Yazar Olmak: Neden Yazıyorlar?

Yazmak… Bir bakıma ruhun konuşmak için seçtiği bir yol. Kimi zaman bir iç döküş, kimi zaman bir isyan, kimi zaman da sessizce kendine sarılmak…

Kimimiz için yazmak bir hayatta kalma biçimi, kimimiz için iç sesle barışma yolu. Bazıları için tanıklık, bazıları için kaçış. Bazıları için bir arayış.

“Yazmasaydım delirecektim,” demiş Sait Faik. O cümle sadece onun değil, kelimelere tutunan herkesin içsel çığlığı olabilir. Kelimelerle, hikayelerle dolmuşsanız yazmaktan başka yol yoktur.

Yazarlara en çok sorulan sorudur; neden yazıyorsun?

Yazmanın nedenini sorgulamak, aslında insanın kendine “Ben kimim?” demesiyle eşdeğerdir. Her yazarın kendi sesi, kendi nedeni var. Ama mesele sadece kelimeleri sıralamak değil; mesele neyi neden söylediğini fark etmek.

Bu yazıda, kitapları çok okura ulaşan yazarların “neden yazıyorum” sorusuna verdikleri yanıtları okuyalım, anlayalım, yorumlayalım diye çıktım yola. Her sözün altındaki derinliği birlikte düşünmeye davet ediyor ve sonra eğer sen de bir yazarsan bu soruyu sana da yöneltiyorum. Sen neden yazıyorsun?

George Orwell

“Yazma nedenim: Egoizm, estetik heves, tarihsel dürtü ve politik amaç. Ama dürüst olalım, her yazar biraz kibirlidir. Ve aslında yazma nedenlerinin temeli bir gizemdir.”

Orwell yazmanın ne kadar çok yönlü, hatta çelişkili bir ihtiyaç olduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. “Yazmak hem bireysel hem toplumsal bir eylemdir. Hem güzellik arayışı hem hakikati dile getirme savaşıdır. Ama işin en ilginç kısmı, bütün bunların arkasında tanımlayamadığımız bir “gizem” olmasıdır.”  Belki de kaleme sarılmamızın en dürüst nedeni, kendimizden bile sakladığımız o bilinmeyen dürtüdür. Yazmak, anlamını yazarken bulduğumuz bir yolculuktur.

Kaleme uzandığında gerçekten neyin peşindesin ve bu gizem seni nereye taşıyor?

1984

Totaliter rejimlerin insan ruhu üzerindeki baskısını anlatan distopik başyapıt. George Orwell’in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır. Yazarın en bilinen, benim de etkilenerek okuduğum eseri.

Gustave Flaubert

“Yazarlık bir köpek gibi yaşamak demek ama yaşamaya değer tek hayat.”

Flaubert yazarlığın ne denli yalnız, yıpratıcı ama aynı zamanda tutkulu bir hayat biçimi olduğunu açıkça dile getiriyor. Yazmak bazen bir ömür süren bir sabır egzersizidir. Sürekli yeniden başlamak, düzeltmek, vazgeçmemektir. Ve tüm bu meşakkatli yolculuğa rağmen yazar, kalemini bırakmaz. Çünkü başka türlüsü ona yaşam gibi gelmez. Yazmak, kendi gölgenle birlikte yürümeye razı olmaktır.

Sen yazarken neyle savaşıyorsun ve bu savaşın içinde kendini ne kadar buluyorsun?

Madam Bovary

Aşkı, arzuyu ve hayal kırıklığını anlatan edebiyat tarihinin en çarpıcı kadın karakterlerinden birini yaratır. Burjuva hayallerinin trajik çözülüşü ve kadın özgürlüğüne dair çarpıcı bir eleştiri. Italo Calvino’ya göre ise klasik, ilk okunduğunda verdiği keşif duygusunu her okunuşunda yeniden veren kitaptır. Bir daha okurum. Siz okumadıysanız neler kaybettiniz asla bilemeyeceksiniz.

Neil Gaiman

“Hikâyenin alev alarak hayata geldiği o ânı yakalamak… Her şey birden anlam kazanır, hem yaratıcısı hem seyircisi olursun. Büyülü ve garip bir şeydir bu.”

Gaiman’ın bu sözünde, yazının sadece akılla değil sezgiyle, hatta biraz da büyüyle kurduğu ilişki vardır. O an gelir ve kelimeler senin değilmiş gibi dökülmeye başlar. Hikâye senden akar ama sen onun nereye gittiğini bilmezsin. Bu teslimiyet hâli, yazının en eşsiz yanıdır. O anı bir kez yaşayan yazar, bir ömür o hissin peşinden gider.

Sen o ânı hiç yakaladın mı? Kalemin senden önce hareket ettiği, hikâyenin seni yazdığı bir zaman oldu mu?

Amerikan Tanrıları

Mitlerle modern dünyayı buluşturan, kimlik ve inanç üzerine kurgulanmış bir modern klasik. Mitoloji, inanç ve toplum üzerine fantastik bir anlatı. Yazar Neil Gaiman, kalbinin en derin sırlarını Amerikan Tanrıları kitabından okuyucusuna aktarmış.

Gabriel García Márquez

“Dostlarım beni daha çok sevsin diye.”

Bu cümlede samimiyetin ve kırılganlığın sesi var. Marquez, yazmanın sadece büyük ideallerle değil, küçük insan arzularıyla da başladığını gösteriyor. Sevilme isteği, görülme arzusu, kalabalıklar içinde değerli olma çabası… Yazmak, bazen içimizdeki çocukla baş başa kalmanın ve onun kabul edilme ihtiyacına bir cevap vermenin yoludur.

Sen de bazen yazarken görülmek mi istiyorsun? Hangi satırların aslında bir “beni fark et” çağrısı?

Yüzyıllık Yalnızlık

– Büyülü gerçekçiliğin başyapıtı; insanın yalnızlıkla imtihanı ve zamanın döngüselliği. “Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları bir örnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım.”

Honoré de Balzac

“Zengin ve ünlü olmak için.”

Balzac, dürüstlüğüyle çarpar: yazmak bazen sadece yazmak için değil, dünyada bir yer edinmek içindir. Toplumda görünür olmak, geçim sağlamak, bir ad bırakmak… Bu motivasyon, yüzeysel görünse de yazı disiplininin ve kalıcılığın en güçlü iticisi olabilir. Yazma isteğinin ardında her zaman ruhani bir sebep aramak gerekmez. Bazen hayatta kalma içgüdüsüdür yazının kaynağı.

Senin yazma motivasyonun gerçekten sadece içsel mi? Yoksa bir dünya kurma, bir hayat inşa etme arzusu da var mı?

Vadideki Zambak

– Aşkın bu kadar çok yönünü ele alabilmek, duyguları böylesine derinlikli ve incelikli bir dille ifade edebilmek şaşırtıcı. Balzac, insan ruhunun karmaşasını, suskun bir tutkunun ağırlığında büyük bir incelikle anlatır. Duyguların en dolambaçlı yollarında bile insana ayna tutar.

Milan Kundera

“Kimsenin söylemediğini söylemek zorunda olduğum için yazıyorum. Kimsenin söylemediğini söylemek, herkesin söylediğinin tersini söylemek anlamına gelir.”

Kundera’nın yazmakla ilgili çıkışı, yazının isyanla olan bağını gösterir. Yazmak; susulmuş olana ses vermek, kalıpları bozmak, çoğunluğa karşı azınlığın sesi olmaktır. Yazı, sadece anlatmak değil, bir duruş almak, kendi düşünsel özgürlüğünü yaratmaktır. Bu aynı zamanda yalnızlık gerektirir, cesaret ister.

Sen yazarken kimin sessizliğini duyuyorsun? Hangi alışkanlığı sorguya çekiyorsun?

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

– Aşk, özgürlük ve varoluş sorularıyla örülmüş bir düşünsel roman. Milan Kundera’nın en bilinen romanı Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, yayımlanır yayımlanmaz çağdaş klasikler arasına girmiş, geçen yüzyılın en güçlü anlatılarından biri. Kundera, tepkiye karşı tepkisizliği, kararlılığa karşı kararsızlığın tutarlı ve erdemli yanlarını araştırdığı romanının başkişisi Tomas’la alışılmış, arkasında güçlü düşünce ve yaşam kurallarını taşıyan roman karakterlerini sorgular.

Isaac Asimov

“Hangi nedenle nefes alıyorsam, o sebeple yazıyorum.”

Asimov’un bu sözü, yazının onun için biyolojik bir ihtiyaç gibi olduğunu anlatır. Yazmak; onun dünyayı anlamlandırma, kontrol etme, zihnini yatıştırma biçimidir. Yazmadığı zaman adeta varlığından eksilir. Bu yaklaşım, yazının sadece estetik değil, bir tür varoluş temeli olduğunu hatırlatır.

Yazmayı bıraksan, hayatının ritmi bozulur mu? Yazmak senin için bir ihtiyaç mı yoksa bir tercih mi?

Vakıf

– Okuyamadığım bir kitap daha. Merak etmeye devam edeceğim. “İnsanlık tarihine dair felsefi ve teknolojik bir destan; bilimkurgu türünün yapıtaşlarından.”

Ernest Hemingway

“Amacım gördüklerimi ve hissettiklerimi en sade haliyle kâğıda dökmek.”

Hemingway’in yazı anlayışı, sadeliğin gücüne inanır. Abartıdan uzak, doğrudan, hatta suskunluğun içinde yankılanan cümlelerle yazmak ister. Onun için yazmak, gösterişli cümleler değil; netlik ve gerçekliktir. Hissettiğini eğip bükmeden, en saf haliyle sunmak… Yani dürüst olmak.

Sen yazarken süs mü yapıyorsun yoksa içini gerçekten mi açıyorsun? Yazının içinde dürüstlüğün hangi dilde konuşuyor?

Çanlar Kimin İçin Çalıyor

– Savaş, aşk ve bireysel fedakârlık üzerine sarsıcı bir anlatı. Tüm zamanların en iyi savaş romanlarından biridir. Yazarın ustalık eseri, bir başlayın, bitirmeden bırakamazsınız.

Stephen King

“Sabah kalkmak, iyi olmak ve bir şeyleri aşmak için yazıyorum. Mutlu olmak, anlatabiliyor muyum? Mutlu olmak.”

King için yazı, ruh sağlığıyla iç içedir. Yazmak, onun hayatta kalma mekanizması, gün içinde kendini iyi hissetmenin yolu. Herkes için terapi odası yoktur ama bir defter, bir kalem her zaman vardır. King’in sözleri, yazının iyileştirici gücüne dikkat çeker.

Yazarken kendine mi iyi geliyorsun, yoksa başkalarına mı şifa sunuyorsun? Hangi yazın sana en çok “iyi geldi”?

Hayvan Mezarlığı

– Okuyamadığım bir roman. Filmini de izleyemedim. Şöyle diyorlar: Korku ve çocukluk travmalarını yüzeye çıkaran bir başyapıt. Dr. Louis Creed ve ailesi eski kızılderili mezarlığındaki ruhların gazabına uğramışlardı…

Stephen King okurlarını, doğaüstü olaylarla bezenmiş heyecanların doruğuna götürüyor.

Iris Murdoch

“Yazıyorum, çünkü bu işi ve sanatı çok seviyorum.”

Murdoch’un bu ifadesi, yazının zevkini ve tutkusunu yüceltir. O, yazmayı bir görev ya da mücadele değil; içinden gelen estetik bir eylem olarak tanımlar. Yazı, onun için bir sanat dalı; sözcüklerle şekillenen, anlamla dans eden bir uğraş. Sevdiğiniz için yaptığınız şeyler, sabırla derinleşir. Murdoch’un yazıya yaklaşımı da bu sevginin ürünüdür.

Sen gerçekten yazmayı seviyor musun? Yoksa seni yazıya iten başka nedenler mi var?

Deniz Deniz

– Kıskançlık, yalnızlık ve iç gözlem üzerine katmanlı bir roman. 1978 Booker Ödülü sahibi. Deniz Deniz, bizi başlıca ifritlerimizle yüzleştiren çok güzel, karmaşık ve ironik bir roman: Korku, kıskançlık, kibir, haset, yanlış kişiye duyulan aşkın acısı ve hayhuyu ister savaş alanında olsun ister evimizin mahremiyeti içinde, şiddet kullanma içgüdüsü.

Umberto Eco

“Çocuklarım büyümüştü, artık kime öykü anlatacağımı bilemiyordum.”

Eco’nun bu sözü, yazının bir boşluğu doldurma ihtiyacından doğduğunu gösterir. Anlatmak için bir muhatap arayışı… İnsan, anlatacak bir hikâyesi olduğunda, onu taşıyacak bir kulak da ister. Eco’nun hikâyeleri, önce çocuklarına, sonra dünyaya yönelir. Belki de her yazar, çocukları büyüdüğünde yazıya döner.

Senin hikâyelerini duymak isteyen biri var mı? Yoksa onları önce kendin için mi anlatıyorsun?

Gülün Adı

– Orta Çağ’da geçen, felsefi, tarihsel ve polisiye öğelerle bezeli kült bir roman. Dünyanın ünlü İtalyan yazarı Umberto Eco, aslında çok yönlü bir bilim adamı. İtalya’da, Bologna Üniversitesinde öğretim üyesi, semiolog, tarihçi; filozof, estetikçi, orta çağ uzmanı ve James Joyce üzerine derin araştırmalar yapmış biri. Umberto Eco’nun ilk romanı, 1980’de İtalya’da ilk yayımlanışından bu yana sayısız basım yaptı ve dünyanın pek çok diline çevrildi. Dünyada olağanüstü bir ilgi uyandıran bu romanın yankıları hala sürüyor.

William Golding

“Son elli, altmış yıl içinde bu konuda kesin bir cevap vermek benim için zorlaştı.”

Golding’in cevabı hem bilgelik hem de tevazu içeriyor. Yazmanın nedeni, zamanla değişebilen, sabit bir tanıma sığmayan bir yolculuktur. Belki gençken ifade, yaşlıyken anlam, ortalarda bir yerlerde huzur arayışıdır. Yazı, zamanla birlikte evrilen bir aynadır.

Senin yazma nedenin yıllar içinde değişti mi? Bugün yazdığın şey, beş yıl öncekiyle aynı mı?

Sineklerin Tanrısı

– Medeniyet ve vahşilik üzerine sarsıcı bir alegori; çocukların gözünden insan doğası. Bir nükleer savaş tehdidi yaşayan İngiltere, çocuklarını güvene almak için onları bir uçağa yerleştirerek ülkeden uzaklaştırmak isterler. Fakat uçak bilinmeyen bir sebep ile ıssız bir adaya düşer. Kazada uçakta kalan bütün yetişkinler hayatını kaybeder ve sadece çocuklar hayatta kalır. Güç ve iktidar savaşı çocukların içindeki uyuyan duyguları uyandırır ve kaçınılmaz olarak kaosun içine sürükler.

Terry Pratchett

“Yazmak, kendi başınıza yapabileceğiniz en eğlenceli şeydir.”

Pratchett’in yazıya bakışı, keyif ve özgürlüğün birleşimidir. Kalemin başında geçirilen zaman, yalnızlığın sıkıcılığı değil, yaratıcılığın coşkusudur. Yazarken bir dünyayı sıfırdan kurmanın, karakterlerle oynamanın, olaylara hükmetmenin heyecanı vardır. O, yazmayı bir yük değil, bir oyun gibi yaşar.

Senin yazın ne zaman eğlenceli oluyor? Oyun oynar gibi mi yazıyorsun, yoksa bir görev gibi mi hissediyorsun?

Diskdünya Serisi

–  Diskdünya 41 kitaptan oluşan, mizah, hiciv ve felsefeyle örülü dev bir fantastik evren. Terry Pratchett, anlatmak istediklerini farklı bir dünya üzerinden bize aktarıyor ve aktarmayı sıkmadan, çok güzel bir şekilde başarıyor.

Italo Calvino

“İlk yazdıklarımdan hoşnut kalmadım. Yazdıklarımı düzeltmek, tamamlamak ve yeni çözümler getirmek için yazmaya devam ediyorum.”

Calvino’nun sözü, yazının hiç tamamlanmayan bir inşa süreci olduğunu hatırlatır. Yazmak, mükemmeli aramak değil; o arayışta yolda kalmayı göze almaktır. İlk denemeler, belki yüzlerce taslak, yeniden yazılan bölümler… Yazmak aynı zamanda düzeltme, deneme, öğrenme işidir. Yazı gelişir; yazar dönüşür.

Senin ilk yazıların ne durumda? Onlara dönüp baktığında hâlâ içinden geçen aynı kişi misin?

Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu

– Deneysel anlatımıyla edebiyatı, okuru ve anlatıyı sorgulayan sıra dışı bir roman. “Italo Calvino’nun Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu adlı romanını okumaya başlamak üzeresin. Rahatla. Toparlan. Zihnindeki bütün düşünceleri kov gitsin. Seni çevreleyen dünya bırak belirsizlik içinde yok oluversin. Kapıyı kapasan iyi olur; öte yanda mutlak çalışmakta olan bir televizyon vardır. Hemen seslen ötekilere: ‘Hayır, televizyon seyretmek istemiyorum.’” Bu giriş, okuru metne davet eden, eşsiz bir roman girişi olarak dünya yazın tarihi içindeki yerini şimdiden almış durumdadır.

Sylvia Plath

“Tanrı olmam –ya da sıradan bir kadın veya erkek– ya da aslında herhangi bir şey olmam mümkün değil. Ben hissettiğim, düşündüğüm ve yaptığım şeyim. Varlığımı yapabildiğim ölçüde etraflıca ifade etmek istiyorum çünkü varlığımı ancak bu şekilde canlı tutabileceğim fikrine kapıldım.”

Plath burada sadece bir yazar değil, bir varoluş filozofu gibi konuşur. Kimlik dediğimiz şeyin etiketlerle değil, eylemle, duyguyla ve düşünceyle şekillendiğini anlatır. Yazmak onun için bir ifade değil, bir varlık ispatıdır. Kendini ifade etmezse, varlığının anlamı silinmeye başlayacaktır. Bu da onu yazmaya iter. Yazmak, onun canlı kalma biçimidir – bir tür varoluş provasıdır.

Sen varlığını hangi yollarla canlı tutuyorsun? Kendini ifade etmediğinde içindeki hangi yanın solmaya başlıyor?

Sırça Fanus

Kimlik arayışı peşinde ürkütücü bir yola giren duyarlı ve hevesli bir genç kadının üniversite yılları, erkeklerle ilişkileri, yaşadığı çöküş, intihar girişimleri ve gördüğü psikolojik tedaviler mizahi bakış açısı unutulmadan son derece içtenlikle işlenmiş.
Sylvia Plath’ın kendi yaşamından yola çıkarak kaleme aldığı ve ilk kez 1963 yılında, ölümünden bir ay önce, başka bir isim altında yayımlatmayı başarabildiği Sırça Fanus, o günün olduğu kadar bugünün insanının da metropol yaşamındaki yabancılaşmasını anlatan modern bir klasik haline gelmiştir. Plath’ın kendi içsel çöküşünü ve yeniden doğma çabasını anlattığı roman, kadınlığın, gençliğin ve zihinsel sağlığın sınırlarında dolaşan sarsıcı bir anlatı.

Sait Faik Abasıyanık

“Yazmasaydım delirecektim.”

Bu cümle, yazının en saf ve en derin kaynağını işaret eder: zorunluluk. Yazı, bazen bir terapi değil, adeta hayatta kalma mekanizmasıdır. İçindeki fırtınaları susturmanın, delirmemek için zihnini boşaltmanın tek yolu. Sait Faik’in dünyasında yazmak, varlığını akıl sağlığıyla birlikte koruma çabasıdır.

Senin içinden taşan hangi duygu, seni yazmaya mecbur bırakıyor? Yazmadığın günlerde ne eksiliyor?

Semaver

– İstanbul’un sokakları, küçük insanların hayatı ve insan ruhunun kırılganlıkları üzerine dokunaklı öyküler. Sait Faik yazmak isteyen her yazar adayının okuması gereken öyküler yazmıştır.

Murathan Mungan

“Benim de birçok yazardan farkım yok aslında. Yazıyorum ve bilmiyorum. Tek bildiğim, bunun iyi geldiği.”

Mungan’ın bu cümlesi, yazmanın sezgisel ve bilinmez yanına kapı aralar. Bazen kelimeler bilinçten değil, derinden, karanlık bir kuyudan çıkar. Neden yazdığını tam bilmezsin; yazdıktan sonra biraz daha yaklaşırsın cevaba. İşte o zaman anlarsın: Yazı, şifadır. Hem anlatır hem iyileştirir. Bilmemek, yazının özüdür belki de. Bildikçe değil, yazdıkça şekillenir içindeki hikâye.

Peki sen, yazmaya başlamadan önce her şeyi bilmek mi istersin, yoksa yolda keşfetmeyi mi?

Çador

– Kimliğin, inancın ve kadının sesiyle örülmüş, susturulmuşların iç dünyasını görünür kılan çarpıcı bir anlatı. “Tek başına kalan bir insanın kapladığı o güçsüz yeri kaplamaya çalışıyorum. Varlığım bir toz bulutu, daha sert bir rüzgarda tozanlarına ayrışarak dağılıp gidecek bir toz bulutu. Benim kalıbımda bir boşluk bu. Sıcağın, şehrin ve çölün ortasında zamansızmış gibi duran bir boşluk.”

Yazar adaylarına Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle Yazıhane kitabını da öneririm.

Şimdi Sıra Sende

Kimisi “delirmemek için” yazdı, kimisi “varlığını sürdürebilmek için”. Bazısı “zengin ve ünlü olmak” istiyordu, bazısı sadece kendi karanlığını anlamaya, aydınlatmaya çalışıyordu. Ortak bir noktaları vardı. İçlerindeki çağrıya kulak verdiler. Kelimelerle bir dünya kurdular, kelimelerle kendilerini yeniden var ettiler.

Senin de içinde susturamadığın bir ses varsa, o sesi dışarı çağır. Kimi zaman öykü, kimi zaman şiir gibi akan o iç sesi.

Yaz. Senin de içinde kıpırdayan bir şey varsa, hâlâ adını koyamadığın ama sustuğunda büyüyen bir cümle… Belki bir haykırış, belki ince bir fısıltı. O hâlde bekletme. Kalemini al. Yazmaya başla.

Çünkü yazdıkça yalnızlık azalır. Yazmak, kendine açtığın en dürüst kapıdır. Bir cümle bazen bir ömrü iyileştirir.

Yaz. Yazarsan yazarsın…

 

Sevgiyle,
Yasemin Sungur
Önceki İçerikFrankenstein ya da Modern Prometheus – Bir Başeser
Sonraki İçerikTürk Edebiyatının Usta Kalemlerinden Pınar Kür Yaşamını Yitirdi
Yasemin Sungur
Yıllar önce okul dönemimin bittiğini söyleseler de ben hayatın tutkulu bir öğrencisi ve seçip aldıkları, özünden kattıkları ile sen izin verirsen ben bir rehber. Ben bir Özgür Martı. Ben bir düşleyen. Kanatlarım ile gelişime, paylaşıma ve değişime keyifle uçarım. İçimizde yaşayan gerçek Martı Jonathan’lara ulaşmak için MartiDergisi.Com’u uçurdum. Şimdi hep birlikte uçuyoruz. Kitapdaşlarımla birlikte Kitap ile Sohbet ederim ve onları İstanbul Oyuncak Müzesin de baş konuk olarak ağırlarım. Oyun oynamayı bırakmadım. Hayatı kelimeler ile anlatmayı, yazmayı ve onların büyüsüne kapılıp Yaz(ı) Kamplarımı keşfe dönüştürmeyi bilirim. Harekete Geçmeyenleri enerjimle uyandırırım. Sevgiyle nefes alıp, şiirle güne başlarım. Aşk ile, Can oğlum ve Ceren kızımla, kediler, çiçekler ve kuşlarla evrende hayat bir başka güzel. Şükür...