Kitabi Kehanetler

Entelektüelliğin kutsal kitaplarından sayılan Moby Dick, bugün yeniden yazılacak olsa 562 sayfayı1  bulur muydu? Tavşanın suyunun suyu kıvamında özetlenen ve bu yüzden de çoğu kere bir çocuk romanı olarak bilinen bu kült roman, 19. yüzyılda kaleme alınmış olmanın getirisiyle muhteviyatında balina çorbası tariflerinden denizcilik ve balina avcılığının en ince noktalarına kadar bir yığın bilgiyi barındırmaktadır. Hani denilebilir ki, romanın malumatfuruş tarafını bir kenara koyacak olursak mevzuyu 200 sayfa ile kotarmak mümkündür. Yine de burada vurgulanmak istenen bittabi romanın niteliği değil niceliğidir. Aksi takdirde Herman Melville’nin ne büyük bir kalem olduğu ve Batı İngilizcesine ne denli büyük katkılarda bulunduğu işin hakikatidir. Bay Melville’ye tekrar döneceğimizi ifade ederek konuyu biraz daha dallanıp budaklandıralım.

Zaman her şeyin üzerinde bıraktığı tesiri, eşyanın tabiatına uygun olarak kitabiyat üstünde de bırakmıştır. Kil, ağaç kabuğu, yaprak, deri, taş, parşömen ve papirüs üzerinde nakşedilen metinler yüzyıllardır kâğıdın üzerine işlenmiştir. Gelgelelim, “Atom Çağı”nın bir getirisi olarak bugün artık elektronik mürekkep, yabancısı olmadığımız bir kavramdır. Diğer bütün araçlara karşı galebe çalan kâğıt bugün artık seçeneksiz ve vazgeçilmez değildir. Tamamen organik bir nitelik taşıyan ve bitkilerin özsuyundaki nişastanın yapışkan vasfından faydalanılan papirüse bugün artık sadece tarih kitaplarında rastlıyorsak veya çift taraflı yazılmasıyla bugünkü kitaplarımızın atası sayılan ve Kodeks kitapların yaygınlaşmasına vesile olan, hayvan derilerinin kireçli bir çözeltiyle temizlenmesi ve kazınması sonucu elde edilen parşömenin adı Ortaçağ metinleriyle anılıyorsa bunu kâğıt değirmenlerinden Gutenberg’in matbaasına kadar uzayan kâğıdın ilerleme tarihine borçluyuz. Nepal’de hâlen geleneksel yöntemlerle kâğıt üretimi devam etmekteyse de bu sadece ilgililer için bir belgesel kaynağıdır. İşimiz elbette sizi bir yazı-kâğıt tarihçesiyle boğmak değil, sadece kâğıt hakkında bir ön izleme sunarak geldiğimiz noktada kâğıt üzerine basılan kitabın da makyaja yeltenmesi (yeltenmek zorunda kalması) gerçeğidir. Yalnız bu bahsi kapatmadan naçizane şunu tavsiye edebilirim ki; kâğıt, kitabiyat, matbaacılık gibi mütenasip kavramlarla alakadar olan arkadaşlar mutlaka İzmir’deki Ege Üniversitesi Kitap ve Kâğıt Sanatları Müzesi’ni gezmeli ve görmeliler. Balyan ailesinin köşküne yerleştirilmiş bu müze, mürekkep yalayan her ferdin keyif alacağı ve pişman olmayacağı bir gün vadediyor.

Bay Melville’yi daha fazla bekletmeyelim. Melville’nin başka bir eseri daha vardır ki, esasen işin erbabı tarafından nicelikçe olmasa da nitelikçe beyaz balinamızdan daha az görkemli değildir. 79 sayfa2 süren bu uzun öykünün adı tahmin ettiğiniz gibi Katip Bartleby’dir. İkisi de aynı yetkin kalemden çıkmış olsa da şahsım adına Bartleby’nin Moby Dick’e nispetle gelecekteki edebî yazına daha uygun olduğunu düşünüyorum. Niyetim fütüristik kehanetlerde bulunmak değil zira görünen köyün uzağı olmaz. Bugün artık uzun uzadıya tasvirler, ansiklopedik izahlar okuyucuda sadece bunaltıya sebep olmaktadır. Telefonunda bütün dünyayı taşıyabilen, parmaklarını oynatarak dünyanın bilmem hangi ucundaki bir şehre bağlanabilen ve istediği an bütün dünyaya canlı yayın açabilen, sözüm ona kudretli insana Paris’in sokaklarını sayfalar dolusu betimlemeye kalkarsanız onun yalnızca istikrahını kazanırsınız. Tamamen kentsoylu hasletlerden doğan roman, 19. yüzyılda olduğu gibi burjuva hanımların uzun kış gecelerine refakat etmiyor ve günümüzde ancak insanların süratli hayatlarında güç bela buldukları kısacık molalarda kitabın kapağı açılabiliyor. Yeniden bir Savaş ve Barış yazılabilir mi şüpheliyim ama yazılsa dahi bunun dört ciltlik bir yekûn tutmayacağını ifade edebilirim. Dünyanın her yerindeki savaş, isyan, soykırım ve terör görüntülerine anlık ulaşabilen bir insana savaşı anlatmak maalesef eskisinden daha kolaydır. Öyle görünüyor ki, edebî eserlerde sayfa sayısı azalmakla birlikte yeni anlatım teknikleri, metot denemeleri ve üslup çalışmaları zuhur edecektir. Genişlikten ziyade derinliğin kıymete bineceği günlere doğru bir gidişatımız var. Bunları bir temenniden öte, bir tespit olarak beyan ettiğimi tekraren söylemek isterim.

Peki, edebî eserlerdeki bu dönüşüm ikinci paragrafta anlatılan değişimle hangi noktada kesişecektir? Her ne kadar kitap kokusunun müptelası olsak da bu rafine parfümeri zevkimizden de öte bir durum tüm çıplaklığıyla bize selam çakmaktadır ki, o da, elektronik mürekkep anlayışına uygun olarak imal edilen kitap okuyucularının yaygınlık kazanıyor oluşudur. Sümerlerin tabletlerine benzeyen bu aletler, gözü yormayan ışığı, günlerce giden şarjı ve her yere taşınabilir ebatları sebebiyle her gün yeni bir okuyucunun kalbini çalmaktadır. 500-600 sayfalık bir romanı elinde taşımaktan usanan kimseler için bu cihazlar, onlarca kitabın aynı anda ve zahmetsizce taşındığı bir kitaplıktır. Peki, kitap      -kokusu dışında- bu tazyik ve muhasaraya nasıl karşı koyacaktır? Kâğıda ve mürekkebe bağlı olan kitap, bugün külfetli parşömen tomarlarının kaderini paylaşmaktadır. Size belki de farklı gelecek bir kıyasla eskiden orta hacimli bir kitap için, “Bir paket sigara parası bile değil!” ifadesi kullanılıyorken, şimdilerde sigaranın da zamlanmış olmasına rağmen en pahalı sigara paketi bile ortalama bir kitaba denk gelmemektedir. Sigara ile kitabı gayet tabii aynı görmüyorum, kitabın usul usul “lüksiyat” kıvamına geldiğinin altını çiziyorum.

Son zamanlarda yayınevlerinde yeni bir pazarlama stratejisi devreye sokuldu. Buna göre yayınevinin seslendiği kitlece kıymetli görülen ya da şişirilen bir eser bazen yeni bir edisyona dahi sokulmaksızın sadece yanardöner bir kapak ve kıymeti kendinden menkul bir reklam çalışmasıyla fahiş fiyatlarla okuyucuya sunuluyor. Serbest piyasa ekonomisinin mütehakkim şartlarında bunu yapanın herhangi bir yaptırımla karşılaşması mevzubahis değildir. J. B. Say’ın dediği gibi, “Her arz kendi talebini doğurur.” Doğurdu da… Bir şeyin ciltli kapakla sunulması onun özel baskı olduğu anlamına gelmez. Kitabın kalıcılığı için kapağının cildine değil, içindeki dikişe bakılması lazımdır. Konuyu dağıtmayalım, bu yayınevleri güzel paralar kazanırken okuyucu neden bu tavra tav olmaktadır? Okuyucu, matbu kitaptan farklı beklentiler içine girmiştir. Daha açık bir ifadeyle; kitabı, okunacak bir kaynak olmaktan başka, bir aksesuar olarak da görmektedir. Reklamcılar ve müşteri uzmanları da bunun farkına varmış olacaklar ki, günümüzde kitaplar dekoratif bir nesne olarak tanıtılmakta ve odada nasıl duracağıyla alakalı bir fragman sunulmaktadır. Artık mobilyanıza, televizyonunuza ya da duvar renginize uygun kitaplara sahip olacaksınız. Evet, kitaplar külfetli hâle gelmiş olabilir, daha seçici davranmak zorunda da kalmış olabiliriz ama renk renk kapak ve ciltlerle evinizin tasarımına entelektüel dokunuşlar yapmak istemez misiniz? Mobilya tasarlar gibi kitap tasarlayan naşirlerimizin önünde hangi engel vardır?

Kitap bahsinde söylenecek daha söz var ise de mecmuada kelamın kısası makbuldür. Eskiden kıymetli kitaplara mücellit gerekirdi, şimdi kitapları mumya misali sergilemek üzere tahnitçi arıyoruz. Ben yine de, arıtıcı makineler, sıkıştırıcı merdaneler ve kurutucu silindirler altında olgunlaşan ve mütevazılığından ödün vermeyen saman kâğıtlarına hürmetlerimi sunarak yazımı nihayetlendireceğim.

 

1 Burada Sabahattin Eyuboğlu ve Mina Urgan çevirisiyle Cem Yayınevi’nden çıkan 1987 basımı kastedilmiştir.

2  Burada Yusuf Eradam çevirisiyle Dost Kitabevi’nden çıkan 2000 basımı kastedilmiştir.

 

 

Elvan Kaya AKSARI

Önceki İçerikRoman Kahramanlarının Büyük Buluşması
Sonraki İçerikAnne Bana Neden İnanmadın, Sahi Sen Beni Neden Sarmadın?