Tüm mesele bu mu sadece? İlle de bir günü kutlamak mı? Bir şey olmak mı? Bir kelimeye, anlama, sıfata, tamlamaya, tarihe ya da etikete bürünmek mi? Bunlar olmazsa olmuyor mu? Kendimizi, sen olmayı, ben olmayı, biz olmayı, mutlaka belirli kalıplar içinde anlatmak zorunda mıyız?
Ben anlatamıyorum mesela. Sana seni anlatırken zorlanıyorum. Sıradan kelimeler, gelişigüzel kalıplar kullanmak istemiyorum. Seni tanımlarken veya senden bahsederken yaşadığım heyecanı, kelimeler de yaşasın istiyorum. İstiyorum ki, “özel”, “önemli” dediğimde, bu sözcükler yan yana gelirken heyecanlansınlar. Ö’lerin üzerindeki noktalar kalp atışlarım gibi olsun istiyorum. :)
Veya “Sevdim” derken, ilk hecenin gözleri dolsun, ikinci hece nefessiz yutkunsun istiyorum. Ben hiçbir şey söylemeden, cümlenin başına kendi kendine, ‘Çok’ gelsin sonra : ‘Çok sevdim’ olsun. Birlikte ağlasınlar bu sefer…
Bir sürü kelime düşünüyorum ama kalıplara koymak istemiyorum hiçbirini. Özel, önemli olman yetmiyor. Evet, bu yüzden başka bir sözcükle devam etmek istiyorum: “Tek” diye anlatmak istiyorum seni…
Sözlük anlamı çok sığ kalıyor “tek”i anlatmaya, daha doğrusu tek olduğunu anlatmaya. Herkes tektir elbette, kimsenin aynısı yoktur. Ama senin ‘tek’liğin başka… Yalın, bir başına bir teklik bu… Kimseleri yerine koyamadığım, yokluğunu Nevada licenses its CDL casino pa natet driving schools, so any legitimate nys defensive driving course online should be fine with your request for the licensing body contact details. hayalinin dışında başka bir şeyle dolduramadığım bir teklik. Sevmek deyince, aklıma gelen tek isim. Parça parça bir kalp taşırken bile, hafızamdaki tek düşünce. Tek olmak, bu yüzden farklı duruyor sende. Belli sıralamalarda anlatamayışım, bundan…
Evet, ne diyorduk? Kelimeler… Bir de bir kelime daha var, seni anlatırken kullanmayı sevdiğim: “İlk”. İlk göz ağrısı, ilk heyecan, ilk bakış, ilk acı, ilk aşk… Hepsini sıralamak mümkün ama yeterli değil. Çünkü ilk’ler, başka hayatlarda yerini hep kendinden sonra gelenlere bırakır. Bende bırakmadı. “İlk”, belki de ilk defa, tek başına kaldı, kendinden sonra kimseyi almadı yanına… Bendeki ilk olman böyle bir şey… Sen yani…
İlle de bir şey olmak, bir tamlamanın içine hapsolmak gerekmiyor. Bu yüzden aklıma gelenlerin hepsini hem bir çırpıda sıralamak, söylemek; hem de hiçbir şey söylememek, sadece ismini yazıp, ona bakmak istiyorum.
Senin de dediğin gibi, biz, şimdi, birbirimizin bir şeyi değiliz. Sana bunu herhangi bir sıfatla yazamıyorum mesela…
Ne demiş Murathan Mungan :
“Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana, göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanmak isteyen ama istediği zaman uzanamayan iki yıldız gibi…
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz.”
Aynı coşkuyla ben devam etmek istiyorum şimdi de:
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Zorlu bir yolculuktaki iki yolcu gibiyiz; bir taraftan yola devam edip, diğer taraftan, yanında güvenmek, inanmak, tutunmak istediği birisini arayan iki yolcu… Yol boyunca, gözlerimizin içine bakıp, aynı şeyleri düşünüyor ama kelimelere dökemiyoruz. Kelimeler, bizim anlatmak istediklerimizi anlatmaya yetmiyor çünkü.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Sabırlı bekleyişin sessiz haliyiz. Mucizeler ve istekler arasındaki ince keskin çizgiyiz. Birbirimizin geçmişiyiz. Sadece ikimizin bildiği, sır sözcüklerdeyiz. Birbirine o günkü gibi uzanmak ve birbirini hiç bırakmadan, sımsıkı tutmak isteyen, iki el gibiyiz.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Aynı yöne akan iki nehir gibiyiz; yataklarımızda geçmişten biriktirdiklerimizi taşıyoruz ama kafa kafaya verip, aynı denize dökülerek, birbirimizde kaybolmayı istiyoruz.
Biz şimdi “tek bir şeyi” değiliz birbirimizin…
Her şeyiyiz çünkü…