İnsan Ruhuna Yöneliş

Söylenene göre, ilkel insanlarda hava kararınca nesneleri kavrama yetisi uyanırmış. Ben de bu satırları gecenin karanlığında gelen ilhamla yazıyorum bu satırları.

İlkellerin tüm dikkatleri gün içinde dış ve somut dünyaya çevrilidir; gece olduğunda ise her şey büyülü bir görünüme bürünür. Çünkü güneşin batışıyla birlikte ilkelin gündüz açık olan bilinci körelir; karanlık çöktüğünde ilkelin iç dünyası, dış dünya kadar gerçek ve somut bir biçimde belirir. Ruhsal bilinçaltından gelen içerikler bireyin iç dünyasının bilinç alanında ortaya çıkar ve bazı etkiler oluştururlar. İlkel insan bunların nereden kaynaklandığını bilmediği için nedenlerinin tanıdığı tek dünyaya, yani dış dünya olduğunu düşünür.

Başka bir deyişle, ruhlar onun için, sizin, benim gibi yadsınamaz varlıklardır. Kısaca, ilkel insanda iç dünya dış dünyaya yansıtılmıştır ve hep gece süresince belirir. Bizlerde ise durum böyle değildir; geceyle gündüz birbirine karışmıştır aslında. Gece neysek gündüz de oyuzdur. Fakat  bazen karanlık dünyanın güneşli dünyadan farklılığını yadırgarız. Aslında iç dünyamızın verilerini dışa yansıtmamız pek kolay olmaz. Bu verilerin bizleri ilgilendirmediği anlamı çıkarılmasın; psikoloji bilimi bunları gözlemlemeye ve irdelemeye çalışır. Yaşamda, iç gerçeklerin dışa yansıtılması bizde sık sık gerçekleşir. Bu yansımalar ruhumuzu yağma ederler; öyle ki içimizde var olan şey, dış dünyanın bir varlığından farklı değildir.

Ruhsal iç yönelimimiz aşağıdaki 4 kavram üzerinden açıklanabilir. (1*)

Bellek

Yeni anıların tümü ve önceden algılanıp depolanmış olayları yeniden üretme yetkisidir denebilir. Tıpkı toplumun onu oluşturan üyelerin toplamından fazla ve farklı bir şey olması gibi, toplumu oluşturan üyelerin belleklerinin toplamından ibaret olarak görülemeyecek bir “toplumsal belleğin” var olduğu da kabul görmektedir. Toplumsal bellek kavramını ortaya atan Emile Durkheim ve öğrencisi Maurice Halbwachs’tır. (1*)

İşlevlerin öznel katkıları

Korkularımız, setlerimiz, duygularımız, sezgi ve algılarımız, bunlar neticesinde oluşan düşüncelerimiz ve verdiğimiz tepkiler ruhsal yönelimlerimizi öznelleştirir.

Coşkun etkiler

Bir enerji boşalması sayılırlar, ani patlamalardır ve özerk bir görünüme sahiptirler. Bilincin önemli değişikliklerini belirlerler. Coşkun etkiler, dışımızda şimşek hızıyla bize çarpan bir şey gibidir, fırtına ya da şimşek gibi.

Neyi ortaya çıkaracağımızı bilemeyiz, bildiğimiz tek şey bir şeylerin coşkun etki yarattığıdır. Ellerimiz terler, kalp atışlarımız hızlanır, sesimiz titrer, nefesimiz kesilir, midemiz sancımaya başlar. Neşemizin kaçtığı olur ya da sinirleniriz.

– Neyin var?

– Hiç öfkeliyim.

Coşkun etkiler işlevlerin özel katkılarını engeller. Düşüncelerimizi bir noktada toplayamayız; saçmalar ya da söylemek istediklerimizin tam tersini söyleriz. Başsağlığı dileyeceğimiz yerde, tebriklerde bulunuruz.

Bilinçaltının Atağı

Bilincin baskına uğraması ve alışılmamış maddelerce ele geçirilmesi denebilir. Nereden geldiği belli olmayan ani düşüncedir (Einfall). Ani izlenim, düşünce, ön yargı, yanılsama(illüzyon) ya da  sanrı (halüsinasyon) olabilir. Konuşmamı aniden bölen haykırışlara benzetebiliriz bunları. Ruhsal yönelimimizi belirleyen kavramlara değindikten sonra şimdi de eğilimlerimiz hakkında bize bilgi verebilecek deneysel psikolojinin konularından birine değineceğiz: ‘Çağrışım Deneyleri’.

Çağrışım Deneyleri

Buna göre, deneyci, adına anahtar sözcük denilen, rastgele seçilmiş ve aralarında hiçbir anlam bağı bulunmayan sözcüklerden bir dizi hazırlar. İşte bir örnek: Su, yuvarlak, iskemle, ot, mavi, bıçak, yardım etmek, hazır. Araştırmacı, denekten anahtar sözcüklere aklına gelen ilk sözcükle en kısa sürede yanıt vermesini ister. Tepki süresini ve çağrışımları kaydeder. Deneğin davranışları, el kol hareketleri, öksürmesi, gülüşü vb. önemli belirtilerdir. Karşılıklı konuşmaya dayanan bir konumlanma söz konusudur. Bu veriler danışanın ruhsal koşullanmalarını ortaya koyar. Ve ruhsal yönelimlerin ya da patlamaların arka planını ortaya koyacak bilgileri gün ışığına çıkarır. (2*)

Çağrışım deneylerinin benim en çok ilgimi çeken uygulama alanlarından biri, ‘aile içi ruhsal bağımsızlık’ konusudur, kökensel bir veridir. Bu veri, ‘bilinçaltı ortaklık’ diye adlandıracağımız ‘mistik ortaklık’ adıyla anılanı ortaya çıkarır. Mistik ortaklık kavramını ortaya atan Levy Bruhl’dur. Mantıksal, akla sığmayan ilişkileri açıklamak amacıyla ilkeller konusunda kullanılan bir kavramdır. Eğer ilkeller gibi dışa yansıtılmış ruhsal ön varsayımlar taşısak, hayvanların bizimle haberleştikleri, ruhumuzun içine işledikleri, değişik bir yöntemle düşüncelerimizi okuyup kestirdikleri bize mantıklı gelebilirdi. Bize tuhaf gelse de, ilkel insan için deneyimle elde edilmiş bir veridir bu. İlkel insanlar, en uzak, en ilişkisiz gibi görünen şeyleri bile çok doğal bir şekilde birbirleriyle özdeşleştirirler. Örneğin herhangi bir ot, bir mısır ve geyikle özdeştir. (2*) Onlara göre bu üç şey arasında bir fark yoktur. Nasıl olabilir bu? Bunu ne aklımız alır ne de özdeşlik ilkemiz. İşte ilkel basamaktaki gizemli ortaklık budur.

Aile psikolojisi sorununa değinecek olursak, tüm üyeleriyle çağrışım deneyleri yaparak, toplanan verilerle çok sayıda ailenin tipini anlamanın mümkün olduğu görülmüş.

Yalnızca aynı alışkanlıkların değil, tepkilerin %30’unun özdeş olduğu saptanmış. Ailenin değişik üyelerinde düşünüş biçimlerinin %30’unun özdeş olduğunu söylemek mümkün diyebiliriz. ‘Mistik ortaklığın’ tüm gerçekliğiyle bizde de var olduğunun kanıtı sayılıyor bu. Psikolojik açıdan akraba kişiler, akraba olmayanlardan daha çok birbirlerine benziyorlar. Akraba kadınların, akraba erkeklerden daha çok birbirlerine benzedikleri de bir gerçek. Bu gerçekliğin nedeni, erkeklerin sabah evden erken ayrılmaları ve yabancılaşmaları, kadının ise aile ocağında kalması ve aile kişiliğini daha güçlü korumasından kaynaklanıyor. (Bazı bölgelerde kadın/erkek çalışma hayatının dengelenmesi söz konusu olsa da kadının aile kişiliğini koruyucu ve savunucu tavrı hala üstünlük gösteriyor.)

Araştırma sonuçlarını paylaştıktan sonra bir kez daha dönüp kendi hayatıma bakıyorum. Ve son dönemde bilgeliğini derinden hissettiğim ve bağlarımı bana hatırlatan tüm karşılaşmalara şükranlarımla sonlandırıyorum bu yazımı. Belki de bundan sonra kendime ve size hatırlatacağım en önemli şey ‘Varlığımızla Tüm Dünyayı Değiştiriyormuşuz Gibi Yaşamak’ olacak.

Bugün de bir şeyleri değiştirebilmek üzere, yeni yazılarda, yeni karşılaşmalara, sevgiyle, şükranla..

Gülçin Gürses Eroğlu

Düşünmek için kaynaklar

(1*): https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/31075/aykut_ozan_alan.pdf?sequence=1&isAllowed=y

Mitos Tarih ve İlişkisi, Kültürel Bellek, Araştırmasından alıntılar içerir.

(2*): Carl Gustav Jung, İnsan Ruhuna Yöneliş, kitabından alıntılar içerir.

Önceki İçerikDört Anlaşma ve Ülkemiz
Sonraki İçerikOkurun Gözünden: Bir Nefes Gibi, Ferzan Özpetek
Gülçin Gürses Eroğlu 1985, Ankara doğumlu. Evli ve bir çocuk annesi. Müzik sever, okur, yazar-çizer-boyar, derinleşme telaşında. Bilgisayar Mühendisi, Pazarlama İletişimcisi. İtalya'da Leadership üzerine eğitim aldı. “Dünya için Geleceğin Liderleri” bursunu kazanan sayılı kişilerden biridir. 11 yıllık iş hayatı süresince birçok farklı sektörde teknoloji, inovasyon, iş geliştirme, ürün geliştirme ve proje yönetimi alanlarında çalıştı. Çalıştığı kurumlarda inovasyon öncülüğü yapmış ve çok sayıda ödül almıştır; halen kurum içi inovasyon, iletişim, motivasyon odaklı çalışmalara katkı sağlamaktadır. Hayalini kurduğu;insanların hayatında mutluluk ve enerji yayabileceği bir hareket için Joimove topluluğuna katıldı. UNESCO ve CID'in desteklediği, sertifikalı Joimove Bebeklerle Dans eğitmenidir. Halen bir teknoloji şirketinde kurumsal çalışma hayatına devam etmektedir, ürün yönetimi eğitmeni olarak; zamanının çoğunu yeni ürünler üretmek üzerine çalışırken ve ekiplere ürün yönetimi eğitimleri verirken geçiriyor. Martıdergisi'nde hayata,liderliğe, pazarlamaya, iletişime, marka iletişimine ve inovasyona dair yazılar kaleme alıyor.