Gezgin ruhum yine beni rahat bırakmadı ve yollara düştüm. İnanılmaz keyifli ve buram buram refah kokan ülkeleri gezdim. Sadece gezmekle kalmayıp herşeyi iyice gözlemleyip sizlere anlatacağım deneyimleri yaşadım. Haydi!.. Şimdi de birlikte gezelim…
Çoğumuz Asteriks ve Oburiksi bilir. Çünkü bunlarla ilgili çizgi kitap ya da filmleri ya okumuşuzdur veya seyretmişizdir. İsveç, Norveç, Danimarka ve Finlandiya bu dört ülke denizle çevrili olan ve dünya haritasında Kuzey Avrupa bölümündeki Aslan parçası… Tabi bu aslan parçası bayağı zengin ülkeler, Kuzey’de olduğundan hem soğuk hem de gündüzü gecesi uzun. O yüzden buraya seyahatimi hep ertelemiştim ama iyi etmemişim. Sonunda kızımı ve bir arkadaşımı alarak bu ülkelere ve fiyortlara gezmeye gittik.
İlk durağımız Danimarka’nın başkenti Kopenhang. Bu şehirde benim için en ilginç olan insanlarıydı. Çünkü açık tenli ve kızıl olamaları çok hoşuma gitmişti. Hem erkekleri yakışıklı hem de kadınları güzeldi. Şehir dümdüz olduğundan bisiklet kullanımı çok fazlaydı. Ayrıca uyuşturucu kullananlar için özel bir alan tahsis etmiş devletleri, o sınır içerisinde herkes herşeyi içebiliyordu. Kapısında “Özgürlükler Şehri” diye bir yazı vardı. Ama buranın dışında üstünde uyuşturucu ile yakalanırlarsa tutukluyorlardı. Eh adamlar, “alın size özgürlük parkı” diye kocaman bir yeri ve duvarların içinde açık alanda “buyrun ziftlenin” diyorlardı. Zaten içeri girildiğinde fotoğraf çekmek yasaktı. Yalnızca gezebiliyordun ve içmek isteyen alıp içebiliyordu. Keskin bir koku dükkanların önünden geçerken bile geliyordu. Genelde raspalı, hippi giyinişli insanların çok olduğu ve el sanatları tezgahları vardı. Dışarı çıkarken gözüme çarpan bir tanesi o kadar çok içmiş ki, duvara vurup duvarla kavga ediyordu. Bu da İnsanlara iyi bir örnekti bence. Tesadüf…
Balıkçı Kasabası “Dragar”
Kopenhang çok güzel bir şehirdi. Her yere rahatlıkla yürüyerek ve bisikletle gidebilecek mesafe de alışveriş yerleri, restaurantları, sahili, kafeleri ve eğlence parkları var. Buraya bir saat mesafede “Dragar” adlı sayfiye kasabasına gittik. Saz çatılı, koyu sarı boyalı balıkçı evleri ve dar sokaklarıyla şirin bir yerdi. Genelde halkın yazlık olarak kullandığı bir kasaba burası. Köyün marinası balıkçı limanından yat limanına dönüşmesine rağmen, hala balık ağlarını temizleyen balıkçılara rastlamak mümkündü. Ve ben kafede otururken öyle eski bir Vikingli tarzında giyinmiş bir yakışıklı balıkçı bir amcaya rastladım.:) Ayrıca dünyanın en uzun köprüsü olan “Oresund” köprüsünü de resimledik ama hava sisli olduğundan tam net olmadı. Buradan gölün üzerinde üç küçük adaya inşa edilmiş, Frederiksborg kalesine gittik. Hava güneşli olduğundan bahçesinde halk güneşleniyordu. Piknik yapıyordu ama bizdeki gibi piknik anlayışı değil tabi ki… Daha sonra Helsingor’da bulunan Ünlü Shakespeare’ın en uzun tiyatro eseri olan Hamlet’in geçtiği “Kronborg Kalesi”. Burada her yıl Ağustos ayında Hamlet festivali düzenleniyormuş. Helsingor Danimarka’nın en eski şehirlerinden biri olduğundan tahta evleri belediye binası, ve katedrali Unesco dünya mirası listesinde yer alıyormuş. Ünlü dondurması ve müthiş ekmekleri, yerel peynircisiyle turistlerin uğrak yeri olmuş. Kopenhang şehrine ve etrafındaki kasabalara bayıldığımı söyleyebilirim…
Kopenhang’dan Oslo’ya gitmek için akşam kalacağımız gemiye binmek için limana gittik. Gemimiz büyük cruıselardan olduğu için hem gemiyi gezip hem de manzaranın keyfini çıkardık. Ertesi gün gemideki kahvaltımızın ardından Norveç’in başkenti “Oslo” limanında indik. Bu ülkelerin bayraklarının teması aynı ortasındaki haç rengi değişik… En ilginç öğrendiğim ise Danimarka ve Norveç Vikingleri yağma eden, İsveç Vikingleriyse deniz ticareti yapanlarmış… Oslo bana çok renksiz ve soğuk geldi. Holmenkollen tepesi meşhur olimpiyatların ve şampiyonaların yapıldığı kayak atlama rampasından Oslo’nun manzarası çok güzeldi. Vikinglerin vatanına gelinir de müzesine gidilmez mi? Tabi ki en önemli müzelerinden biri olan üç orijinal Viking gemisini ve alet edavatlarını sergiliyor. Viking kültürü açısından dünyanın en iyi müzelerinden biriymiş. İkinci önemli müze Fram müzesi dünyanın en iyi planlanmış müzelerinden biri olarak seçilmiş. 1895’te inşa edilmiş kutup keşiflerinde kullanılan en sağlam tahta gemisinin her yerini kamarası, güvertesi, mutfağı, makine dairesi ve araç gereçler de sergide görmek mümkündü. Kendi kendime “ehh adamlar keşif için neler yapmış” demeden geçemedim…
Dünyanın En Güzel Tren Turu
Sırada Fiyordlar turumuz var. Sabah erkenden Flam’a varıyoruz. Flam’da tren yolculuğuna çıkıyoruz. Dünyanın en güzel manzaralı 1000 metre rakımlı tren yolculuğu olarak fiyordun dağ kısımlarını seyretmek gerçekten çok hoş ama bakarken de “bizim ayder yaylalarındaki dağlarda aynı” deyip ahlıyoruz. Bu arada en güzel şelalenin önüne platform koymuşlar ve burada herkes inerek hudri denilen efsanevi varlığı temsil etsin diye de bir kadının müzik eşliğinde dans şovunu izliyor. Son durak Myrdal’dan geri trenle dönerken aynı gösteriyi tekrar izlettiriyorlar. Flam’a geldikten sonra tekneyle en uzun Sognefiyordun kolu olan Aurslandfyordu görmek için iki saatlik muhteşem manzaranın keyfini çıkardık. Dönerken de yolumuzun üzerindeki İskandinavya’nın en eski kiliselerinden biri olan Borgund tahta kilisesine uğradık. Oslo’da Barış ödülü verilen binanın önünde resim çektirmeyi de unutmadım. Burada yediğim somon harikaydı. İsveç’in başkenti Stockholm’e otobüsle giderken Karlstad şehrinde Türk restoranda harika bir kebap yedik. Hele de Türk kahvesi bulunca keyfim kat be kat arttı. Stockholm’u çok beğendim. Kopenhang gibi bana sıcak bir şehir geldi. Tabi bunun insanların güleryüzlü ve mutlu olmasıyla alakası vardı. İlk önce “Sigtuna” adlı kasabasına uğradık. Burası Vikingler döneminde başkent şehriymiş. Mallern gölü kıyısında olan bu kasabanın belediye binası İsveç’in en küçüğü ve en eskisi olduğundan evlenme törenleri için bir – iki yıl öncesinden randevu alınarak yapılabiliyormuş. Gölün kıyısındaki yürüme yolu ise insanın saatlerce yürüyüp oturup manzaranın keyfini çıkarmasını teşvik ediyordu. Stockholm’deki Vasa Müzesi dünyada tek olan ve orijinal 300 yıllık tahta savaş gemisini sergiliyordu. Oyma heykelleri ve tablolarıyla sanat eseri gibiydi. Dört katlı müzeyi saatlerce gezebilirdiniz, o kadar muhteşemdi. Buradan Skansen Kültür Parkına gittik. Bu parkta eski köy evlerinin bir kısmı o zamanki eşyalarıyla ziyaretçilere gösteriliyordu. Çok iyi koruma altına almışlar zevkle her yeri gezebiliyordunuz. Nobel Ödülü verilen binayı da görmeden geçmediğimi söylemeliyim.
Refah Seviyesi Yüksek Ülkeler
Stockholm’den limana geçtik. Başka bir cruise gemisine binerek Helsinki’ye yola çıktık. Bu gemi öteki gemiden daha da muhteşemdi… Geminin en üst katındaki güvertesinde şampanyamız eşliğinde harika manzarayla hava kararıncaya kadar seyrettik. Akşam yemeğimizden sonra casinoya geçerek şansımızı denedik. Sabah güzel kahvaltımızdan sonra biraz gemide alışveriş yaparak, Helsinki limanına geldik. Helsinki’de balık pazarını gezdik. Yemeğimizi yedik ve ara sokaklarında gezerek, antika satan pazarları dolaştık. Helsinki’de beğendiğim şehirlerden biri oldu. Dört Ülkenin başkentlerinden sıralama yapmak gerekirse en beğendiğim Kopenhang, Stockholm ve Helsinki en sonuncu ise Oslo’ydu. Norveç’in somonu ve fiyordları muhteşem ama insanları bana soğuk geldi… Ayrıca bayağı pahalı ülkelerdi. Yaşam standardı yüksek ve devlet her şeyi halkına sağlamış. Bu seyahatimde en fazla hamile kadın gördüğüm ülkelerdi. Çünkü devlet her çocuk için yüklü bir para yardımı yapıyormuş. Tabi nüfus yaşlı ve az olunca teşvik mantıklıydı. Yani bizim ülkemizdeki gibi “en az üç çocuk yapın” diyeni buradaki otoriterler, can kulağıyla dinlemiş ama parayı da vermeyi ihmal etmemiş… Kuzey Avrupa diğer Avrupa Ülkelerindeki gibi olmadıklarını turistlere çok güzel bir şekilde hissettiriyor. Kuralları, refah düzeyi ve zenginliğiyle farklıyız diyor… Yaşlandığımda yalnızca gemiyle tekrar gezebileceğim “Aslan parçası” olduğunu söyleyebilirim…
Sağlıkla ve Geziyle Kalın