Kurtlarla Koşan Kadınlar, Kitap ile Sohbet Atölyesinden Notlar 1
Vahşi doğa ruhumdan iki kere geçti: İlk olarak tutkulu bir Meksikalı-İspanyol kanı taşıyan bir ailede doğmamla, sonra da ateşli Macarlardan oluşan bir aile tarafından evlat edinilmemle. Michigan Eyaleti’nin sınırında, ormanlıklar, meyve bahçeleri ve çiftliklerle çevrili, Büyük Göller’e yakın bir yerde büyüdüm. Orada, gök gürültüsü ve şimşek, ana besinimdi. Geceleri buğday tarlaları hışırdayıp yüksek sesle konuşurdu. Uzaklarda, kuzeyde ay ışığıyla birlikte açık alanlara gelen kurtlar oradan oraya atlayıp zıplar, adeta Tanrı’ya yakarırlardı. Hepimiz korkusuzca aynı derelerden su içebilirdik.
…
Bir anne kurt, ölümcül şekilde yaralanmış yavrularından birini öldürdü. Bu bana, haşin bir şefkati ve ölümün nihayete ulaşmasına izin verme gereğini öğretti. Daldan düşen ve tekrar yukarı tırmanmaya çalışan tüylü tırtıllar, bir amaca yönelik çalışmayı öğretti. Kolumu gıdıklayan yürüyüşleri, cildin nasıl canlanabileceğini öğretti. Ağaçların tepesine tırmanmak, günü geldiğinde cinselliğin nasıl hisler uyandırabileceğini öğretti.
Yazdıkları şeyler yetkin görülmese de, kadınlar bir şekilde hep ışıldadılar. Yaptıkları resimler kabul görmese de, bir şekilde ruhu beslediler. Kadınların sanatları için ihtiyaç duydukları araç ve yerler için yalvarmaları gerekiyordu ve hiçbirini bulamadıklarında ise ağaçlarda, mağaralarda, ormanlarda ve dolaplarda kendi alanlarını yarattılar.
Dans etmelerineyse neredeyse hiç katlanılamadı. Öyle ki, kimsenin onları göremeyeceği ormanda ya da gizli köşelerde veya çöpü boşaltmaya çıkarken dans ettiler. Süslenmelerine kuşkuyla bakıldı. Neşeli bedenleri ya da giyecekleri, incitilme ve cinsel saldırıya uğrama tehlikelerini artırdı. Sırtlarındaki elbiselerin bile onlara ait olduğu söylenemezdi.
Çocuklarını istismar eden ana babalara yalnızca “katı” denildiği, iliklerine kadar sömürülen kadınların ruhsal yaralanmalarına “sinir krizi” adı verildiği, sımsıkı korselere sokulan, sımsıkı gemlenen ve sımsıkı dizginlenen kız ve kadınların “edepli,” “zarif’ görüldüğü bir zamandı ve hayatın sayılı anlarında yakalarını kurtarmasını beceren diğer kadınlar ise “kötü” damgası yediler.
Benden önceki ve sonraki birçok kadın gibi ben de hayatımı kılık değiştirmiş bir criatura (yaratık) olarak yaşadım. Benden önceki eş dostumun yaptığı gibi yüksek topuklarla çalım satarak yürüyüp sendeliyor ve kiliseye giderken elbise ve şapka giyiyordum. Ama muazzam kuyruğum çoğu zaman eteğimin altından çıkıyor, şapkamı gözlerime kadar indirmezsem kulaklarım seyiriyor ve bu durum kimi zaman odanın öteki ucundan bile görülüyordu.
O karanlık yılların şarkısını, hambre del alma’yı, açlık çeken ruhun şarkısını unutmadım. Ama neşeli Cante Hondo’yu, derin şarkıyı da unutmadım; istediğimizde ruh-dolu bir şekilde sözleri zihnimizde yeniden canlanan şarkıyı.