İsviçre ikinci vatanım.
Çikolatasının tadına doyum olmaz biliyorsunuz.
Gölleri, Alpleri, inekleri ve Heidi ile masalımsı bir yer.
Bankaları, ilaç şirketleri, kayak turizmi de tabii işin ticari kısmı.
İsviçre’de dört tane resmi dil var. Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romanşça.
197 değişik ülkeden olmak üzere 8,6 milyon insan yaşıyor Heidi diyarında. Çok sayıda farklı dil, din ve kültürü barındırıyor, dolayısıyla zoru başarıyor İsviçre. Sürtüşmeler, sorunlar olsa da ülkenin kural ve yasalarına uymak zorunda olduğunu biliyor herkes. Para cezaları çok yüksek.
Euro değil İsviçre Frank’ı kullanılıyor.
Dünyanın en pahalı memleketi.
Avrupa Birliği’ne girmeyi istemiyor insanları.
Tarafsız, kendi halinde yaşayıp gidiyor işte bu ilginç devlet.
Evet, bütün bunların dışında İsviçre’de güzel edebiyat da yapılıyor. Bu minicik ülke üç tane Nobel Edebiyat Ödülü gördü bugüne kadar. Geri kalan 27 Nobel ödülü de farklı dallarda alındı.
İçinde yaşadıkları coğrafya sanatçıların eserlerine de yansıyor çoğu zaman. Alp köylerinde dünyanın keşmekeşinden uzak yaşayan insanlar romanların yazarları ve kahramanları oluyor. Bizim gözlerimizle değil kendi gözleriyle, kendi ruhlarıyla bakıyorlar olaylara, kendi hikâyelerini anlatıyorlar. Farklı bir zihniyetin edebiyatı doğuyor yaylalarda, Zürih Gölü, Cenevre Gölü sahillerinde. Yemyeşil çamların verdiği umudun kokusu yayılıyor satır aralarına. Bol oksijen alıyor okur.
Bu kadar çok genel bilgiden sonra, edebiyat çevirmeni ve bir roman annesi olarak biraz İsviçre edebiyatından bahsetmek, sizi bazı yazarlarla tanıştırmak istiyorum.
Bugün çağdaş yazarlardan 1963 doğumlu Peter Stamm’ı tanıtayım size. Beni çok etkileyen bir tarzı var. Kendisiyle bir söyleşisinde sohbet ettim. Oldukça tipik bir İsviçreli: Çekingen, hatta mahcup. Mütevazı bir hayatı olan yakışıklı bir adam. Bazı kitapları Türkçeye de çevrildi. Peter Stamm espri ve eğlence kavramlarından arındırarak yazıyor kitaplarını; kuru ama damardan veriyor vermek istediğini; bir boşluk atmosferi yaratıyor, o boşluğa çekiyor okuru. Sersemlemiş, derinden etkilenmiş oluyorsun kitap bittiğinde. Ve bu etkiden uzun müddet kurtulamıyorsun, bir travma yaşamışçasına…
Örneğin, yine kısa cümleler, sade ve dramatik olmayan bir stil içeren 2006’da yayımlanmış olan romanı ‘An einem Tag wie diesem’de şu hikâyeyi anlatır Peter Stamm: Andreas orta yaşlarda, köyde büyümüş bekâr bir İsviçreli. On sekiz yıldır Paris’te lise öğretmeni olarak çalışmaktadır. Boşluktadır, yaşam amacı yoktur. Tek inandığı şey tesadüflerdir. İki sevgilisi vardır: Nadja 2 haftada bir akşamları geliyor Andreas’a. Boşanmış olduğu halde Andreas’ı eski eşiyle aldatıyor. Sylvia evli ve 3 çocuklu bir kadın, çarşamba öğleden sonraları ziyaret ediyor Andreas’ı. Andreas Paris’te kendini yabancı hissetmektedir ‘yaklaşık yirmi yıldır bu şehrin içinde gezen ama hiçbir yere varamayan bir turist gibi’. Bir gün eline bir aşk romanı geçer. Roman ona eski gençlik aşkı Fabienne’i hatırlatır. Ona âşık olduğu kadar kimseye âşık olmamış Andreas; ama aşkını itiraf edememiş, Fabienne de Andreas’ın bir arkadaşıyla evlenmiş. Andreas artık o sevdiği öğretmenlik mesleğini de sevmez olmuştur. Çok sigara içiyordur; çok öksürmeye başladığı için doktora gider. Kanserden şüphelenir doktor. Andreas işine çıkış verir, evini satar ve sevgililerine veda eder. Paris’i terk etmeye karar verir. Sadece Fabienne’nin mektubunu alır yanına. Okuldaki stajyer Delphine, Andreas’a âşık olmuştur ve onunla İsviçre’ye gider. Andreas, Fabienne ile buluşur. Kocasının bundan haberi yoktur. Delphine, Andreas’ın Fabienne’i ne kadar sevdiğini görünce köyden ayrılır. Andreas arkasından gider ve Delphine’i dolayısıyla kendini de bulur.
‘Böylesi Bir Günde’ olarak çevrilmiş eser Türkçeye. Özetini okudunuz ama ruhunu hissetmek için kitabı okumanızı öneririm.
‘Yedi Yıl’, ‘Dünyanın Sakin Kayıtsızlığı’, ‘Bugün Burada Yarın Orada’, ‘Uçuyoruz’ ve ‘Uzağın Ötesinde’ de yazarın Türkçe’ye çevrilmiş ve çok çarpıcı eserleri…
Nevin Tali Ölçer