İçindeki Kız Çocuğuna Sarıl

Bugün dijital arşivimde oldukça eski tarihli bir yazışmamı ararken farklı bir yazışmama denk geldim. Okuduğum, o dönemde aynı kıdemde olduğum kişi ile bir grup yazışmasındaki diyaloğumuzdu. Çalışanların yaptığı ve giderilebilir bir rapor hatası üzerine, sert, net ve üstten yaklaşımını, aynı ortamdan verdiğim uzun cevaplarımla yumuşatmaya çalışıyordum. Onca emeğin, düzeltilebilir bir hata ile yerle yeksan edilmesine karşı yazdıklarım uzun olunca, edebi gücümü ve yazı merakımı gereksiz yere kullandığımdan bahsetmişti. Metni şimdi okuduğumda, beni eleştirmesinde haklı olduğunu görüyorum. Çünkü şahane bir edebi metin ve insani bir içerikle baş başa olduğumu hissettim. Yazılar geçmiş döneme aitti, bununla beraber baştan sona okurken şu an aynı konu ile ilgili yazışsam yine aynı hislere sahip olur, aynılarını yazardım. Hatta biraz ilerisi, “Helal olsundu bana.”

Geçenlerde şair Akgün Akova, yakından tanıdığı Prof. Dr. Şirin Tekinay’ın, SEFI Fellowship ödülünü kazanan ilk Türk bilim insanı olduğunu duyurdu. Akova bu haberin, hiçbir iletişim kanalında haber olarak geçmemiş olmasından yakınıyordu. Doğru ya, bir futbolcunun maçta aldığı sarı kart, bir bilim insanının aldığı Avrupa çapındaki mühendislik ödülünden daha değerliydi. Akova paylaşımının devamında; Tekinay’ın güler yüzlü, şakacı, çözüm üreten, şiir ve edebiyat seven bir akademi yöneticisi olduğundan bahsediyordu. Yalnız hayli somurtkan ve içi geçmiş yöneticilerin, görevindeyken onu nasıl yorduğunu ve görevi nasıl bıraktığını da dile getirmişti. Geçmiş tecrübelerimi ve Şirin Hanım’ı düşününce “Ne çektik biz bu somurtkanlardan,” diye bir iç geçirdim.

Seneler önce “Eyvah! Annem Bana Erkek Kızım Dedi” başlıklı bir yazıma gitti sonra aklım. Orada, iş hayatında yer alan biz kadınların ve özellikle yöneticilerin, çoğunluğu erkeklerden oluşan bir organizasyonda nasıl da cinsiyetimizi inkâr etmemiz gerektiğine değinmiştim. O yazıda daha çok, saçımız, giyimimiz, makyajımız, konuşma tarzımız ve duruşumuzdan neler beklendiğinden bahsetmiştim. Bir organizasyonda kadın yönetici olarak varsak muhakkak tavrımızın erkeklerle aynı olması bekleniyor. Erkek adam roman okumaz, hele yönetici adamın buna ayıracak vakti yoktur. Onlar şiir de okumazlar, duygu mu? Pardon? Duyguyla iş mi yürütülür, yönetilir? “Ayşe Hanım çok duygusal gördüm sizi, muayyen gününüzde misiniz?” diye sorma cesareti bile gösterilir hatta bazen. “Sanki kadın bu organizasyonunun yöneticisi değilmiş gibi bir de her akşam şiir yayınlıyor, gördün mü? Hep gülüyor abi, bu organizasyon böyle mi yönetilir, insanlar sonra gevşeyip çalışmayacaklar. Kandırırlar bu kadını bak söyleyeyim ben sana, herkese fazla içten davranıyor.”

Bazen kendimle de ilgili duyduğum söylemler bunlar. Daha üstüne kim bilir neler eklenir. Bir gün yine ilgi alanlarıma yönelik fazla eleştiri aldığım bir an şöyle düşündüm, “Ben çocukluğumdan beri edebiyat, şiir seven, yazı yazan ve güler yüzlü biriyim. Niye bu adamlar iş dünyasında somurtacak diye özümü inkâr edeyim ki. Özüm içimdeki neşeli kız çocuğunda hâlâ. Ona sarıldım beraberce çalışıyoruz.

Yeşim Didem Pektok

 

Önceki İçerikHasan Cem Araptarlı’nın ‘’İstanbul Balıkçıları’’ Sergisi
Sonraki İçerikKurmaca Birliği’nin İhtilali
“İşim: İnsan Konu: Le’biderya. Ufuk çizgisiyle arkadaşlığımda ‘İnsan’ a dair en güzel manzarayı mekan edindim. Olumlu fikir üretir, iyi paylaşım yaparım.” Yıldız Teknik Üniversitesi İktisat ve Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümleri mezunu Pektok, 1993 yılından beri reklam, satış, bankacılık ve eğitim alanlarında çalışmıştır. Bilişim teknolojileri alanında eğitim veren bir kurumun ortağıdır ve kurumun insan kaynağı, finansman, eğitim koordinasyon birimlerinden sorumlu yöneticisidir. Aynı alanlarda kurumsal eğitimler verir. Kadınların toplum içinde eşit haklara sahip olması için çalışan sosyal sorumluluk platformunun lideridir. 2014 yılından beri Martı Dergisi’nde insan, kadın, çocuk konularında yazar ve okuduğu kitaplarla ilgili okur gözünden yorumlarını paylaşır.