Matt Haig ve Gece Yarısı Kütüphanesi’nin Düşündürdükleri

Hani ölümle yaşam arasında askıda kalmak ve kendinle yüzleşmek mümkün olsaydı yani Araf, sen o Araf’tan nasıl çıkardın? 

Bazı yaklaşımlara göre, ölümden sonra ruhun öncelikle spatyom denilen bir yere geçtiği varsayılıyor. Ve ruhun derecesine göre yani yaşadığınız hayatta nasıl bir insan olduğunuzla bağlantılı olarak daha saf, incelmiş, titreşimi zarif bir hayatınız olduysa göksel katmanlarda daha yükseklere çıkıp daha bilinçli rehberlerce yönlendiriliyorsunuz. Ve spatyomunuzda biraz yaşamınız gibi aslında. Ölürken nasıl duygu ve düşünceler içindeyseniz, öldüğünüz zaman benzer bir varlık alanı inşa ettiğiniz söyleniyor. Kulağa hayli fantastik gelen bu ögeler ruhun ölümsüzlüğünü savunan ve beden öldükten sonra ruhun, ruhların göçtüğü öbür dünya düşüncesinin de temeli ya da uzantısı düşüncelerdir.

Peki ya kitap okumayı ve özellikle felsefeyi seven biriyseniz ve bir şekilde o Araf’a düşmüşseniz sizin spatyomunuz nasıl olurdu acaba? İşte yazar Matt Haig, Gece Yarısı Kütüphanesi isimli kitabında biraz bu soruya cevap vermiş gibidir.

Çağdaş dünyanın gerek bilimsel gerek popülist ögelerini ustaca kullanarak zevkle okunan bir roman kurgulamış Matt Haig. Kendisi de küçüklüğünden itibaren endişe ve depresyonla yaşamış biri olarak biraz kendine iyi gelmek ve biraz da ağaçtan düşen bilir hesabı o bilgelikten beslenerek yazmış. Böylece okurlarına da iyi gelebilecek bir kurgu oluşturmuş.

Depresyon da bir tür Araf! Yaşama gücünü askıya almak ve öylece kalakalmak. Ne yapacağını bilememek, sorumluluk alamamak, kıpırtısız durgun bir su gibi kalakalmak.

“Bazen öğrenmenin tek yolu yaşamaktır” diyor yazar.

Peki ya pişmanlıklar? Yaşamaktan, tekrar başlamaktan ve devam etmekten alıkoyan pişmanlıklarsa?

“Esas sorun yaşayamadığımız için pişmanlık duyduğumuz hayatlar değil. Sorun pişmanlığın kendisi…Büzüşmemize, kuruyup kalmamıza, kendimizin ve insanlığın en büyük düşmanı olduğumuzu hissetmemize neden olan pişmanlığın ta kendisi”! diye devam ediyor kitapta.

Korkmaktan söz ediyor bir anlamda yazar. Kim bilir belki aynı hataları tekrar yapmak, benzer duyguları tekrar yaşamak korkusudur bu. Bu durumda bilinç, bir tür savunma mekanizması olarak donuyor, kendini kapatıyor, depresyonla Araf’ını böyle yaratıyor! Ve bu güçsüzlüğün kendisi de tekrar pişmanlık yaratıyorsa kısır döngü bu şekilde işleyip gidiyor olmalı.

Ha bire kendi kuyruğunu yiyen yılan Ouroboros gibi.

Peki ölümle yaşam arasında sıkışıp kalınan bu Araf’tan nasıl kurtulunur? Pişmanlıklarını pişmanlık olmaktan çıkaracak bir imkân var mıdır? Yine kuyruğunu yiyen yılan gibi, kendini, kendinden yeniden yaratmanın olanağı var mıdır?

“Direnme gücüne sahip olanlar başkalarından farklı değildir. Aradaki tek fark, onların akıllarında bir hedef olması ve o hedefe ulaşmaya kararlı olmalarıdır. Direnme gücü, dikkatimizin kolayca dağılabildiği bir hayatta odağımızı koruyabilme yeteneğidir. Bedenimiz ve zihnimiz sınıra dayandığında bile yaptığımız işe yoğunlaşmayı sürdürebilmek, dikkatimizi dağıtmadan, etrafa bakıp birilerinin bizi geçebileceğinden endişe etmeden kendi kulvarımızda yüzmeyi sürdürebilmektir.”

Zamanın ruhu gereği on milyara varan kalabalık dünyamızda mutlu olmak pek de kolay değil. Başarı abartılıyor; rekabet, tükenmişlik sendromuna dönüşüyor. Bunca anlamsızlık içinde nasıl anlamlı bir hayat yaşayacağımız sorusu yaygınlaştıkça spritüal öğretilerde teselli aranıyor. Sosyal medya çağında, Instagram’da herkes kendi gurusunu arıyor!

“Olmak istediğim her şeyi olmam, yaşamak istediğim bütün hayatları yaşamam mümkün değil. İstediğim bütün yetenekleri geliştirmem mümkün değil. İstememin nedeni ne peki? Hayatımda, olası bütün zihinsel ve fiziksel deneyimlerin her bir rengini, tonunu ve her çeşidini yaşamak istiyorum.” Slyvia Plath

Evet, herkes kendi en yüce gurusunu arıyor! Ve Matt Haig kitabı vesilesiyle bir kere daha hatırlatıyor; tıpkı kadim öğretilerin kadim ustalarının da söylediği gibi: O kudret tam da sende diyor!

Olduğun bu halinle seni bugüne taşıyabilen hayatında. Slyvia Plath’ın açmazı yani olası bütün hayatları yaşama isteğinin imkansızlığı kitabın kurgusuna dönüşmüş olarak karşımıza çıkıyor. Ancak kişinin içindeki asıl gücü açığa çıkarabilmesine hizmet etmesi yönünde bir işlevselliğe hizmet ederek.

Kaygı düzeyiniz, depresif haliniz yükselişteyse, anlamsızlık duygusu ile boğuşuyorsanız bibliyoterapi etkisi oldukça kuvvetli olan bu kitabı okumanızı öneririm.

Kitapta fantastik macera ögeleri romanın akıcılığına ve derinliğine hizmet ediyor. Aynı zamanda sade bir hayatın kıymeti ve olanı olduğu haliyle kabul edebilmenin bilgeliğine de bir davet olarak okunabilir. Pişmanlıkların ve hayal kırıklıklarının acı verdiği bir yaşam ile nasıl başa çıkılabilir?  Yani “acıya karşı bağışıklık kazanmak mümkün mü?” sorularını kendine temel almış bir kitap.

Ancak farklı ihtiyaçlarımıza da cevap verir kitaplar. Yani ille de bibliyoterapi etkisi için okumayız kitapları. Sizi gönderdiği başka yazarlar, başka kitaplarla karşılaşmak da motive edici olur okur için. Bu kitapta da Henry David Thoreau, Robert Frost, Albert Camus, Bob Dylan, Leonard Cohen gibi isimlerle karşılaşıyoruz. Bu yazarlar ve sanatçılar da ilginizi çekiyorsa bir bakın derim sevgili okur.

Kendine bu zamanı ayırmaya değer!

 

Saliha Yazgaç

Önceki İçerikİBB Kültür AŞ ve İstanbul Modern İş Birliği: Ücretsiz Sergi Turları
Sonraki İçerikİstanbul’daki En Büyük Kristal Heykel Sergisi: Yeraltının Kapıları