘Nasıl olsa koca evi rahat. Ekmek elden, su gölden yaşıyor. Rahatı için iki fiskeye katlanıyor işte. Hiç savunamam,’ ‘Bir iş bul hemen kendi hayatını kur, katlanma bu adama.’ ‘Kızım kocandır, sever de döver de’ ‘Kadınlık yapmayı bilmiyorsun, biraz suyuna gitsen gör bak nasıl yumuşayacak, iyi huylu bir adam olacak.’
Hangi kadın hastaneden eczaneye gittiği yolda iç çamaşırı olmadan yürümek ister? Geceyi duraktan durağa dolaşarak gündüze bağlamak? Veya hiç tanımadığı insanlara işi olmadığı halde lavman yapmak? Hangi kadın üstünde gazete kâğıdı örtülü fotoğrafıyla üçüncü sayfa haberi olmak ister? Elbette hiçbiri. Hepsi korkar, ama içlerinden biri yaşamaya delicesine cesaret eder: Ülker. Nam-ı diğer Ülker Abla.
‘Ben: Ülker: Diriyim. Şimdilik.’
‘Ne sığınabilecek bir geçmişim, ne yürüyebileceğim bir gelecek var. Ben burada, sığındığım yerde mahsur kaldım: Şimdide.’
Seray Şahiner, daha yirmili yaşlarının başında ilk öykü kitabı ‘Gelin Başı’ ile edebiyat ve tiyatro dünyasına etkili bir giriş yapmıştı. İkinci öykü kitabı ‘Hanımların Dikkatine’ ile edebiyat otoritelerinin de dikkatini çekerek 2012 Yunus Nadi Ödülü’ne layık görüldü. 2017 de yayımlanan Kul romanı ile hem tiyatro dünyasına yeni bir oyun kazandırmış oldu hem de 2018 yılında Orhan Kemal roman Ödülü’nü aldı. Şahiner, roman ve öykülerinde, genelde toplumun alt ve orta sınıfındaki kadın hikayelerine yer vermektedir. Son romanının baş kahramanı Ülker’de yine aynı tabakadan hatta muhtemelen diğer hikayelerdeki karakterlerle aynı mahalleden biri gibidir. Neredeyse nefes aldıkça kocasından şiddet gören Ülker, baba evinde de benzer şiddeti görerek kocaya kaçmıştır. Oğlunun varlığı bir nebze koca dayağının önüne geçmiş olsa da askere gidişi her şeyin yeniden başlamasına neden olmuştur. Ve bir gün Ülker kapıyı çeker çıkar. Hani bir çözüm bulsun bu kadınlar katlanmasın denilen noktada içindeki korku ve deli cesaretiyle sokaktadır artık. Nerdeyse hiç parasız ve yedek kıyafetsiz, gidecek hiçbir yeri olmadan sokaktadır. ‘Sağlam kadınsın bir iş bul çalış katlanma denilen,’ üstten akılların salık verdiği derecede fiziksel sağlığı yerinde, aklı antidepresanlar ölçüsünde rengarenktir. Dayak yedikçe gittiği hatta bazen de yattığı hastane artık yeni evidir Ülker’in. Hastanenin sunduğu temel ihtiyaçların yancısı, kimsesiz hastaların zoraki refakatçisidir. Hastanedekilerin Ülker Abla’sıdır. Çünkü onun için bir güvenlik mesafesidir ‘abla’lık. Tek amacı vardır Ülker’in. Yaşamak.
‘ Ölümü göze almakta ne var? Yaşamayı göze alın da görelim.’
‘Hani diyorlar ya rüyamda bunun bir rüya olduğunu biliyordum diye. Kabustayım ama bunun hayatım olduğunu biliyorum,’
Uyanıkken bir kâbusu yaşasa da televizyonsuz odalarda günlerce gönül eylemeye çalışıp bunalsa da, an gelip karşı düğün salonuna biraz ferahlamak için gider oynar Ülker. Tıpkı Kul’daki Mercan’ın dışarıya çıkıp kendisine bir bira ısmarlaması gibi, yaşamının bir parçasıdır tanımadığı düğünler onun için.
‘Dayanmanın yarısı delirmek.’
Hastaneden ve sürekli alışveriş yaptığı eczaneden eşantiyon antidepresanlar ve hastalardan artan narkozlu serumlarla kendini yatıştırmaya çalışsa da zaman zaman yaşadığı öfke patlamaları olmadık işler başına getirse de kendi deyimiyle ‘evsiz’ değildir Ülker, ‘şehir’lidir. Ta ki, geceye kadar. Gecenin tekinsizliğinde tek bir korkusu vardır erkekler tarafından köşeye sıkıştırılmamak. Ama bu korkusuna yoldaş cesareti ve pratik zekâsı vardır. Sürekli başına gelen her şey için yeni bir çözüm üretir Ülker. Sokaktaki geceleri de güvenle bu şekilde atlatır.
Elbet koruyanı kollayanı oluyor Ülker’in. Serap Hemşire; Ülker’in arada yaşadığı sinir krizlerinde hastaneden atılmasından sonra, bir süre sonra tekrar alınmasında rol oynayan önemli bir karakter. Adeta çıkarsız hesapsız bir kız kardeş eli. Hastanede rastladığı eski komşusu Hanife ve onun komşuları ise iyiliklerinin kibrinde boğuyorlar Ülker’i.
Nice potansiyel üçüncü sayfa haberi olmaya aday kadın şu anda evlerinde güvensiz tekinsiz bir hayat sürüyorlar. Ölümü göze alarak yaşamak ne derece ağır ne derece ıstırap onlar için.
Hiçbir kadın; akşam perdesi kapanan sıcacık evini, kumandalı televizyonunu, içinde çamaşırı ile rahatça dolaşacağı banyosunu bırakıp, kendini sokağa atarak bir hastaneyi evi yapmayı göze almak istemez. Onun için, yaşamayı göze alan tüm kadınları ‘İstanbul Sözleşmesi Yaşatır.’
Yeşim Didem Pektok