Ayna Ayna Söyle Bana!

Kadın ve erkek birbirinden ayrı düşünülemez muhteşem ikili. Bir elmanın iki yarısı, tamamlanıncaya kadar biri olmadan diğeri yarım. Tanrı’nın yarattığı iki mucize cins. Bir araya geldiklerinde neler yapabiliyorlar, ayrı kaldıklarında, parçalarını bulamadıklarında bir o kadar da eksik…
Aşk belki de en büyük mucize insan hayatında. Hem tekamül kapısı, hem de başarmanın, yapabilmenin yarısı. Yıllarca parçalarımızı bulabilmek için belki de nasıl zorlu yolculuklar yaşadık. Ve hala diğer yarımızı bulabilmek için kim bilir kaç çeşit yalnızlığın içinden geçtik.
Bu kadar insan diğer yarısını ararken, parçalarını tamamlayanların birbirlerine sevgili gibi değil de düşmanmış gibi davranmalarını hiçbir zaman anlayamadım, anlayamıyorum.
İlk başlarda yaşanan o heyecanın, sevginin, özenin, övgülerin yerini boş vermişliklerin, değersizliklerin, ilgisizliklerin alması gerçekten düşünülmesi gereken bir konu. Zaten de sanırım sorunumuz ilişkinin gidişatı, gelişmesi ve daha iyi yapılanması için yeterince düşünmememizden kaynaklanıyor.
Bir tarlaya su vermeye üşenmek ve o tarladan verim almak istemek gibi bir şey ilişkiyi rutinleştirmek. Sevginin ve övgünün cömertçe sunulmadığı, hatta saklandığı ve unutulduğu “nasıl olsa yanımda” rahatlığıyla kapıların açıldığı evler var. İçinde yaşayanlar olmasına rağmen “evde kimse yok ” sessizliği taşıyan evler. Duvarları, koltuğu, kanepesi, yatağı bile bir zamanlar cıvıl cıvıl konuşan bu çiftlerin yalnızlığına bürünmüş evler…
Ne kadar çabuk unutuyoruz bir zamanlar yaşadıklarımızı, paylaştıklarımızı, sevdiğimizi, sevildiğimizi. Fakat araya ayrılık girdiğinde, aynı saygıdan bakamıyor, aynı pencereden seyredemiyoruz ilk günlerimizi… Oysa “ben sana mecburum ” şiiriyle açılmıştı kalplerin cümle kapısı.
Sosyal medyada ünlü, ünsüz, fenomen ya da yalnız kullanıcı bir çok yorum, mesaj, sazlı sözlü paylaşımlar beraberken ve ayrıyken diye ikiye ayrılıyor. O çok seviyorum, aşkından ölüyorum, iyi ki varsın cümleleri sanki çift kişilikli bir insan gibi. Küfürler, hakaretler, saygısız göndermeler. Kalbinin misafirini ağırlamaktan yorulmuş gibi ağır ve hissiz öpüşler…
Sadece evli çiftler değil, tüm sevgililer, parçalarını bulabilenleri düşündüm bugün. Dinlediğim bir şarkının içindeki şiir gibiydi hayatın penceresinden baktığımda gördüğüm. Ayna’nın “Kadınım” adlı parçası, etrafımda olan bitene daha da bir dikkat kesilmemi sağladı. Bir ayrılık şarkısıydı. Belli ki, sevdiğinin özlemini çekiyor adam. Belli ki, zamanında, tam olması gereken o anda söylememiş, söyleyememiş içinden geçenleri, yitmiş bir aşk. Yol vermişler bir aşka; gitmiş bir kadın, bir adam…
Ayna’nın şarkısının nakaratlarındaydı pişmanlık, “ah ben ne yaptım!” yakarışları…
Sen benim kadınımdın, sen benim insanımdın,
Senden sonra olmuyor, sen benim hayatımdın

Etrafımda gelişen ilişkileri düşündüm. Bir ilişkim yoktu ama ilişkisi olanların anlattıklarının yorgunuydum. Ben yaşamışım gibi yorgundum… Sevmekten çok, sevmemeye odaklanmıştı adeta “seviyorum ” diyenler.
Sevmeleri de vedaları da bir saygıyla yaşamayı bilemiyorduk. En çok da ayrılırken çıkartıyorduk içimizdeki öfkeyi, nefreti, kini. Ve hepsinden bir silah yapıp, daha önce sevdiğimiz cümlelerin üzerine sıkarak öldürüyorduk anılarımızı. Bu da bir dildi işte ve bu dilin adı kesinlikle şiddet ve hiddet diliydi. Sevgilinin yoksunluğunu, eksikliğini yaşadığımız halde ne kadar da kolay kullanıyorduk içinden nefret geçen kelimeleri. Oysa ne kadar kolaydı bir sevgiliye “gitme!” demek. Ne kadar kolay vazgeçirebilirdi bir ” özür dilerim ” diyebilmek.

“Kuş olsun, insan olsun, yalnızlık sevmeyi bilmeyenlerin icadı” der Edip
Cansever.

Ne kadar çok paylaştık bu sözü sosyal sitelerde. İşte, durduk yere icat çıkarıyoruz başımıza. Yalnızlığımızın sebebini biliyor, sevgisiz yapamıyor, gönderiyor, kaçıyor, kaçırmak için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Sonra da sevgilinin kulağına fısıldayamadıklarımızı şarkılarla, sözlerle, şiirlerle arkasından bağırıyoruz.
Galiba biz karşımızdaki insanla değil, en çok içimizdeki düşmanlara yeniliyoruz. Galiba biz, dinlemekten ve anlamaktan daha çok anlamamak için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. Oysa ne kadar basit her şey, “anlatmak istiyorum” diyene ” anlıyorum”, “konuşmak istiyorum” diyene “dinliyorum” demek, diyebilmek. Bunu çok arzu ederken, gururumuza, egomuza yenilip içimizdeki zülfikarlarla önce sevgiliye sonra kendimize saldırıyor olmamız ne hazin bir öğrenilmiş çaresizlik. Aşkın getirdiği, sunduğu güzelliklerin keyfini çıkaranlara, tamamlandığının değerini bilene ne mutlu. Sözüm çığlık çığlığa sevgi yaşanan evlerden dışarı.
Ayna’yı dinlemeye devam ediyorum yaşam denen aynanın karşısında. “Her adam bana benziyor biraz; hassas, kaybetmeyi kabullenmiş. ” diyor şarkının içindeki adam ve devam ediyor; “Her kadın sana benziyor biraz; unutkan, yorgun, boş vermiş.”
Soruyorum kendi kendime; Ayna, ayna söyle bana!…
Kazanmak için ayağa kalkıp koşacak mı adamlar ?
Unuttuklarını hatırlayacak mı kadınlar?

Önceki İçerikHatırımız Varmış, Bizi Terk Etmemiş: Türk Kahvesi
Sonraki İçerikNewism, Nowism – Yenilikçilik, Şimdicilik
Öğrenim Üyesi / Okur- Yazar. En büyük deneyimim çocukluğumda oynadığım oyunlar ve kurduğum hayaller oldu. Her ne yapıyor olursam olayım, iki etken her zaman yolumu belirler: hayaller ve dualar. Çocuk merakı ve heyecanıyla öğrenmeye çalışıyor, okuyor, yazıyorum. Babalardan Babalara adlı bir röportaj kitabım var. Babaların ayak izlerinden oluşan ve hikayeleriyle iç dünyaya yolculuk yaptıran bir kitap olduğunu düşünüyorum. Yolculuğu seviyorum çünkü her şeyin yolda şekillendiğine inanıyorum. Bu yolda en çok da öğrenciyim; kapsayan, içine alan, öğrendikçe çoğalan ve var olan. Karşılaştıklarımı, hissettiklerimi, öğrendiklerimi yazarak paylaşmaya çalışıyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz