Aslında yaşamın mürekkebi de biziz, kağıdı da. O halde neden kalemi alıp istediklerimizi yazamıyoruz?
Yazmaktan korkuyoruz sanki, istemekten, koşulsuzca sevmekten, hayal kurmaktan, kendimizi olduğumuz gibi kabul etmekten hep çekiniyoruz.Bir kere denesek ve vazgeçmeden hep istediklerimizi yazsak, resmetsek sonra da yaşasak nasıl güzel olur. Hep zamana karşı, birilerine karşı, duygularımıza karşı yenilmekten çekiniyoruz. Korumaya ve yönetmeye çalışıyoruz. Serbest bırakamıyoruz kendimizi ve diğerlerini.
Çünkü böyle öğrettiler bize. Dur, dikkat et, düşersin, aldanırsın, kazıklanırsın, sınıfta kalırsın, sevilmezsin, kabul görmezsin, yapamazsın. Bu listeyi uzatabiliriz.
Bakın ne demiş Cicero: “İnsanın en büyük düşmanı kendisidir.’’
Bu çok anlamlı ve doğru bir tespit. İnsanın fizyolojisinde bunu yapma özelliğinin var olduğunu vurgulamış. “Dikkat et”, diyor, uyarıyor.
Bunun farkında mıyız? Bazen evet, bazen farkında olsak da buna engel olamıyoruz. Çünkü duygularımızla dans edemiyoruz. Ayağımıza basmasına, canımızın acımasına karşı koyamıyoruz. Bu da bizim direncimizi, kendimize olan inancımızı zayıflatıyor.
Şimdi kendiniz için bir şey isteyin desem? Aklınızdan neler geçti?
İsteyebildiniz mi? Yoksa “Ne isteyeceğimi bilmiyorum” mu dediniz? Belki de “İstemesine istiyorum ama olmaz ki” dediniz. Ve belki de, daha bir şey isteyemeden, aklınıza hemen engelleriniz geldi.
Zihninizin engellerini fark ettiniz mi? Kendinizden emin ve inançla isteyebildiğiniz sürece sorun yok.
Zihnimiz, belirginlik ister, yerine getirmek üzere komutlar almayı sever. Arzuladığımız şeyin gerçekleştiğini hayal edersek, tam da zihnimizin dilinden konuşmuş oluruz.
Bu bir formül. Yapabilmek kolay değil . Bolca egzersiz gerek. Bedenimizi tanımak gerek. Nefesimizi kullanmayı bilmek gerek. Zihnimizin sınırlarını aşabildiğimiz sürece özgür oluyoruz. İşte tam da bu, kişisel gelişim sürecimizi oluşturuyor. Artık, bu yazdıklarım size yabancı değil. Bunları, farklı anlatımlarla birkaç kere okudunuz, duydunuz. Belki de uygulamaya çalıştınız. Hissettiniz. Yaşadınız.
Peki sonra ne oldu? Bitti mi?
Son birkaç senedir, kişisel gelişim adı altında birileri, birilerine yaşamın sırları diye bir şeylerden bahsediyor. Tahmin ediyorum artık sıkıldınız. Ben de sıkıldım.
Bizler böyle büyümedik, babaannelerimiz, dedelerimiz de bunlarla büyümedi. Çünkü ihtiyaçları yoktu. Onlar yüzyıllardır söylenen şeyleri, zaten doğal ortamlarında yaşıyorlardı. Bedenlerini de, doğal ortamda büyüttükleri için her şey olması gerektiği gibi oluyordu. Onlar kitap cümleleri arasında boğulup kalmadılar. Onlar doğa ile iç içe, bedenlerini dinliyorlar, bedenlerini anlıyorlardı. Benim yaşıtlarım hatırlayacaklar bizler sokakta oyun oynardık. Mahallelerimiz vardı. Oyun oynar, oynarken öğrenir, düşünür, hissederdik.
Şimdi bizim ve şehirde büyüyen çocuklarımız için bu imkansız hale geldi. Bu yüzden bizim birilerine ihtiyacımız doğdu.
Doktorlar, Beslenme uzmanları ve koçlar, doğamızda var olan gücü bize hatırlatma görevini aldılar. Çünkü çok uzaklaştık özümüzden, onun dilinden. Şimdi yeniden öğrenmeye başlıyoruz.
Artık dünya da yeni bir değer var.
IQ dan sonra EQ vardı. Şimdi, önemli olmaya başladı.
Çünkü iyileşme içerden dışarıya. Aslında bu her zaman böyleydi.
Gelişim , endüstrisi ve sanayi toplumu bunu unutturdu.
Şimdi bilgelik çağı, bize bunu yeni bir keşif gibi( zaten bizde var olanı) sunuyor.
O halde ne yapmamız gerekiyor bu pazarın içinde kaybolmamak için?
Kendi dümenimizi elimize almalıyız. Otomatik düşüncelerimizden özgürleşmemiz gerek. Yeniye ( özümüze ) sahip çıkmalıyız.
Ona bakalım. Onu anlayalım. Onu tanıyalım. Onun dilinden konuşalım.
Otomatik düşünce kalıplarından kurtulalım.
Otomatik düşünce kalıpları ne yapar?
Otomatik düşünce kalıpları ile kendimizi düşük kapasitede kullanırız ve deneme yapmaktan çekiniriz. Yaratıcı, yenilikçi , esnek düşünemeyiz. Öğrenilmiş çaresizlik içinde kalmamıza sebep olur. Bu da bizi geliştirmez. Tam aksine, her gün aynı şeylere takılır, problemlerimize aynı düşünce kalıplarımız ile yaklaşır, çözüm ararız.
Einstein’nın dediği gibi “Bir problemi aynı düşünce şekli ile çözemezsiniz.’’
O halde zihnimizi genişletmeliyiz. Farklı yönlerden bakmayı alışkanlık haline getirmeliyiz. Probleme değil çözüme odaklanarak, her problemin çözümü ve ona giden farklı yolların olduğunu bilerek, anlayışla yaklaşmalı ve proaktif olmalıyız.
Özetle , altı ile ikiyi topladığımızda sekiz elde ederiz. ( 6 + 2 = 8 )
Fakat 8 sonucunu sadece, altı ile ikiyi toplayarak elde etmeyiz.
Her zaman geniş düşünmeli, her konuda, bizi sonuca götürecek, diğer farklı yolları da denemeliyiz.
Tüm engellerinizi teker teker aşmanız dileğiyle…