Üzerinde en fazla konuşulan, irdelenen şeylerden biri sanırım liderlik.
Dünya kalabalıklaşıp, karmaşıklaştıkça, yapılması, yapılmaması gerekenler arttıkça, bir sürü takım, ekip, grup vb. oluştukça “lider” denen kişilere, “liderlik” denen durumlara daha çok ihtiyaç oluyor.
İyi lider nasıl olunur, iyi liderlik nasıl yapılır, iyi lider nasıl anlaşılır, kötüsünden nasıl uzaklaşılır, zararlısı nasıl alaşağı edilir vb. için tarifler, listeler, reçeteler, telkinler, kitaplar, yayınlar, eğitimler, sistem arayışları gırla gidiyor.
Bir lider örneği verir misiniz?
Türklere “lider örneği” sorulduğunda genellikle standart olarak mutlaka Atatürk yanıtı alınıyor. Bu yanıtı verenler çoğunlukla biraz düşündükten sonra “Hitler de lidermiş aslında ama o kötü olanıymış. Baksana milyonları nasıl sürüklemiş peşinden…” diye ekleme yapılıyor.
Yani “liderlik” insanları peşinden sürükleme kabiliyeti ile özdeşleşiyor. Önde giden biri, arkasında kalabalıklar oldu mu o kişi “lider” oluyor ve o guruba liderlik ediyor diye anlıyoruz. Eğer arkasına insanları takıp, çoğunluğun yararına, hayrına marifetler döktürülüyorsa “iyi lider”, zararına, kötülüğüne sonuçlara sebep oluyorsa da “kötü lider” diyoruz…
İnsanlar önce kendilerine liderlik edebilmeli. Kendisine hayrı olmayan, başkasına nasıl liderlik edecek? Liderlik edene nasıl katkı verecek, yoldaşlık edecek? diye akıllı akıllı sorular soruyor, çuvaldız muvaldız ne varsa artık, önce kendimize batırıyoruz… Batırmayana da al sen de yap diye öneriyoruz…
En “liderler”?
Sonra alt kırılımlar, liderlik çeşitleri, lideri lider yapan en önemli özellikler sıralanıyor, “en” ler seçiliyor.
En karizmatik, zeki, sevilen, sevilmeyen, sevimli, yakışıklı, hitabet gücü yüksek olan, yenilikçi, güvenilen hatta en seksi vb. kategoriler yaratılıyor.
Kadın liderlerin az, erkek liderlerin daha çok olduğu konusunda mutabık kalınıyor. “Eğer dünyada erkek liderler kadar kadın liderler de çok olsaydı bu kadar eşitsizlik, fenalık olmazdı!” diye bilmiş bilmiş nokta konuluyor. Her erkek ya da kadın liderin bir annesi bir babası bir de “genleri” olduğu unutuluyor.
Bunlardan gaz alan her ana-baba-öğretmen, çocuklarını “lider” olmak üzere yetiştirmeye hamlediyor. Sonra da “Olmadı bu, liderlik mayası tutmadı, hamurunda da yokmuş zaten. Demişlerdi de ciddiye almamıştım! Lider olunmaz doğulur… Geni bozuk bunun. Hey hat, boşa gitti emekler… ” diye etiketleyip bırakıyor.
Kısacası bir “liderlik” takıntısıdır gidiyor, çerçeveler kalın kalın çizilip, içine kişilikler, durumlar, hedefler, yetkinlikler vb. sıkıştırılmaya çalışılıyor. Gen haritaları iyice çözüldüğünde tüm ayarların “liderlik” kodlarına göre yapılması hayal ediliyor.
Etmeyelim, böyle yapmayalım…
Biraz başka kavramlara, durumlara, anlamlara da bakalım…
Mesela “kolaylaştırıcı / enabler” olmaya odaklanalım…
Aslında lider olan, olmayan herkesin birbirine, birbiriyle yapmaya çalıştığı şey “hayatı kolaylaştırmak, daha iyi olması için başkalarına yardım etmek ve onlardan yardım almak, böylece hayatı daha yaşanılır kılmak, yaşamı sürdürmek.”
Bu kadar yalın bir gerçeğimiz var…
Birbirimizin hayatına, evrene bir şeyler verebiliyor, alabiliyorsak ve o şeyler “sürdürülebilirlik” için çoğunluğa daha olumlu, yeni kapılar açıyorsa ilerliyoruz. Yoksa çakılıyoruz, çalışacağız.
İlle de “alıştık artık, yine o tariften ilerleyelim, kolaylaştırıcılığı liderliğe bağlayarak düşünelim” diyenlere hürmeten şöyle listeleyelim o halde.
- Rütbesi, görevi ne olursa olsun kendi dâhil olmak üzere kendinden başka birden fazla insanın önünde giden yani yolu açmakta daha becerikli olan insan kolaylaştırıcı liderdir.
- Kolaylaştırmanın ilk adımı “yüksek farkındalıktır.” Ancak kendisinin, çevresinin, koşulların, her bir bireyin, grubun, evrenin, geçmiş-şimdi-gelecek zamanın farkında olanlar “nelerin, nasıl, neden, ne zaman, nerede, kimlerle, kimler için” yapılacağını yani “ortak amacı” belirleyebilir.
- Diğer önemli aşama, durum “işbirlikçi ruhu yükseltmektir”. Ortak amacın, herkese faydalarının, tersinin de zararlarının iyi anlaşılması, geliştirici rekabeti, yardımlaşmayı, paylaşma niyetini, hevesini, aksiyonunu yükseltir. Katılımcı, çözümcü, geliştirici aksiyon gücünü arttırır.
- Aslında her şeyin temelinde, arasında, altında, üstünde, içinde yatan en kuvvetli zamk “özüne, birbirine değer vermek, saygı duymaktır”. Bu hem en küçük ölçekteki bireysel ve ekip hareketinin hem de dalga dalga büyüyen gurup, kitle hareketinin dinamosudur. Saygı ve saygısızlık da bulaşıcıdır. Saygısızlığa dahi saygı duyup, eğitici faydasından dersler almak en önemli kolaylaştırıcılık erdemidir.
- Birbirimizin hayatını kolaylaştırmak için olmazsa olmazlardan biri de “kesintisiz bir merak, araştırma geliştirme ve öğrenme süreci içinde olmaktır.” Daha iyisini yapabilmek için sadece bazı faktörlerin değil, öncelikleri belirlenmek kaydı ile gidişatı, sonuçları etkileyecek tüm koşullarda iyileştirme, değişiklik yapmak gerekir. Sadece insanların ruhlarını ateşlemek, zihinleri buluşturmak, el ele tutuşmak yetmez. Hareket sahamızın, bir anlamda akvaryumumuzun suyunun da temiz olmasını, yaşanabilir olmasını sağlamamız gerekir ki ele ele tutuşmuş, sevgili ve saygılı gözlerle baka baka ölmeyelim, öldürmeyelim… Bunun için de sürekli dönüşmeliyiz.
Kolaylaştıralım…
Sonuç olarak hangi konumda ne yapıyorsak yapalım, hayatı zorlaştırmaya değil de kolaylaştırmaya odaklanalım. Hep elimizden gelenin daha iyisini arayalım, zorlayalım. Zorlayacaksak da kolaylaştırmanın sınırlarını zorlayalım.
- Birine bir şey diyorsak; en kolay anlaşılacak şekilde, ilave soru sordurtmayacak, şu eksik, bu yanlış dedirtmeyecek detayda düşünerek diyelim…
- Biri için bir şey yapıyorsak, yapmamız gerekiyorsa; onu sahiden, içtenlikle, kendimizi onun yerine koyarak yapalım. Bu bana gelseydi, böyle verilseydi, teslim edilseydi “Beğenir miydim ? İşime yarar mıydı? “ diye soralım. Kocaman bir “Eeveet!” diyemiyorsak üzerinde tekrar çalışalım.
- Nazik ve sakin kalalım. Beklemediğimiz bir geri bildirim verene kızmayıp, aksine müteşekkir olalım. Göremediğimiz, boş verdiğimiz bir hatamızı, eksiğimizi gösterdi diye minnet, saygı duyalım. Ya ezbere “aferin, eline sağlık” deseydi? Ve sonra o iş daha büyük, asıl yerden dönseydi?
- Art niyet, fesatlık da çok kıymetlidir. Onlar aslında o anı zorlaştırıyor gibi görülseler de kolaylaştırıcılığın geliştirici tetikleyicisidirler. Yeteneklerimizi, sınırlarımızı esnetirler. Yeter ki sinir, öfke vb. duygulardan ziyade eğlenerek, keyifle, fırsat, keşif olarak bakıp kullanmayı bilelim.
Kolaylaştırmak için zorlaştırıyoruz, biz bunu hep yapıyoruz…
Daha önce de yazmıştım. Hayatı kolaylaştırmak için bazı şeyleri zorlaştırıyoruz. Sonra eskiden zor gelenleri şimdinin kolayı yapıyor, önümüzdeki kolaylaştırmamız gereken yeni zorlukları arıyoruz… Ve biz buna “sürdürülebilirlik” diyoruz…
Örneğin her an, hemen, her yerden birbirimize erişmek, görmek istiyoruz. Bu zorluğu aşınca bu sefer de o kolaylığın getirdiği yeni zorlukları kolaylaştırmak için çareler arıyoruz. Kimisi dijital diyet, kimisi teknoloji detoksu, kimisi de giyilebilir aletlerle kolaylamaya çalışıyor.
Atalarımıza tablete taşla yazı kazmak zor gelirken, şimdi dijital tablete pıt pıt yapmanın zorluklarından yakınıyoruz.
Nereye kadar, neden? Onları henüz bilemiyoruz ancak bildiğimiz bir şey var ki “kolaylaştırıcı” olmak şimdinin yükselen trendi. En ihtiyaç duyulan insan modeli, aracı…
İster “Kolaylaştırıcı Liderlik / Enabler Leadership”, ister sadece kolaylaştırıcı deyin ama ne yaparsanız yapın, ortamı kolaylaştırmak için zorlayın kendinizi.
Oximoron oldu mu dediniz? Hadi canım! Olmayan bir şey biliyor musunuz?