Yeni Kelimeler Yeni Dünyalar -4

Yeni yıla saçımı kestirerek girdim.

Yine içimde hafif bir pişmanlık. “Sahi aramızda saçını kestirince, içine yüzde yüz sinmiş bir kadın var mıdır, varsa dünyanın neresinde yaşamaktadır, acaba çok şanslı olduğunu bilmekte midir, benimle röportaj yapar mı?” bu konuda  gibisinden kafamda deli sorular uçuşmakta.

Hissettiğim duygular, bu ay paylaşacağım kelimeye tam manasıyla “cuk” diye oturuyor. Age-otori, yine Japonya’dan bir kelime, saç kestirdikten sonra beğenmeyip kendini kötü hissetme anlamına geliyor. İç dünyamı daha güzel anlatan bir sözcük olamazdı.

TALİHSİZ KUAFÖR DENEYİMLERİ

Genelde saçlarımı kestirdikten sonra fiziksel olarak rahatlamama karşın yüreğim hafiflemez. Bunda kuaförlerin bana verdiği sözü tutmamasının payı büyük. Yok öyle şekilli kesimler, albenili saç modellerinden bile bahsetmiyorum; sadece zayıflayan saçlarımın uçlarından alınarak kısaltılması söz konusu olan, ne kadar zor olabilir?

Saçı benim gibi kıvırcık olanlar bilirler, ıslakken kesilen saç ile kuruyup toparlanan ve akabinde kıvrılan saçın boyu asla aynı olmaz. Bunun hayli farkında olan bendeniz, kuaförün kesim koltuğuna otururken hayli itinalı davranır, söyleyeceğim sözcükleri özenle seçerim; öylesine “uçlarından aldıracağım”, “zayıflayan kısımlara bir el atalım usta” gibisinden yuvarlak ifadelerle değil, daha net tanımlarla otururum.

Çünkü bizzat tecrübe ettim, bu sözler kuaförlerin çoğunluğu tarafından “eti senin kemiği benim” gibisinden anlamlandırılmakta. O zaman elinde makas tutanın “ya Allah” diye girişip, bulmuş olduğu malzemeyi içinden geldiği gibi şekillendirmesinde çok da beis yok anladığım kadarıyla. Ancak benim gibi düzeltmeleriyle beraber şu kadar alır mısınız diyen ve hattâ elleriyle gösteren birine bu muamele niye revâ?

Ay şimdi ne kadar zorsun kardeş demeyin, herkesin saçı mevzubahis olduğunda rahat hissettiği bir konfor alanı var değil mi? Benim gibi bir kıvırcığın neden olmasın? Üstelik yaşadığı onca deneyimle beraber hayli bilinçli bir tüketiciye dönüşmüşken hele! Siz hiç saçlarınızı tel tokalarla oradan buradan tutturarak bir kaç ay peygamber sabrı ile dolandınız mı? Dolananlar bilirler…

Bu konudaki şikâyetlerim sıklıkla kuaförler  tarafından “Ee bana gelseydin, bir güzel hallederdik, fön çekerdik, düzeltirdik, seni daha fazla yormazdık, ipe un sererdik!” gibisinden ilave yorumlarla karşılık bulur. Ben daha bir gerilir; olayın özü zaten bu kardeşim, ben kuaföre sık sık saçım başım için gitmeyi sevmiyorum, zaman kaybı gibi geliyor, okuyacak onca kitap, izlenecek onca film varken…

Neden ben?

“Neden?” diye haykırasım gelir ama yutkunur ve kendimi monoton bir tonda ifade ederim. Karşı taraf bu cevaba sıklıkla hayli boş gözlerle bakar. Zaten çok uğramadığım kuaförler salonlarından kırgın bir şekilde ayrılır, uzun bir süre gitmemecesine posta koyarım. Onların beni tavlamak adına yaptıkları bu girişimler ters teper, bu kısır döngü böyle sürer gider…

Sahi neden böyle davranır çoğu kuaförler? Neden saçımız hakkında söz hakkını bizlere tanımazlar? Ben ustayım senden daha iyi bilirim, ne kadar kesileceğine ben mi karar veririm demek isterler veya ellerine bir makas geçirmişken önlerinde saçlar öylesine uzanırken hızlarını mı alamazlar? Niye müşterilerini dinlemezler? Bu özgürlüğü bizden esirgerler?

AGE-OTORİ

Sizlerle her ay yeni bir kelime paylaşıyorum, takip edenler bilir, lâkin bu aykini bizzat tecrübe ettim.

İlginç kelimeler var dünyada, özellikle saç kestirme için kendini iyi hissetmeme hâlini ayrıca tanımlama ihtiyacı duymuş Japonlar, acaba neden? Saça gösterilen özenden mi, yoksa kendini iyi hissetmemenin altını çizme ihtiyacından mı? Japonya’da iki ay yaşamışlığım olsa dahi, bu ince ayrıntıyı bilebilecek kadar bulunmadığımı itiraf edeyim.

Bileniniz var mı?

Şeyda Bodur

 

 

 

 

Önceki İçerikMüzedeki Masumiyet
Sonraki İçerikYedi Kardeş Beş Kalleşiz Biz
Kendini anlatmak dünyanın en zor şeylerinden biri bence. Sürekli değişip dönüşürken, yaşam biteviye bizi şekillendirirken, sahi ben kimim? Değişmezlerim var mı, varsa neler? Dilerseniz beni yazılarımdan sizler tanıyın. Yine de beni heyecanlandıran kavramlar ortaya bırakayım, birer ipucu niteliğinde; Akdeniz, çiçekler, iletişim-İkizler burcu, Boğaziçi üniversitesi, kız kardeş, hak-miras, nezaket, ilk yaz, disiplin-aylaklık, Türk kahvesi, demli çay-simit, kiraz-karpuz, keyif, keşif, denge, dönüşüm, mistik, holistik, seyahat, sahici paylaşımlar, samimi sohbetler... Burada sadece yazmaktan ve okumaktan bahsetmek istiyorum. Neden mi yazıyorum? Biliyorum bencilce olacak, herşeyden önce bana iyi geliyor. Düşüncelerim netleşiyor, duygularım alan buluyor, sakinleşiyorum, sadeleşiyorum, “O”lanla hizalanıyorum, kendimi ifade ediyorum, üretiyorum, yaratıyorum, yüreğimi ortaya koyuyorum, yaşama katılıyorum, meydan okuyorum, “ben de varım” diyorum, belki ortaklık arıyorum ve daha nicesi...Satırlara sığmaz. Neden mi okuyorum? Sözü bir Usta’ya bırakmak istiyorum izninizle, ne bir kelime eksik ne bir kelime fazla... “Bütün iyi kitapların sonunda, bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda, meltemi senden esen, soluğu sende olan, yeni bir başlangıç vardır…” Edip Cansever