Mihri Müşfik Hanım’ı tanıyor musunuz? Tanımalısınız. Türkiye’nin ilk kadın ressamı, kadınlar için güzel sanatlar fakültesi açılmasına ön ayak olmuş örnek bir kadın. Ne acıdır ki, sanatla dolu yaşamı, Amerika’da bir kimsesizler mezarlığında sonlanmış.
Geçen sene “Kitap ile Sohbet” grubunda Emre Caner’in “Kaplumbağa Terbiyecisi: Osman Hamdi Bey”in romanını okumuştum.
Kitabı bitirdikten sonra, yazarıyla tanışmak için grubumuzla buluşmaya çağırdık. İşte bu toplantı sırasında genç yazarın ülkemizin ilk kadın ressamlarından Mihri Müşfik hakkında araştırma yaptığını öğrenmiştim. Eski ressamlarımızdan olan Mihri Müşfik Hanım hakkında bir roman yazmak için çalışmalar yaptığından söz etmişti. Tabii, toplantı sonrasında da, Mihri Müşfik’i unuttuk gittik. Zaten en iyi yaptığımız şey unutmak değil mi, niyedir bilmiyorum.
Bu sene, diğer kitap grubumuza Kaplumbağa Terbiyecisi’ni önerdiğim zaman aklıma geldi. İşte o zaman ben de, Caner’in bahsettiği kitabı çıktı mı, diye araştırmaya başladım. Çıkalı altı ay olmuş. Kendi kendime “Allah Allah, her hafta kitapçıları dolaşırım. Nasıl olur da, görmedim” diye hayıflandım. Sonra da “Yayınevleri kitaplara ticari gözle baktıkları için görmemem normal” dedim. Ne de olsa, yazar hem çok tanınmış değil, hem de pazarlama çalışması yapılmamıştır muhtemelen. Zaten bizim ülkemizde abuk sabuk birçok kitap günlerce en çok satanlar listesinde kalır ama böylesine kitaplardan kimsenin haberi olmaz.
Uzatmayayım, epey aradıktan sonra nihayet buldum ve satın aldım hemen. Okumaya başlamadan önce, güzel bir tesadüf de yaşadım. İstanbul Modern Sanat Müzesi’nde “Hayal ve Hakikat” isimli sergiye gittim. Kadın sanatçılarımızın işlerine yer verilen bu sergide, ilk tablolardan biri Mihri Müşfik Hanım’a ait olan kendi portresiydi. Yanımdaki arkadaş, “Bende hayatının anlatıldığı kitabı var; hem de yeni aldım. Daha okumadan kendisiyle tanıştım” dedim.
Emre Caner’in Mihri Müşfik’in hayatını bugünle geçmişe giderek anlattığı kitabını okumaya başladığımda ilgimi ilk satırdan çekmeye başlamıştı. Yazar, ressamın yaşamının izini sürerken yaşadıklarını bugünü ve dünü anlatarak harmanlamıştı; devam ettikçe romanın içine daha çok girdim.
Zonaro’nun Öğrencisi
Mihri Müşfik Hanım 1886 tarihinde İstanbul’da bir paşa kızı olarak dünyaya gelir. Batılı bir eğitim alır, resme olan ilgisinden dolayı o dönemin saray ressamı Zonaro’nun öğrencisi olur ve resim dersleri almaya başlar. On yedi yaşında Roma’ya kaçar, bir süre bu şehirde yaşadıktan sonra Paris’e geçer. Montparnasse’da kiraladığı apartman dairesini hem ev, hem de atölye olarak kullanmaya başlar. Evinin bir odasını kiraladığı Bursalı Selami Paşa’nın oğlu Müşfik Selami Bey’le evlenerek “Mihri Müşfik Hanım” adını alır. O yıllarda, çağdaşı sanat akımlarını takip ederek yaratır eserlerini. En önemli portre çalışmalarından olan Naile Hanım tablosunu da işte bu dönemlerde yapar. 1913 yılında Osmanlı Devleti Maliye Nazırı Cavit Bey’le tanışır. O da zamanın “maarif nazırına” bir telgraf göndererek Inas Sanayi Nefise Okulu’nun kurulmasında kendisinden faydalanılmasını önerince, Mihri Müşfik Hanım da İstanbul Darülmuallimat (Kız Öğretmen Okulu) resim öğretmenliğine atanır. O dönemde pek çok kadın ressam ve öğretmen yetiştirir Mihri Hanım. Bunlardan bazıları Nazlı Ecevit, Aliye Berger ve Fahrel Nisa Zeyd’dir.
İstanbul’da bulunduğu dönemlerde İbrahim Çallı, Hikmet Onat gibi birçok ressamın yanı sıra Tevfik Fikret’le olan dostluğu dikkat çekmiş. Zira hemen hemen her gün şairin Tevfik Fikret’in evinde şairlerin portrelerini çizermiş. Mihri Müşfik Hanım, şairin yüzünün kalıbını alarak heykelini yapmış. Bu mask Türkiye’de yapılan ilk mask çalışmasıymış; Aşiyan Müzesi’nde görebilirsiniz bu maskı.
XV. Papa’nın Tablosu Onun Fırçasından
Daha pek çok ve şaşıracağınız ilginç bilgi vereceğim sizlere. İşte birkaç anekdot:
Mihri Hanım 1919 yılında bir yıllığına Roma’ya gider. Döndüğünde iyi gitmeyen evliliği boşanmayla sonuçlanır. 1922 yılında Mustafa Kemal’in mareşal üniformasıyla bir portresini yapar. Daha sonra tekrar İtalya’ya giderek XV. Papa’nın tablosunu yapar. Böylece Vatikan’da ilk kez bir Papa, hem başka bir dinden, hem de bir kadına poz verir. İtalya’dan sonra Paris’e geçen Mihri Müşfik Hanım’ın Çingene isimli tablosu Louvre Müzesi’ne kabul edilir. Daha sonra da kendi gibi ressam olan yeğeni Halet Asaf’ı kaybedince ABD’ye gider. Bu ülkede üniversitelerde konuk profesör olarak ve zengin ailelerin çocuklarına ders vererek geçimini sağlar. 1928 yılında New York’ta bir müzede de kişisel sergisini açar. Bundan sonraki yaşamı yoksulluk içinde geçer ve 1954 yılında New York’ta yaşamını yitirir ve kimsesizler mezarlığına gömülür.
Birkaç not daha aktarmak isterim: Emre Caner bu kitabında Mihri Müşfik’in hayatını kurgulayarak okuyucuyla buluşturuyor. Çünkü bu önemli ressamımızın hayatıyla ilgili bilgi yok elimizde… Kitabın sonunda yazar, ressamın bir mektubunu eklemiş. Mektubun satırlarında Mihri Hanım’ın çileleri ve pişmanlıkları gizli. Ben bu mektubu sizinle paylaşmayacağım, çünkü kitabın herkes tarafından okunmasını istiyorum. Bu kitabı okuduktan sonra aklımdan geçenler şunlar oldu: Biz, sanatçılarımızın kıymetini hiçbir zaman bilmiyoruz. Ne zorluklarla sanatlarına gönül verdiklerini ve icra ettiklerini de anlayamıyoruz. Bu cesaretlerinden dolayı hepsi ışıklar içinde yatsın diyorum… Bu sanatçıları bizlerle buluşturan yazarlarımıza da teşekkür ediyorum.
Sema Büyüksıvacı