Toplum Anneleri Sevmiyor

Psikolog Ayşen Altay İle Annelik Üzerine… 

“Ne çok şey söyleniyor değil mi bu konuda? Güzellemeler, kutsamalar, yargılamalar, dayatmalar, sorgulamalar, örnek göstermeler ve hedef göstermeler… 

Annelerin ne çok duygusu var değil mi?  Sevgi, aşk, feda, özlem, hasret, inat, öfke, hayal kırıklığı, korku, kıskançlık, suçluluk duygusu, hırs, pişmanlık yas… 

Ve ne çok alanın konusu annelik. Birey, aile, toplum, devlet, toplumsal düzen, evren, ideoloji, din, ahlak, etik, estetik, benlik, insanlık, ilişki, iletişim, savaş, ekonomi, tarih…

O kadar zor ve hatta sorunlu bir konu ki annelik, o kadar çok şeye konu oluyor, her şeyi içeriyor, her yere çekiliyor ki… Her şey  ve hiçbir şey arasındaki çizgi flulaşıyor sanki. “

Tam da annelik üzerine düşündüğüm bir anda takip ettiğim “aysenaltaypedagojitartismalari” adlı  Instagram sayfasında gördüm bu yazıyı. Sayfanın sahibi sevgili Psikolog Ayşen Altay’ı yakından tanımak ve sizlere de tanıtmak üzere hemen iletişime geçtim. Sıcak kanlı, güler yüzlü, nahif  yapısı ve ılık banyo etkisi yapan içten sohbeti ve  annenin duygularına yönelik görüşleriyle insana kendini iyi hissettiren bir uzman kendisi.  “Toplum anneleri sevmiyor” başlıklı yazısı ve yukarıda paylaştığım annelik ile ilgili paylaşımını okuduğumda uzun uzun düşündüm. Hani çocuklar için söylenen bir anonim söz vardır ya, belki siz de duymuşsunuzdur bu sözü :  “bir çocuğun yetişmesi için tüm köye ihtiyaç vardır.” Annelik de sadece kadının sorumluluğu değil, tüm köyün sorumlu olması gereken bir konu olmalı dedim içimden. Bu konuyu birlikte düşünelim diyerek kendi düşüncemi buraya usulca bırakıyorum.  

42 yaşında anne olmuş, kalbiyolojik bir anne psikolog Ayşen Altay. Şu anda 50 yaşında ve 8 yaşında bir kızı var. İstanbul Üniversitesi Psikoloji mezunu. Viyana Üniversitesi’nde gelişim psikolojisi eğitimi görmüş, psikoloji alanında önemli hizmetler vermiş ve kendi tabiriyle anne olduktan sonra görevine ‘tam zamanlı anne’ olarak devam etmiş bir uzman.  Bu süreci,  gözlemleri ve deneyimlerini de çalışma konusu yapmış düşünür bir anne de diyebiliriz Onun için. Şu anda çocuk psikoloğu olarak hizmet vermeye devam ediyor. 

Ayşen Altay, çocuk kitapları okumayı sevdiği gibi, yazma denemeleri de yapıyor. Yayımlanan ilk kitabı ise; bu günlerde okuyucu ile buluşan, “Gerçek Anne” kitabı. Akran zorbalığı ilham olmuş aslında bu kitaba. 5 Yaşındayken kızının kulağına, akranları tarafından fısıldanan, “senin gerçek annen değil ki…Seni evlat edindiği için sana böyle iyi davranıyor. Kendini sevdirmek istiyor…” kötü cümleleri ile paylaşılan bir süreç vesile olmuş bu kitaba. Bu konuyu aylar boyunca zaman zaman konuşmuşlar kızıyla. Akranlara birlikte meydan okumuşlar. Sarılıp ağlamış, zamanla aralarında şakaya dönüştürüp gülmüşler. Bu süreci, bağlarını daha daa güçlendirerek aştıklarını düşünüyor. “Aaa, Elif’i annesi doğurmamış ki!..” diye başlayan kitap, “bir çocuğu büyüten milyonlarca bağ, yıldızlar kadar gerçektir.” cümlesiyle bitiyor. Evlat edinilen çocukların, onların annelerinin, ailelerinin yol arkadaşı olması hayaliyle yazılmış bir çocuk kitabı bu. Evlat edinme sürecini, bu süreçte çocuğun ve ailenin yaşadığı sorunları ve çözüm yollarını da içeren ikinci bir röportajımız da olacak Ayşen Altay ile. Bu konuyla ilgili sorularınız olursa, “sevilay acar / Instagram” sayfamdan dm ile ya da martı dergisi mail adresine yazabilirseniz, ikinci röportajımızda kendisine siz okuyucularımızın sorularını da iletebilirim.  

Zamanın kıymetini en iyi bilen varlık olan annelerimize bir mola niyetine,  röportajı okumak için bir yarım saatlik ara vermelerini ve kahvelerini alıp sohbeti okumalarını tavsiye ediyorum. Umarım sohbetimiz tüm annelere şifa olur. 

Annelik hikayenizi alabilir miyiz? 42 yaşında anne olmak sizi nasıl etkiledi ve neler öğretti? 

42 yaşında anne oldum çünkü annelik benim için önemli bir karardı. Maddi ve manevi olarak hazır olmayı istedim. Ve anne olduktan sonra hep, ileri bir yaşta anne olduğum için şanslı hissettim kendimi. Kendini tanımak, arayışlarında ve yaşamda yapmak istediklerinde belirli bir yol almış olmak, bir şeylerin içimde kalmış olmaması, annelikle engellenmiş hissetmemek, toplumu tanıyor olmak, ilişkiler vb. konularda bilgi ve deneyim sahibi olmak  hep avantaj olarak göründü bana. Bebeğimi büyütürken, “meğer annelik, gönüllü kölelikmiş” dedim hep. Bunu biliyordum. Böyle olduğunu yaşayarak öğrendim. Ve bence bu, genç bir anne için yaşanması daha zor bir durum. Ben gönüllülük kısmının güzelliğini çok yaşadım. 20 ya da 30 yaşında bu kadar sınırsız gönüllü olabilir miydim bilmiyorum. Annelik yaşamımda birkaç şeyi değiştirdi. Günlük yaşamımı, evliliğimi, ilişkilerimi, kararlarımı, yaşadığım şehri… En önemlilerinden birisi, mesleğimde bakış açımı ve bilgimi derinleştirdi. Kızımla ilişkim, kızımdan öğrendiklerim, eskisinden daha çok, çocuktan yana, çocuk merkezli bir yaklaşıma sahip olmamı sağladı, bundan dolayı çok mutluyum. Hep, ” kızım bana doktora yaptırdı” diyorum. Özetleyecek olursam; anne olduktan sonra; bilmediğim, beklemediğim bir şey oldu: yaşamın anne olmak halini öğrendim. Bu yaşamda bilmediğim tasavvur edemeyeceğim bir boyut gibi. 

Pedagoji Tartışmaları sayfanız nasıl gündeme geldi? 

İçimde doğan sorularım, annelik sürecinde yaşadığım deneyimlerim ve bunlarla birlikte oluşan düşüncelerimi aktarmak, paylaşmak hatta anneler ile bu konuları konuşmak ihtiyacı duydum. Instagram sayfamda yazmaya başlamamın arkasında da sanırım böyle bir dert vardı. Pedagoji Tartışmaları koydum sayfamın ismini çünkü biraz tartışırız diye düşündüm. Şu ana kadar öyle bir olanak olmadı ama ben kendimce tartışmalarımı sürdürüyorum. Psikolog olarak görev yaparken de genel geçer pedagojiye  ait dertlerim itirazlarım vardı. Anne olduktan sonra anne olarak itirazlarım daha çok arttı, sanırım beni sayfaya motive eden bu oldu.  Sosyal medyada, hayatın içinde çok fazla ezber bilgi var. Kadına ve anneliğe dair çok fazla dayatılan bilgi var. İnsana  rehberlik ettiği düşünülen ancak rehber olarak aldığınızda da bocalatan, tökezleten de bilgilerdi bunlar ve itİrazlarım daha çok bu yönde oldu.  

“Anne olma sebeplerimiz var bizim” diyorsunuz. Annelik kavramının üzerinde biraz duralım isterseniz.  Annelik nedir?  Kadını anne olmaya yönlendiren sebepler sizce neler? 

Annelik kavramının tanımını yapmak benim için de çok kolay değil. Anne olmaya karar verdiğinizde anne oluyorsunuz. Çocuğunuzu bedeninizde ilk hissettiğinizde ya da ilk kez kucağınıza aldığınızda bir daha anne oluyorsunuz. Çocuğunuz size “anne” demeye başladığında bir kez daha… Gözleri hep sizi aradığı ve sizi bulduğu zaman bir daha… Ben anne olmakta iki şeyi çok önemli görüyorum; koşulsuz, her durumda, her zaman bir insanın sorumluluğunu almak onun annesi olmak kararı ve onun sizi anne yapmasıyla, anne demesiyle aranızdaki ilişkiyle kurulan, inşa edilen annelik. Ben bir şekilde düşüncelerimi paylaşıyorum. Bunlar henüz uzun uzadıya yapılan çalışmalar değil. Sayfamda bu düşüncelerimi paylaşmaya çalışıyorum.

“Toplum anneleri sevmiyor” dediniz bir paylaşımınızda. Neden böyle düşündüğünüzü de anlatabilir misiniz?

Annenin kararlılığını,  kararının ve birlikte inşa edilen o süreci annelik kavramına dahil görüyorum fakat toplumsal olarak yaşadığımız bunun bir parça dışında. Bir annelik dayatması olduğu sanırım hiçbirimiz için inkar edilemez bir gerçek. Toplumun geleneksel kısmında da, modern ve alternatif kısmında da farklı biçimleriyle bir annelik var. “Anne olunur,” “anne olmak gerekir,” ” anne olmak iyidir,” “anne olmadan bu dünyadan gitmemek gerekir” gibi bir anne olmak dayatması olduğunu da düşünüyorum.  Toplumun belirlediği anneliğe dair bir çok şey var ama benim için karşı karşıya duran daha çok bu ikisi sanırım.  O dayatmayla anne olmak, “anne olunur” diye anne olmak düşüncesiyle anneliği inşa etmek çocukla ilişkinizde anneliği inşa etmek farklı görünüyor bana. Evlenince çocuk da olur kabulü, aileden ve toplumdan gelen baskıyla anne olma isteği,  adamı eve bağlamak, soy yürüsün miras dağılmasın düşüncesiyle anne olmak isteği de  kadını anneliğe yönlendirebiliyor. 

“Çocukken neye sevindiğimi, neye üzüldüğümü, neden kırıldığımı çok net hatırlıyorum…”

Yazdığınız yazılardan da yola çıkarak, anne kavramını nasıl yaşadınız? Nasıl bir anneniz vardı? Anneniz ile ilişkiniz sizin anneliğinize nasıl yansıdı?

Bir kadın olarak çok şey kazandım. Kendime güvenmeyi, dik durmayı, arkamda  bir erkek aramamayı sanırım annemden öğrendim. Annem otoriter bir kadındı. İlkokul öğretmeniydi. Ben çocukluğumu hiç unutmuyorum. Bazılarımızın hafızası çok kuvvetlidir ya, ben anneliğimi sanırım o unutmadığım tatlı, acı çocukluk anıları üzerine çok inşa ettim. Hani bazen küçük anektodlar okuyoruz ya, “siz de bir zamanlar çocuktunuz” diye, ben onu hiç unutmuyorum. Çocukken neye sevindiğimi, neye üzüldüğümü, neden kırıldığımı çok net hatırlıyorum. Bu hatırlayış da anneliği inşa etmemde gerçekten çok ciddi bir şekilde yardımcı oldu bana. Kendi deneyimlerimin olumlu ya da olumsuz etkisini kızımla ilişkimde böyle hayata geçirdim diye düşünüyorum. Mükemmel anneliğe inanmıyorum, hayatta hiçbir şey mükemmel değil. Bunun da çok yanlış anlaşılmasını istemiyorum; “mükemmel anne yoktur, boşver çok da uğraşma” gibi bir rahatlıktan da bahsetmiyorum. Ben becerebildiğim kadar en iyisini yapmaya çalışıyorum. Annelik konusunda çok da toleranslı değilim kendime. “Çok vakit ayıramadım,“ bugün de sesimi yükselttim” gibi durumlarda bu da affedilebilir gibi de davranmıyorum kendime, bunu da net söyleyebilirim. Annelik konusunda kendime katıyım. 

“O birisine “sana ne!” dediği zaman ben çok mutlu oluyorum. “

“Çocuğumun uyumsuz davranışlarını destekleyen, bu konuda da bazen anneleri de sinirlendiren bir anneyim” diye yazmıştınız bir paylaşımınıza. Katılık deyince şaşırdım biraz… Çocuğun uyumsuzluğunu desteklemeyi de biraz açabilir misiniz? 

Umarım arkadaşlarım okumaz. Bir ara tatilinde çocukları sınıf arkadaşlarıyla buluşturduk. İzmir’deydik ve hava çok güzeldi. Anneler bir araya geldik, parkta çay kahve içtik, çocuklar da doya doya oynadılar. İki kız çığlık çığlığa oynuyorlar, biri benim kızım, diğeri de arkadaşı… Arkadaşının annesi çocuğunu bir kaç defa uyardıktan sonra, diğer annelere karşı mahçup mu oldu bilmiyorum, “nefret ediyorum kızımın böyle bağırmasından” dedi.  Bu söz o kadar acı verdi ki bana. Eminim o anne kızını çok seviyor ve elbette nefret etmiyordu, çevreden çekindiği için belki de böyle söyledi. Sadece dilde bile olsa beni çok rahatsız ediyor. Ben aksine çocuğumun çığlık çığlığa oynamasından çok mutlu oluyorum. Çocukluğun çığlık çığlığa, bağıra bağıra, kahkahalar atarak oynayan bir varoluş olmasından ve bunu görmekten çok mutlu oluyorum. Bu uyumsuzluk değil, çocuk neşesi. Fakat ben bir kız çocuğu büyütüyorum ve bunun çok farkındayım. “Hayır” demeyi öğrensin ama ona da “hayır orada dur” denmesini istemiyorum. “Bu benim özelim,” “benim bedenim,” “benim kararım,” “benim hayatım” deme hakkını kendinde görmesi ve bunu bilerek yaşaması benim için her şeyden önemli. Ve bu da çok küçükken, bu yaşlarda  öğreniliyor.  O birisine “sana ne!” dediği zaman ben çok mutlu oluyorum. Biraz daha büyüyünce o “sana ne!” tavrını zaten toplumsallaştıracak ve o zaman “sana ne!” demek yerine, yumuşatarak “affedersiniz buna karışmanızı istemiyorum” diyecek zaten.  Bu özgüveni kazanarak büyümesi beni çok mutlu ediyor. Bir keresinde kızım bir yetişkinle kavga etti. Ben müdahale edersem ciddi bir öfke yaşayacağımızı bildiğim için müdahale etmedim. “Sana ne, sen karışamazsın. Benim bisikletim, düşmem” dedi.  Kadın beni bakışlarıyla, sözleriyle çok ciddi bir şekilde eleştirdi. “Sizce doğru mu yapıyor, çocuğa neden bir şey söylemiyorsunuz” dedi. Dönem dönem bu baskıyla karşı karşıya geliyorum ancak ben “hayır “ diyebilen bir kız görmekten çok mutluyum. 

“Çocuklara müdahale edilmediğinde, gözlemlendiğinde pek çok çocuk zorbalığa, istismara maruz kalabiliyor.”

“Ne kadar yaramaz çocuk, nasıl çocuk yetiştirmişsin…”  bakışlarına karşı nasıl bir tutum sergilemeliyiz? Bazen çevre rahatsız olmasın diye çocukları durdurabiliyoruz. Bir de eğer şimdi buna müdahale etmezsem, gelecekte hiç önleyemem düşüncesiyle çocukları yönetmeye çalışabiliyoruz… 

Zaten kimse yönetilemiyor. Hayır diyemeyen çocuklar var, sormayan çocuklar var. Hayır diyebilen ama ergenlikte ve yetişkinlikte de ebeveyn ile ilişkisini sürdürebilen, tartışabilen, derdini açabilen çocuklar olduğu gibi bunlardan kaçan, gizleyerek yapan, kaçan  ya da rest çeken çocuklar da var.Yöneten, yönetilebilen genç sayısı çok az ve bu iyi bir şey de değil, çünkü bir başkası sizi yönettiğinde hayatta kendinizi idame edebilme durumuna gelmeniz çok zor. Yönetmek çok iyi bir şey değil, bu toplum içinde yaşayacak çocuklar hayır demeyi de öğrensin, evet diyebileceği zamanı bilsin, tartışmayı öğrensin ve ayaklarının üzerinde durabilsin. Ayakta durmayı başarabilmek meselesi de aslında benim için tartışmalı bir konu. Bir trend var, çocuğa müdahale etme, çok da arkasında olma, kendisi halletsin, kendisi başarsın. Bunu da çok doru bulmuyorum çünkü o bir çocuk; bazen önünde, bazen arkasında, bazen yanında olmak zorundasınız, hem rehberlik etmek için hem de korumak için. Çocuklar kendi aralarında halleder düşüncesiyle çocuklara müdahale edilmediğinde, gözlemlendiğinde pek çok çocuk zorbalığa, istismara maruz kalabilyor, bu uç bir örnek ama çocuğa karşı tutumumuzu belirlememiz  konusunda önemli. “Kendi başımın çaresine bakmak zorundayım,”  “paylaşsam da kimse destek olmayacak” diyebilen çocuk yalnızlaşabiliyor ve ebeveynle ilişkisi kesilebiliyor. Dolayısıyla çocuğun ileride toplum içinde kendi ayaklarının üzerinde durabilmesi için onu kendi başına bırakmak yerine,  haklarına saygı duyarak ama desteğimizi de esirgemeden yanında olarak ona yol gösterebiliriz. 

“Herkesi memnun eden bir mükemmelliğe kendimizi zorlamamıza hiç gerek yok. “

Kendimizden mükemmel anne olmak zorunda hissedebiliyoruz ve bazen bu konuda yetersiz hissedebiliyoruz. Hatta siz de bir kez yazmıştınız, etrafımızda “hesap sorucular” olabiliyor. Destek olmak konusunda uzakta durup, çocuğa en ufak bir şey olduğunda anneyi sorumlu olarak gören yakınlar da olabiliyor. Annenin her açıdan desteklenmesi gerektiği noktada bir de bu sorumluluğu yükleniyor olması annenin yükünü de ağırlaştırabiliyor. Annenin hata yapma, yanlış davranma gibi bir hakkının olmayışı onu mükemmel olmak zorundalığına da itebiliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? İyi anne olalım ama kendimize nasıl iyi olabilmeliyiz?

Bunu belli bir özgürlük alanında olan biri olarak anlatmak isterim. Bir kere 42 yaşında anne olmuşum, onun bir rahatlığı ve özgüveni var. Gencecik bir anne aynı rahatlıkla çocuğuna, çevresine, kendisine davranamayabilir ve bu çok anlaşılır bir durumdur. Arkama psikoloji diplomalarını almışım ve  yeri geldiğinde “ben psikoloğum” diye karşımdakini susturma avantajım var. Çok geleneksel bir aile yapısı içinde değilim ve bu anlamda avantajlarım var. Çok rahat bir yerden konuşuyorum, bu nedenle af diliyorum. Geleneksel bir aile yapısında yaşayan gencecik bir anne için durum çok daha çetrefilli. Sürekli bir mükemmellik de bekleniyor bizden  ve  ne yapsak yanlış olabiliyor. Çocuk ağlıyorsa, “sustur”, susuyorsa “neden bu çocuk hiç konuşmuyor,” çekingense “neden böyle oldu?” hareketliyse ve etrafı karıştırıyorsa, “neden saygılı olmayı öğretmedin?…”  Böyle uzayıp giden bir liste. Ne yapsak yanlış olan bir tuhaflık içinde yaşıyoruz.  Yemek yememesi ve tablet izlemesine kadar uzayan birçok örnek sayabiliriz. Her zaman iyi niyetli uyarılar ya da tavsiyeler olmuyor, bazen de eksik ve kusur bulmak üzere hareket ediliyor.  Herkesi memnun eden bir mükemmelliğe kendimizi zorlamamıza hiç gerek yok. Babayı memnun ettiğiniz zaman babaanneyi memnun edemeyeceksiniz, babaanneyi memnun etmeye çalıştığınız zaman anneanneyi memnun edemeyeceksiniz. Herkesi memnun etme şansımız hiç yok. O suçluluk duygusundan herkesi memnun etmek ya da kitapların yazdığı, uzmanların söylediği doğruyu yapıp yapmıyor olmak değil kriter, çocuk merkezli düşünmek gerekir. Her çocuk farklıdır. Anne çocuğunu tanır, yaraladı mı, örseledi mi, engelledi mi, haklarını ihlal ettim mi hepsini bilir.  Annelerin buralarda çok rahat olması gerektiğini de düşünmüyorum. Galiba benim önce çocuk sonra anne gibi bir bakışım var. Bir taraftan feminist baktığımı da düşünüyorum.  

“Suçluluk duygusunu aşabilmek konusunda anahtar kelime: yüzleşebilmek.”

Anne ağır suçluluk duyguları içindeyse bir taraftan başka sorunlar büyük ihtimalle yaşıyor ki, çocukla yaşadığı bir kıvılcım bir şeyleri tetikliyor ve ağır suçluluk duyguları yaratıyor. Anne olmak dışında kadın olmak da zor. Suçluluk duygusunu aşabilmek konusunda anahtar kelime: yüzleşebilmek. Bazen kaçmaya çalışıyoruz. Böyle durumlarda  “zaten “ dediğimiz yerlere bakmamız gerekiyor. “Nasıl yetişebileyim zaten? O da beni çok sinirlendirdi zaten.” “Babası zaten moralimi bozdu.”  Bu zatenleri bir tarafa bırakıp, kabullenişe geçmemiz gerekiyor. “Evet biraz incittim.  Az önce öfkeli davrandım”  gibi  bir kabullenişle kendimizle yüzleşebilmek cesaretini gösterebilmemiz gerekiyor. Bu yüzleşmeyi yaşamak anneye çok iyi gelecek.  “Tamam bu konuda yanlış yaptım ama neden böyle davrandım?” iç konuşması asıl nedeni farketmeyi sağlayacak ve anne, çünküleri gördüğünde artık ne yapacağını, kendini nasıl yönlendirmesi gerektiğini görecek. “ Çünkü ben mutsuzum. Çünkü ben bu sebeplerden dolayı çok baskı altındayım. Bu nedenden dolayı enerjim yok…” Bu yüzleşme kendinize de bakma fırsatı yaratır. Kendinize bakmak, kendinizi de yenilemenizi, kendinize iyi gelebilecek alternatiflerin de yolunu açabilir. Sizin daha iyi hissetmeniz çocuğunuzun da iyi hissetmesini sağlayacaktır. Bu iyi hissetme hali çocuğunuzla ilişkinizin de daha iyi olmasına neden olabilir. Tüm bunları farkediş ve iyi hissediş hali çocuğunuza davranışlarınızı da olumlu etkileyebilir ve bu da ona çok güzel bir örnek olabilir. Mesela özür dilemek, koşullarınızı anlatmaya çalışmak, üzgün olduğunuzu ifade etmek  aynı zamanda çocuğunuzun duygularını tanıyıp, ifade etmesine de zemin hazılayabilir. Tüm bunların ardından bir daha aynı hatayı yapmamak için ne yapabileceğinizi planlamak çok önemli. 

Kızım doğduğunda destek olmak için kayınbabam geldi. 90 yaşına yakındı yaşı. Yemek yemeyi çok severdi ve ben ona güzel sofralar kurardım. 20 günlük bir bebek genelde uyur ancak ben bebeğin yanından ayrılınca bebek ağlıyor. Yemek yetişmiyor, bebek odası ve mutfak arasında telaşlı bir koşturma yaşıyorum. 90 yaşında bir aadamı beklettiğim için ayrı bir üzülüyor ve telaşlanıyorum. Çok fena arada kaldım. Çok strese girdim ve o gün psikolog olarak öğrenmediğim ve kimseye daha önce de önermediğim bir karar verdim:  önce kızım, sonra ben ve sonra geride kalanlar… Bu bebek ağladı ve ben kimseye yemek yetiştirmek zorunda ve sofralar kurmak zorunda değilim dedim. Çünkü yetişmiyor ve bebeğe haksızlık oluyor. Bunu başardım ama başta da dediğim gibi benim koşullarım rahattı ve ben bunu rahat koşullarda başardım. 

“Annelik  iyileştirici bir süreç.”

“Zihnimiz berbat çocukluk deneyimleriyle, berbat örneklerle, bilimsel açıklamalarımız biraz daha hallice öğretilerle doluyken nereden bulacağız bu mükemmelliğin yolunu?  “ diye soruyorsunuz bir paylaşımınızda. Biz her şeyden önce birer çocuktuk  ve bu çocuk nasıl bir ortamda büyüdü, neleri hafızasına kaydetti ve belki de ne kadar yanlış bilgiyi doğru gibi kaydetti. Kendi iç dünyamızı ve içimizdeki çocuktan çocuğa yansıyan yönleri nasıl fark edebileceğiz? Önceliği içe dönüşe vermek, kendimize şefkat göstermek çocukla iletişimimizi olumlu yönde etkilemez mi?

Ben özel eğitimde çalışmaya başladığım ilk yıllarda süperizyonda nasıl böyle tutkuyla çalışıyorum, nasıl yorulmuyorum diye sormuştum bir terapist arkadaşıma. O da bana, “kendi çocukluğunu onarıyorsun” demişti. Hiç böyle düşünmemiştim, “kendi anılarını onarıyorsun “ sözü oradan geliyor. Annelik aslında iyileştirici bir süreç. Bir kere bol bol oyun oynuyorsunuz ve oyun iyileştirir. Sarılıp yatıyorsunuz, tekrar çizgi film izleyecek vaktiniz var, işiniz o çünkü. Bir kez daha çocuk oluyorsunuz. Ben Haidi’yi tekrar izlemekten çok mutluyum mesela. Annelik, eğer çocuk ve anne var ise çok fazla dışarıdan müdahale, baskı, yoksunluklar, zorbalıklar yoksa sizin için çok iyileştirici bir süreç. Bizi bize bırakmıyorlar işte asıl sorun bu. Şimdi her anne tekrar çizgi film izleyemiyor çünkü eş akşam yemek istiyor. Evin toparlanması gerekiyor, işlerin halledilmesi, hatta çalışan anneler için o telefon konuşmasının yapılması, o mailin dikkatle gönderilmesi gerekiyor. Kadınlar olarak böyle yaşıyoruz. Bunu değiştirmek bireylerin çok elinde değil. Keşke her akşam yemek pişirmek zorunda olmasak, çizgi film izlesek, parkta oynasak, o zaman annelik çok iyileştirici bir süreç olabilir. Çocukluğunuzda eksik kalanı yaşıyorsunuz, çocukken size öyle sarılınmamışsa sarılarak o içinizdeki çocuğu da onarıyorsunuz. “Vay be, çok saygı duyuyorum bu söylediğine” derken samimiyseniz saygınızda, içinizdeki çocuk da o saygıyı hissediyor. Böyle de olabilirmiş, böyle de yaşanabilirmiş diyorsunuz. Sonra çocuğunuzun gönlündeki pırıltı size de geçiyor. 

“Anneler çocukları doğurmaz, çocuklar anneleri yaratırlar. “ diyorsunuz bir paylaşımınızda. Son olarak bu sözle bitirmek istedim. Sizin eklemek istediğiniz bir şeyler olur mu bu söze? 

Çocuklar kadını anne yapıyor ve bu muazzam bir şey. Çocuk anneye aynı zamanda kendi çocukluğunu onarma olanağı da sağlıyor. Çocuklar iyi ki var.

Sevilay Acar

Önceki İçerikDilin Canımı Acıtıyor Lütfen Beni İncitmeden Konuş!
Sonraki İçerikİki Ödüllü “Kitaba Bak” Mobil Uygulama Projesi
Sevilay Acar
Öğrenim Üyesi / Okur- Yazar. En büyük deneyimim çocukluğumda oynadığım oyunlar ve kurduğum hayaller oldu. Her ne yapıyor olursam olayım, iki etken her zaman yolumu belirler: hayaller ve dualar. Çocuk merakı ve heyecanıyla öğrenmeye çalışıyor, okuyor, yazıyorum. Babalardan Babalara adlı bir röportaj kitabım var. Babaların ayak izlerinden oluşan ve hikayeleriyle iç dünyaya yolculuk yaptıran bir kitap olduğunu düşünüyorum. Yolculuğu seviyorum çünkü her şeyin yolda şekillendiğine inanıyorum. Bu yolda en çok da öğrenciyim; kapsayan, içine alan, öğrendikçe çoğalan ve var olan. Karşılaştıklarımı, hissettiklerimi, öğrendiklerimi yazarak paylaşmaya çalışıyorum.