Hafızalara Kazınacak Bir Roman: “Keşke Unutsam”, Bihter Dinçel İle Söyleşi

Tiyatro sahnelerinden ve ekranlardan tanıdığımız, severek izlediğimiz Bihter Dinçel’in ilk romanı Keşke Unutsam,  raflardaki yerini aldı. Küsurat Yayınları’ndan çıkan kitap, sevgili Bihter Dinçel’in, yazarlık kariyerinin üçüncü kitabı olup, roman türündeki ilk eseri.

Romandaki hikâyeyi bir kuzgun anlatıyor. Fakat bu kuzgun sıradan bir kuzgun olmayıp, 27 yıllık hayatına çok fazla hikâye sığdırmış, çok yer gezmiş, radikal dünya görüşü olan farklı bir karakter. Birçok lezzetten haberdar, her tür müziği bilen, oldukça entelektüel bir kişilik. Fakat kanadı kırık olduğu için, son yedi senesini bir hastanenin bahçesindeki bir ağaç dalında geçirmek zorunda kalmış. Doğum gününün gelmesine bir hafta kala intihar etmeye karar veren kuzgun, hayatına son verme çabası içine giriyor. Çünkü “27’ler Kulübü” ne ait olduğunu düşünüyor, bu geleneği bozmak istemiyor ve bulunduğu yerden çok sıkıldığı için de ölmek istiyor. Tam intihar etme teşebbüsü halindeyken, hastane bahçesinde bir bankta oturan, hafıza kaybına uğradığı için çok kederli olan bir kadına rast geliyor. Bu kadın, geçirdiği kaza sonucu hafızasını kaybetmiş ve komadan henüz çıkmış bir adamla tanışmaya çalışıyor. İşte bu hikâye kuzgunun çok ilgisini çekiyor ve intihar girişimini birkaç gün erteleyip, bu insanların diyaloglarına eşlik etmeye karar veriyor. Hafıza kaybı geçiren kadın ve adam ise, artık kederlenmekten ziyade, her gün hastane bahçesinde aynı saatte buluşup, hatırlamadıkları benliklerinin yerine koyacakları, yeni hikâyelerin hayallerini kurmaya karar veriyorlar. Sonrasında ise biz okurları yedi günün yedi macerası bekliyor. Bu hayalleri ve hikâyeleri, kuzgunun dilinden dinliyoruz. Ve o sırada da toplumsal hafıza kaybına doğru bir geçiş yapıyoruz. Bireysellikten çıkıp, hepimizin bildiği ortak meselelerin içinde kurgulanan birçok öyküyle karşılaşıyoruz. Bundan sonrası ise, sizin yolculuğunuz…

Kendinizden, yaşadıklarınızdan çok şey bulacağınız, ilişkilerinizi, kimliğinizi sorgulayacağınız bu kitap ve daha fazlasını çok sevgili Bihter Dinçel ile konuştuk.

  • Üniversitede felsefe okuduğunuzu, henüz birinci sınıftayken ilk oyununuzu yazdığınızı, hatta devamında başka oyunlar da yazarak sahnelediğinizi biliyorum. İlk kitabınız Gebelere Balon ise “Hamilelik Hurafeleri”ni Elif Ezgi Uzmansel ile birlikte anlattığınız, tüm anne adaylarının ve anne olanların okuması gereken, eğlenceli olduğu kadar bilgilendiren bir kitap. Daha evvelki yıllara gidersek, yazma yolculuğu nasıl başladı, üniversiteden sonra nasıl devam etti?

Yazma yolculuğum çok erken yaşlarda başladı aslında. Orta okul, lise yıllarımdan bahsediyorum. İki şiir, bir kompozisyon hevesi de değildi. Düzenli okumalar ve düzenli yazma egzersizleri yapıyordum. Yazmak istediğim için felsefe eğitimi almaya karar verdim. Felsefe tek tercihimdi. Seçimlerimin hepsi bilinçliydi. Ben önce bir hayal kurup, sonra o hayalin planını yapıp, ardından da ivedilikle o planı hayata geçirenlerdenim. Okul yıllarımda da tiyatro oyunları yazdım ve  o oyunları farklı ekiplerle sahneledim. Okul bitince, İstanbul’a ilk geldiğimde de uzun zaman yazdım. Oyunculuk ve yazarlık hep eşit ağırlıklı giderken, bir dönem oyunculuk daha yoğun oldu. Tamamen bırakmadım ama hafif ölçekli yazdığım yaklaşık dört beş yılım var. Sonrasında yine oturdum masa başına.

  • Keşke Unutsam… Bu harika kitap nasıl ortaya çıktı? Yazım süresi ne kadar sürdü?

Keşke Unutsam’ ın kaburgası yıllar önce oluşmuştu aslında ve tiyatro oyunu olarak yazmayı denemiştim. O haliyle, oyun olarak hayata geçmedi, çünkü eksik kalan bir şeyler hissediyordum. İki sene evvel, o hikâyeyi bir kuzgunun gözünden anlatma fikri geldi aklıma ve yeniden heyecan duymaya başladım. Kuzgun devreye girince, bütün hikâyeler başka türlü şekillenmeye başladı ve uzun süre kafamda evirip çevirdikten sonra, geçen yıl bu zamanlar oturdum başına. Yazmaya başladıktan sonra da, tahayyül ettiklerimin de ötesinde meseleler akmaya başladı ve sözünü ettiğim kaburganın dışında, öncesinde yazdıklarımın hepsini çöpe attım. Doğru yola girdiğimi hissediyordum ve bu hissin peşini bırakmadım. Beş altı aylık sıkı bir çalışma sürecinin sonunda  tamamlandı.

  • Keşke Unutsam’ı yazarken nelerden beslendiniz? Tamamen kurgu mu, sizi etkileyen kişi ve olaylardan izler var mı?

Bu soruya hep aynı cevabı veriyorum aslında. Bir kitabı okurken, anlatılanların ne kadarının yazara ait olduğunu, ne kadarının kurgu olduğunu çok merak ederim. Merak ettiklerimin arafı, kitabın tamamına olan heyecanımı daha da diri tutar. Merak ederim ama aslında öğrenmek de istemem.

Ben kendi okuma hissimden yola çıkarak burada size yuvarlak ve pembe bir cevap vereyim yine. Anlatılanlar belki bendendir, belki senden… Belki hiç var olmayacak olanları var etmek istemişimdir, belki de bende olanların ufak detaylarıyla onları giydirmişimdir… Nasıl olsa okurken her insanın tutunduğu, daha çok keyif aldığı şey, diğerinden farklı olmayacak mı?

  • Keşke Unutsam’ı okurken kargalar ve kuzgunlar arasındaki farkları da görüyor ve sorguluyoruz. Kitap sayesinde bu kuşlara daha farklı gözle bakmaya başladım. Kuzgun’un gözünden bir roman yazmaya nasıl karar verdiniz? Kuzguna yer vermenizde özel bir sebep var mı?

Kuzgun unutmayan bir hayvan. Hikâyede geçen iki insan da, hafıza kaybına uğramış. Hafıza ile ilgili bir meseleyi, hafızası çok kuvvetli ve her şeyi yukarıdan gören efsanevî bir hayvanın dilinden anlatacak olmak beni çok heyecanlandırdı. İlk denklem buydu ama sonrasında o kadar şahsına münhasır bir karaktere dönüştü ki Kuzgun, o da kaymağı oldu. Kuzgunlar insanların olduğu yerlere yakın mesafede bulunmaktan kaçınırlar ama bizim Kuzgun, bir dalda durmuş insan hikâyeleri dinliyor ve hatta o hikâyeleri eş zamanlı aktarıyor. Kuzgunlar yaşayan insanlardan kaçıyor ama bir çok efsaneye göre yüzyıllarca cenaze şarkıcılığı yapmışlar. Romanı okudukça adım adım, aslında neden kuzgunu tercih ettiğimin şifreleri hikâyenin içinden gösteriyor kendini.

  • Kitap, başka kitaplarda pek rastlamadığımız bir “okunması zorunlu önsöz” ile başlıyor. Buna yazarken mi karar verdiniz? Neden zorunlu?

Ben önsöz okumayı pek sevmem, daha doğrusu kısa tutulan önsözler benim için daha makbuldür. Kitaba başlarken, bir an önce yolculuğa çıkmak isterim, ben de hikâyeye girmek istedim. Benim kitabımın anlatıcısının neden kuzgun olduğunun cevabı ise önsözde gizli olduğu için önsöz okumayı sevmeyenleri ve okumak istemeyenleri de orada durdurmak istedim. Ayrıca ilk saniyeden itibaren okuruyla ahbap ilişkisi kuran Kuzgun Bey’in tarzına uygun da bir girizgâh oldu.

  • Keşke Unutsam, geçirdiği trafik kazası sonrası hafızasını kaybetmiş bir kadın ve komadan yeni çıkmış bri adamın hastane bahçesinde karşılaşmaları ile başlıyor. Sonra adamın ve kadının, kim olduklarını hatırlayabilmek için gösterdikleri çabaya, kitabın ana kahramanı kuzgunla birlikte, onun dilinden şahit oluyoruz. Bu çabanın adı da romanın içinde adeta farklı küçük öykülere dönüşen “Senler & Benler Oyunu” halini alıyor. “Senler ve Benler” oyununu nasıl kurguladınız? Farklı karakterlere ve yaşanmışlıklara yolculuk, nasıl gelişti?

Burada kadın da, adam da kendine dair hiçbir şey anımsamıyor, isimlerini bile hatırlamıyorlar ama rahatlıkla Schopenhauer’ dan, yıllar önce çekilmiş bir sinema filminden, bir enstrümandan bahsedebiliyorlar. Kendileriyle ilgili bir şeyler hatırlamayışlarına kahretmek yerine, “Senler ve Benler” oyunuyla kendi hikâyelerini var etmeye, bir yerde Tanrıcılık oynamaya karar veriyorlar.  Yıllar önce bu hikâyenin ilk notlarını alırken gözümün önüne gelen ilk şey bu oyundu zaten. Ama zaman içinde o oyun da, hikâyenin geneli de çok gelişti ve münferit kadın erkek hikâyelerinden çıkıp, toplumsal gerçeklerin içinde can buldu. Böylesi beni daha çok heyecanlandırdı.

  • Gülten Akın Cankoçak, Furuğ Ferruhzad gibi şairlere de yer vermişsiniz kitabınızda. Hatta, kim olduklarını merak eden okurlar için küçük dipnotlar da düşmüşsünüz. Okurken merak ettiğimiz birşeyi, hemen oracıkta, sayfa sonunda görmek ne güzel… Dipnotlu çalışmak sizin tercihiniz mi?

Benim tercihim. Bilmeyenlerin, yeni yeni edebiyata sevdalanan genç arkadaşlarımızın, onları, oraları, herhangi bir şeymiş gibi geçmesini istemedim.

  • Kitapta geçen “Senler ve Benler” oyununda, İhsan karakterinin Menekşe’ye adeta ilkyardım yapmak isterken, arka arkaya söylediği “Dem-Tavallod-Bi nihayat” kelimeleri oldukça etkileyici. Okura, o paragrafı okurken verdiği heyecanla birlikte hem tasavvuftaki manevi hazzı, hem de kalp atış ritmini hissettiriyor. En azından ben okurken öyle hissettim. Sizi bu kadar derine iten ne oldu bunları yazarken?

Biraz kısa bir cevap olacak ama akış beni buraya sürükledi. Kitabın bu kısmı beni de şaşırtıyor. O gerçekten “derinlik” oldu benim için de. Çok katmanlı ve çok derin bir bölüm.

  • Gezi Parkı olayları, Atatürk Havalimanı’ndaki patlama gibi bizleri çok etkilemiş olan olaylardan da izler taşıyor bazı bölümler. Bazı satırları Kuzgun’un dilinden, bazı satırları ise kendilerini, başkalarının hayatlarını yaşadıklarını düşünerek, geçmişlerini hatırlamaya çalışan kadın ve adamın aralarında geçen konuşmalardan anlıyoruz. “Senler & Benler Oyunu” nu kitap içinde biraz daha sürdürecek olsaydınız, Türkiye’de veya dünyada yaşanmış olan hangi yakın tarih olaylarına yer vermek isterdiniz? Çünkü bazı şeyler gerçekten unutulmuyor…

Daha fazla uzayamazdı inanın. Hikâyedeki son güne gelmeden evvel bir bölüm daha yazmıştım ama derhal vazgeçtim bu düşünceden. Memlekette ve dünyada anlatılacak mesele çok ama benim hikâyemle sarmalanacak olanlar bu kadardı. Ben bir roman yazdım, daha çok şey anlatma kaygısına düşmek hata olurdu. İnce bir çizgi bu. Bundan fazlası gözüne sokmak olurdu. 

UNUTMAK, YOK SAYMAK OLDUĞU İÇİN EN BÜYÜK CEZADIR ASLINDA. BEN HAYATIMDAKİ KİMSEYİ BU BÜYÜKLÜKTE CEZALANDIRMADIM.

  • Keşke Unutsam’ı okurken, gözümün önüne hep bir sinema sahnesi geldi. Tiyatro oyunundan ziyade sinema uyarlamasının daha başarılı olacağını düşündüm. Özellikle kadın ve adamın geçmişlerinden sunulan kesitlerin, hatırlamak konusunda verdikleri mücadelenin bir yansıması olan “Senler&Benler Oyunu” nun, oradaki karakterlerin ve tabii ki kuzgunun sinemada daha görkemli bir hale dönüşeceğini tahayyül ettim. Siz ne dersiniz? Oyun yerine, sinemaya uyarlanabilir mi? Böyle bir projede olmak, kendi eseriniz içinde rol almak ister misiniz? (Ben çok isterim) J Ya da şayet bir sinema filmi olursa, hafızasını kaybeden kadın ve adamı kim canlandırmalı, kitapta geçen hastane bankına kimler oturmalı sizce?

Her ikisi de olabilir. Nasıl yorumlandığına bağlı. Neden olmasın! İyisi olacaksa ben de çok isterim. Elbette oynamak da isterim. Bankta oturan kadını oynamak isterim. Hayallerdeki kadınları başkaları oynamalı ama.

  • Kadın-erkek ilişkilerini ele aldığımızda, “unutmak” başarılabilir bir eylem midir? Karşımızdaki kişi, ne kadar yaralarsa yaralasın, acıtırsa acıtsın, unutmalı mıdır?

Unutmak, yok saymak olduğu için en büyük cezadır aslında. Ben hayatımdaki kimseyi bu büyüklükte cezalandırmadım.

HAFIZA, İNSANIN KALBİNDEDİR.

  • Sizin hayatınızda hiç “Keşke unutsam ve bir daha hatırlamasam…” dediğiniz şeyler oldu mu? Bunlar neler?

Yaşadığım hiçbir şeyden pişmanlık duymadım. Keşke unutsam, benim hayatımda daha ikircikli bir anlamda var olabilir ancak. Keşke unutsam diyebileceğim bir şey yok. Bir şeyi yaşarken, yaşadığım acıyı bir an önce unutmak isteyebilirim ama bu geçici bir istektir. O acıların da bizi evirdiği yerler, dönüştüğü haller de bizim omurgamızı şekillendiriyor, bunu bilirim. Unutmak yerine hafiflemesini beklemeyi, hatırladıklarımdan feyz almayı tercih ederim.

  • Birçok uzman, hafızamızı kaybetmedikçe ve ciddi bir hastalık geçirmediğimiz sürece, tamamen unutmanın mümkün olmadığını, var olan duruma adapte olunması gerektiğini söylüyor. Katılıyor musunuz? Yani sizce unutuyor muyuz, adapte mi oluyoruz?

Unutma meselesi benim için daha romantik bir yerde duruyor. Klinik tartışmasını yapmak bana düşmez. Benim inandığım şeyi, sevgili Ercan Kesal bir cümleyle özetliyor. Bunu edebiyatçı bir hekim olarak söylüyor kendisi. “Hafıza, insanın kalbindedir.” diyor. Bence de.

“En yakınındakinin hayatına dair bilmediklerinin, bildiklerinden daha fazla olduğunu öğrendiğinde yaşanan hayal kırıklığı… Hele de öğrendiğinde, iş işten geçtiyse… İçin için harlanan bir soğukluk kaplar içini. Hani çok tedirgin olunca yanaklarından alevler çıkar ve ellerin buz kese ya… Midenden diz kapaklarına buzlu kaynar sular akar… Bir soğursun, bir yanarsın…”  (Keşke Unutsam’dan)

  • Kendinizi romandaki hafızasını kaybetmiş kadın karakterin yerine koyarsanız, hayatınıza hangi zamandan / andan devam etmek isterdiniz?

Oğlumu doğurduğum an hissettiklerimi ve onun göğsümün üstüne başının değdiği anı unutmayayım da… Hangi andan başladığım o kadar da önemli değil.

  • Yeni kitap çalışmanız var mı? Konusu ya da kurgusuyle ilgili azcık ipucu verseniz…

Şimdi nadas zamanı. Keşke Unutsam çıkalı bir ay oldu daha. Okumalar yapıyorum bol bol. Aklımda ikinci romanın fikri oluştu ama masaya oturmak için biraz daha demlenmesini bekleyeceğim ve ipucu veremem.

  • Siz daha çok hangi yazarları okursunuz? Okumayla ilgili olarak neler tavsiye edersiniz?

Her tür kitap okumayı severim ben. En çok roman ve biyografi severim. İki üç roman okuyup, araya bir öykü kitabı alıp, tekrar bir roman, sonra bir inceleme, bir deneme, ardından bir otobiyografi…. Orhan Pamuk, çok büyük hayranlık duyduğum bir yazardır. Her yaşımda başka türlü algıladığım, yeniden ve yeniden okuduğumda dünyama ve kalemime bir pencere daha açan muazzam bir edebiyatçı. İhsan Oktay Anar hocamdır. Öğrettiklerinin yanı sıra, her kitabının meftunuyum…Onlar edebiyatla kurduğum ilişkinin köklerine can suyu veren yazarlar.

Yeni yayınları ve genç yazarları da mümkün olduğunca takip etmeye çalışıyorum. İki tane yeni çıkan okuyorsam, ardından bir klasik okuyorum. İşte bunu tavsiye edebilirim size.  Eskiden aynı anda iki üç kitap okurdum, artık onu yapmamaya çalışıyorum. Sırayla okuyunca, baş ucumda okunmayı bekleyen ve iştahımı kabartan kitaba kavuşmak için elimdeki kitabı daha konsantre ve daha çabuk bitiriyorum ve yenisine de büyük bir şevkle başlıyorum.

  • Halen severek izlediğimiz Mucize Doktor dizisinde oynuyorsunuz. Bundan sonraki projeleriniz neler? Tiyatro oyunu, edebiyat, sinema… veya hepsi. Kısaca bahsedebilir misiniz? Sizin için tiyatro mu, yazarlık mı daha öncelikli?

Tiyatro, sinema, yazarlık, oyunculuk… Bunların hepsi benim hayatım. Hepsinin farklı farklı zamanları var sadece. Birbirinden ayırmam mümkün değil. Bundan sonraki proje diyebileceğimiz bir şey yok şu anda. Çünkü pandemi süreci, projelerimizi parmağının ucunda sallıyor. Plan yapamıyoruz. Bu süreci az hasarla atlatıp sonrasında planlarımızı yapacağız.

  • Keşke Unutsam’ı konuşmak, sizinle sohbet etmek çok keyifliydi. Yolunuz açık, başarılarınız daim, okurunuz ve alkışınız bol olsun.

Çok teşekkür ediyorum ben de ilgi ve alakanıza.

Önceki İçerikOMM – Odunpazarı Modern Müzesi, Baksı Kültür Sanat Vakfı Ödülünü Aldı!
Sonraki İçerikŞiirlerin Yalnız Kızı Emily Dickinson 190 Yaşında!
1981 İstanbul doğumlu, İstanbul aşığı olan bir İstanbullu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Halka İlişkiler ve Reklamcılık Lisans, Marmara Üniversitesi Medya Ekonomisi Yüksek Lisans mezunu. Editörlük ve kurumsal iletişim alanlarında üç yıl çalıştıktan sonra, insan kaynaklarına yöneldi, 12 yıldır profesyonel anlamda bu alanda çalışıyor. Çok klişe olacak belki ama “Çocukluğundan beri yazıyor” Ortaokul ve lise yıllarında yazıyla ilgili tüm il düzeyi yarışmalarda önemli dereceler kazandı. Üniversitede TÜHİD’in düzenlediği sosyal sorumluluk temalı yarışmada ekip arkadaşlarıyla “Genç İletişimciler” dalında Altın Pusula ödülünü aldı. Yazmayı bırakmadı. Sabah, Akşam gibi gazetelerde belirli dönemlerde yazıları; Kariyer.net’in blog sayfasında makaleleri yayımlandı. 2011’de Yasemin Sungur ile yolları kesiştiğinden beri Martı’da “Alternatif İK Sözlüğü”nü hazırlıyor. Bunun yanı sıra gündemle ilgili haber yazıları, röportajlar, farklı yazı dizileri üzerine yazmaya devam ediyor. MARTIDAŞ olmayı çok seviyor. Yeni projesi için yakında harekete geçecek ve bu yüzden çok heyecanlı…