Tatil günleri geride kaldı!
Bu ay sizi başka bir dünyada hayâl kurmaya davet ediyorum!
Gönüllerimizi ve düşünce dünyamızı coşku ile dolduran güzel İstanbul’un Çiçek Pasajı meyhanelerinde her gün ve her gece başka bir âlem yaşanır… Sofraları süsleyen meze çeşitleri, içki içenlerin göz ve damak zevklerine yeni ufuklar açar…
Hele, rakılarını yudumlayarak hayal âlemine dalanların sofralarında durmadan yeni dünyalar doğar!..
Ve, arkadaşlarla paylaşılan rakı sofralarında, insanların şairlikleri ortaya çıkar… Kendi iç dünyaları ile buluşan meyhane ozanları, şövalyeler gibi cesur, mecnunlar gibi âşık olurlar…
Akşamüstleri, güneşin Anadolu yakası evlerinin camlarını alev rengiyle parlattığı saatlerde, İstanbul Boğazı’nın Avrupa sahillerindeki meyhanelere gelenlerin gönüllerini; bazen ümit bazen hüzün bazen de sevgi ve heyecan doldurur…
O saatlerde, Beyoğlu’nda Çiçek Pasajı’na gitmenin başka bir keyfi vardır… Çiçek Pasajı meyhaneleri, yeni hayâllerin düşlendiği masallardaki saraylar gibi gizem doludur…
Anason kokusu, tütün dumanı, kokoreç ve midye tavası râhiyası ile içiçe yaşanan Çiçek Pasajı meyhanelerinde, insanlar, bir an gelir duman altı olup kendi âlemlerine yelken açarlar. Bu ortamda, vuslata susamış âşıkların terennüm edecekleri duyguları vardır:
“Ne zaman tutsam ellerini
Gözlerimin önünden mevsimler geçer
Ne zaman gözlerin gözlerime değse
Samanyolu’ndan bir yıldız düşer!”
İste böyle şair ruhlu, böyle duyguludur Çiçek Pasajı müşterileri…
Birden garsonun sesi doldurur meyhaneyi:
“Şâir abim için çek bir BİRA! Köpüğü bol olsun!”
Sonra, masaya eğilerek, muzip bir edâ
içinde şair ağabeyine şunları söyler:
“Şu yalan dünyayı aşksız geçirme
Gönülden gönüle akıver gitsin
Üzülme sevgilin terk etti diye
Sen de birini yakıver gitsin!”
Meyhane havasına girenler, masaları süsleyen mezelerin tadına varmak için önce gözleriyle keyfe dalarlar…
Beyazpeynirin yanında kavun dilimlerini görenlerin ağızları sulanır!.. Çengelköy’ün badem salatalıklarını, kırmızı turpları,
yeşil yeşil roka, tere ve marul yapraklarını, kalem gibi dizilmiş taze soğanları, zeytinyağlı yaprak sarmalarını, fasulye pilâkilerini, üzerlerine dereotu serpilmiş sarmısaklı cacık kâselerini seyretmenin başka bir keyfi vardır… Soğuk mezelerden sonra sıra sıcaklara gelince, gönüller başka heyecanlarla dalgalanır!.. Her masada başka başka duygular ses verir !
İşte aşk: “Burası Agora meyhanesi/ Burada yaşar aşkların en divanesi!”
İşte hasret: “Nerdesin sevgilim kimbilir nerde?/ Ararım ben seni her gezdiğim yerde!”
İşte ümit: “Bu akşam seni ümitlerime meze yapıp içiyorum!”
İşte yeis: “Gel gör beni aşk neyledi? / Ey gözyaşım hani akmayacaktın?”
Ve işte vedâ: “Elvedâ gençliğim! Elvedâ ey hâtıralar/ Beni kaybettin artık, sen çok bekleyeceksin!”…
*
Artık, meyhane sakinlerinin kafaları dumanlanmış, gönülleri hayâller âleminde kelebekler gibi uçuşurken sıcak mezeler de masaları doldurmaya başlamıştır…
Taratorlu midye tava ve kalamar, kâgıtta kekikli kokoreç, pastırmalı sigara böreği, izgara köfte, arnavut ciğeri ve nihayet izmarit tava kurulur başköşeye!..
Şimdi sıra sevgiliye sitem etmeye gelmiştir:
“Mânâda güzel, ruhta güzel, tende güzelsin,
Ey sevgili! Sen elde değil bende güzelsin!”…
Sonra, masaların üstünde bulutlanmış sigara dumanlarını dağıtarak, pencerelerden bir şarkı süzülür içeriye:
“O güzel başını göğsüme koysan,
Dinlesen kalbimin şarkılarını,
Sen bana doysan, ben sana doysam,
Beklemesek böyle her gün yarını!”
*
Eğer, bir gün, siz de İstanbul’a gelirseniz, bu hayâller âlemine dalmayı ihmal etmeyiniz… Çünkü, İstanbul meyhanelerinde hayâl kurmanın keyfi başkadır!
SİZİ BEKLİYORUM!
Can Kıraç