Zamanın İzinde, okuyucuyu ötekinin hikayesiyle buluşturuyor.
Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan Zamanın İzinde, geçmişin izleri ile geleceğin düşleri arasında mekik dokuyan bir çalışma. Enis Rıza’nın seçtiği ve uzun bir yüzyıldan parçalar yansıtan fotoğraflara Ercan Kesal kendi hayatından esinlerle yazdığı metinlerle, sıradan insanların hayallerini toplumun aynasına yerleştiriyor. *
İlk kitabı Peri Gazozu’nu okuduğumdan beri Ercan Kesal’ın her kitabını heyecanla bekler, çıkar çıkmaz da alır oldum. Zamanın İzinde’yi Antalya’da arayıp bulamamıştım. Bir hafta sonra gittiğim İstanbul’da, kitabı almanın yanında bir de imzalatma fırsatını görünce ziyadesiyle mutlu olmuştum. Tüm koşuşturmamıza rağmen imzaya yetişemedim. Ben heyecanla nasıl koşturduğumu kitapçıdaki sorumluya bir solukta anlatırken yaşadığım hayal kırıklığını hissetmiş olmalı ki “Ercan Bey, çok yakında bir kafede arkadaşlarıyla oturacaktı, belki yakalarım, isterseniz arayayım” diye sordu. Elbette ki çok sevindim. “Buyursun gelsin” demiş. Cevabın olumsuz olacağını düşünmemiştim zaten. Peri Gazozu, Nasipse Adayız, Cin Aynası‘nda okuduklarım beni Zamanın İzinde’nin peşine düşürdüyse, yazdıklarını keyifle okuduğum yazarın da bu karşılaşmaya sevineceğini biliyordum. Büyük bir samimiyetle karşıladı. Kitabımı imzalattım. Mutlu mesut yanından ayrıldım.
Fotoğraflardan hayatımıza akan yaşamlar
Öncelikle belirtmeliyim ki her bir fotoğrafa yazılan metinleri burnumun direği sızlayarak, kimini gözlerimden akan yaşı engelleyemeden, her bir satırının hakkını vererek okudum. Çünkü yazılırken de her bir satırına o emeğin verildiğini çok güçlü olarak hissettim. Ercan Kesal’ın, fotoğraflar üzerinden anlattığı hikayelerin kahramanlarını da düşünerek, her satırını ayrı bir özenle ve hassasiyetle yazdığı çok belliydi.
Bir fotoğrafa birçok kişi bakar ve herkes kendi hikayesini yazar. Ercan Kesal da öyle yapmış; insandan yana, ezilenden yana, yaşamı kutsayan, adaletli, vicdanlı… Kitabı bitirdiğimde kendisinin 100 yıllık geçmişi ötekilerin tarihi üzerinden yazmayı tercih ettiğinizi gördüm. Zaman 1970’lerin sonuna geldiğinde, seçtiği fotoğraflar ilk kez gördüğüm fotoğraflar değildi. Ancak Kesal’ın kaleminden dökülen kelimelerle başka türlü bakmış oldum tüm fotoğraflara. Üzerinde yaşadığımız bu topraklarda son 100 yılda gelmiş geçmiş, hala yaşayan akrabalarımızın, komşularımızın, hemşerilerimizin hikayelerine, içim yeniden yanarak.
“Cenaze Sahibi” en etkilendiğim fotoğraflardan biri oldu.
“Benim İzmirim”i ben alıp “Benim İstanbul’um” yaptım. Noktasına virgülüne dokunmadan İstanbul’a çevirdim kendim için: “İlk gençliğim, ilk sevdam, ilk ayrılığım. “
“Kabuğunu kaldırmaktan kendimizi alamadığımız eski bir yara gibidir ömrümüz, iyileştikçe sızlayan ve iz bırakan.”
Bu cümleyi okuduğumda, ne çok kanattığımı fark ettim.
189. sayfaya geldiğimde ne çok ölmüşüz dedim. Canım sıkıldı. Zamanın İzinde’yi imzalatmak konusundaki ısrarcı davranışım “dün burda üç abiyi asmışlar” başlıklı metni okuyunca daha bir netleşti zihnimde. Yazarın sözünü ettiği “birbirine teğet geçme” olmasın istedim. Şehirdeyim, bir saat önce ya da bir saat sonra yazarın olduğu yerden geçeceğim. Ne yapıp edip o gün mutlaka kitabını imzalatmak istedim. Hesapta vakitlice gidip az da olsa sohbet edecektim. Bir daha ki sefere artık. Kasım ayında çıkacak yeni kitabı “Aslında”nın imzasında mesela.
“Yaşanan hiçbir şey kaybolmuyor, bir yumak gibi ardımızdan toplanarak geliyor.”
Yazdıkça mı hatırlıyor hatırladıkça mı yazıyor? Bilmiyorum. Belki bir gün karşılaştığımızda sorarım. “Kerme”** kelimesini duymayalı neredeyse 30 yıl olmuş. Benim için Ercan Kesal, bozkırın çocuklarının hikayelerini anlatan masalcı. Onun yazılarında çocukluğumun ve ilk gençliğimin geçtiği yerlere dair hikayeleri okuyunca, yaşanıp geçip gidecek dediğimiz, çoğu kişinin bihaber olduğu hayatlarımız da böylelikle kayda alınmış oluyor, bir yumak gibi arkamızdan toplanıp geliyor. Antalya’ya yerleşmeden önce İstanbul’daki büyük PR şirketlerinde medya direktörü olarak çalışıyordum. Bir akşam popüler mekanlardan birinde organize ettiğimiz Kenan Doğulu konserinin son hazırlıklarını yapıyorken annem aradı, Divriği’nin Sincan köyünden. “Nasılsın, iyi misin, ne yapıyorsunuz anne?” diye sorduğumda: “Yağmur geliyordu babanla tapılları topladık” dedi. Tapıllarla*** da arama uzun yıllar girmişti ama işte yine yazarın dediği gibi “Yaşanan hiçbir şey kaybolmuyor, bir yumak gibi ardımızdan toplanarak geliyor.”
“Kırmızı Gül”ü okuyunca, benim de kalbimin üstündeki gül kanadı. Kesal, bana göre o kadar samimi ve içten yazıyor ki kapılıp gidiyoruz. Hele okur bir de benim gibi bozkırdansa…
“Fotoğrafta Kendine Rastlamak” bitince gayri ihtiyarı bakıyorsun fotoğrafa. Bulamadım valla. Bu vesileyle Nazan Kesal’a selam edelim.
“Ankara Rüzgarı”nı okurken “Benim İzmirim”dekine benzer duygular içindeydim. Yatılı okulu, Ankara’da Hasanoğlan Öğretmen Lisesi’nde okudum. Kasabadan yatılı okul için birlikte yola çıktığım arkadaşım Handan Metin’i de Ercan Kesal’ın kıymetli arkadaşı, şairimiz Behçet Safa Aysan’la beraber 2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Otel’de yaktılar. Bizim de yatılı okulda benzer bir fotoğrafımız vardır. Okulun bahçesinde dut ağaçlarının altında…
Benim bu kadar ortaklaştığım başka bir yazar olmadı. Sevdiğim, okuduğum pek çok yazar var elbette ki ancak onlar, yazın tarihinden bir yerlerden sesleniyorlar, Ercan Kesal bize komşu. İç Anadolulu, yaraları aynı yerden kanayan …
Hiç şüphesiz siz de kendinizden bir şeyler bulacaksınız bu 100 yıllık görsel ve yazınsal anlatıda…
Seher Özen Karadeniz /11 Ekim 2017, Antalya
*Tanıtım yazısından.
**Kerme: Hayvan gübresinin içine saman karışrılıp şekil verildikten sonra kurutulmasıyla elde edilen yakacak, tezek
***Tapıl (Tapul): Biçilen ot ya da ekin bağlamı.