Yasemin Sungur’un hazırlayıp yönettiği Yazar ile Sohbet’in bu haftaki konuğu yazar Jale Sancak. Kendisi Belki Yarın, Fırtına Takvimi, Tanrı Kent, Uyanan Güzel, Lodosla Gelen ve İstanbul Öyküleri Antolojisi kitaplarının Duygu Asena Roman Ödüllü yazarı.
Bu sohbetin ilk bölümü için tıklayınız.
Genel okur kitaba başlayınca onu bitirmek ve başka bir kitaba geçmek istiyor. Ben ise kitabı masa üstüne bırakıyor, onu gelip geçip okuyorum ve galiba öykü kitapları ve şiir buna çok uygun. Roman gibi değiller. Ancak anlattıklarınıza rağmen öykü üvey evlat muamelesi görüyor. Ben, bir kitap kulübü olarak bize böyle kitapları okumanın yakışacağını düşünüyorum.
Romanda bir risk görüyorum. On, on beş roman bıraktığımı bilirim. Sebebi ise başlayıp bitirmemiz, yoğunluk içinde devamlı okumamız gerekiyor romanı ancak ilerleyemiyorum bir türlü, kitaptan soğuyorum. Bırakıyorum romanı, ilerleyemiyorum ancak öyküde böyle bir risk yok. Öğle tatilinde, vapurda yahut çay bahçesinde bir arkadaşımızı beklerken bir öykü okuyabiliriz. Okuruz, biter. Roman ise kopa kopa okuduğumuzda bütün büyüsünü kaybeder diye düşünüyorum.
Fırtına Takvimi ve Uyanan Güzel’i öykü tarzında yazmak ne demek? Bunu biraz açar mısınız?
Klasik roman her şeyi kesintisiz anlatır. Bu kötü bir özellik değil elbette. Zaten ben klasik roman yazan biri değilim ve yazmak da istemiyorum. Öykünün içine sadece enlerini yani en önemli, en gerekli, en olmazsa olmaz anlarını ve sahnelerini alırsınız sadece. Dolgu yapmazsınız. Ben de romanlarımda enleri alıyorum. Çok kısa anlatmış gibi yorumlar da alıyorum, başımla beraber ancak ben bir yazar olarak romanlarımda esas meseleleri, enleri anlatmak istiyorum. Bunu da başardığımı düşünüyorum.
Kitapdaş sorusu: Şiir yazarak başlamışsınız, kitap olarak yayınlanmadı sanırım.
Annem sevdiği şairlerin şiirlerini defterlere geçirir sonra onları dönüp dönüp okurdu. Babaannem masallar yazarmış. O masallar bende duruyor fakat yoğunluktan sevgili babaannemin masallarını halen elden geçirip, yayınlatma imkanı bulamadım. Benim de şiir kitabı çıkaracak kadar şiirlerim yok. Yazdığım şiirlerimi de talihsiz bir hadise ile kaybettim. O dönemlerde sadece yedi, sekiz tane şiirim edebiyat dergilerinde yayınlandı.
Sizin için şiir gibi öykü yazdığınızı söylüyorlar. Bu çok güzel bir tanım. Biz de Uyanan Güzel’i okurken altını çizdik ve şiir gibi dedik.
Ne güzel. Benim de istediğim insanların öykülerimi sıkılmadan şiir gibi okumalarıydı.
Lodosla Gelen romanınızda şiir gibi bir düz yazı. Şiir ritmi ve akışı bize çok güzel geçiyor. Peki Gri Şehir nasıl oluştu? Baştan mı sonradan mı oluştu? Nasıl girdi romanın içine Gri Şehir?
Baştan yoktu. İstanbul’ un dünden bugüne nasıl oluştuğunu, nasıl yağmalandığını aktarmak istedim. İnsanın doyumsuzluğunu, açgözlülüğünü vurgulamak istedim. Keşke insanoğlunun hamuru farklı olsaydı. Yıkımlar, felaketler ve acılar hep insan oğlu yüzünden olduğu için bunları gri şehiri de eklemek istedim. Anlattıklarımın Gri Şehri destekleyeceğini düşünerek sonradan oluştu Gri Şehir masalı.
Gri Şehir masalını çok sevdim ve diliniz bana İhsan Oktar Anar’ın dilini anımsattı.
Ben hiç İhsan Oktay Anar okumadım. Başka okumalardan bir türlü denk gelemedim. O yüzden bilmiyorum ancak en kısa zamanda okuyacağım.
Uyanan Güzel romanınızın kahramanı Vahide tanıdığınız biri mi?
Vahide tanıdığım ancak hikayesini hiç bilmediğim birisi. Bir gün tiyatromuzda kullanmak üzere bir elbise diktirmemiz gerekti. Ben de terzi ararken Vahide adında bir terzi kadınla karşılaştım. Bu yüzden üç beş kez yanına gidip geldim. Daha sonra tekrar işim düştü ona. Beraberken havadan sudan konuşuyorduk. Onun hakkında tek bildiğim babası ve yeğeniyle yaşadığı idi. Ona her gidişimde sanki bana “Beni roman kahramanı yap” diyordu. Öylelikle bana esin oldu, ben de kendi Vahide’ mi yarattım. Bu arada Beyoğlu’nda bir gün yürürken bir ses duydum, çok etkilendim ve hemen sese doğru baktım. Tek bacaklı bir adam akordiyon çalıyordu. İki, üç gün sonra onu tekrar görünce yanına gittim ve adını sordum. Adının Florin olduğunu ve Balkan olduğunu öğrendim. Bu yüzden bacağını Bosna Savaşı’nda kaybettiği fikrine varmıştım ancak alakası yokmuş. Benim Adrian’ım Bosna Savaşı’nda bacağını kaybediyor. Kısacası bu iki şahsı aldım, harmanladım ve romanıma dahil ettim.
Romanda alt metinler var, Gezi Parkı Olayı dönemi ve Gezide yaşananlar. Gezi sizin hayatınızda nasıl bir iz bıraktı?
Bütün o acılara ve ölümlere rağmen hayatımın en mutlu bir ayıydı. Kendi toplumumla barıştım ve halkımın çok değerli olduğu yargısına vardım. Gezide de aktiftim. Olabildiğince destek vermeye çalışmıştım. Acı ama çok güzeldi. Keşke dönüşebilseydi ve başka bir yere varsaydı.
Ben de romanınızda Vahide’nin ve Gezi’nin umuda yolcuğunu buluşturduğunuzu düşündüm.
Evet, kesinlikle. Gezi bitti ama onun ruhunun halen mevcut olduğunu düşünüyorum. Çünkü dönüşüm gerçekleşti. Gerçek hayatta anneler, babalar gençlere destek verip nasıl Gezi Olayına katıldı ise romanımda da Vahide Gezi’ye katıldı. Kör göze parmak basmadan bu süreci romanıma aktardım. Romanımda hem kişisel hem de toplumsal umudu aşıladım. Tek bir katmandan oluşmayan bir roman yazdım.
Vahide’nin gezideki umudunu gördüğümde onun babası Aziz Bey’e karşı direnişindeki umudu da gördüm.
Bu yorum için çok teşekkürler. Vahide terzi bir kadın, onu bir militan yapsam olmazdı ama o çok büyük bir sıçrama, değişim yaşadı. Kadınlara yeter ki isteyin, aşık olun demek istedim.
Herkesin bir fikri var. O bir kişi bile kendi hayatında bir değişim, dönüşüm yaşasa bile o değişim, kalabalığın içinde bir dönüşüm olur. Bu hikayenin bir sinema filmi olsa ne güzel olur değil mi?
Evet, gerçekten de çok güzel olur. Bunu bana söyleyen çok kişi oldu. Keşke böyle bir imkan olsa da çekebilsek.
Kitapdaş sorusu: Uyanan Güzel romanınızı okurken sayfa otuz yedideki “İnsaf bitmiş, metal sağır.” kısmı bizi çok etkiledi.
Bu roman aynı zamanda distopik bir roman. Şehir metallerle kuşatılmış şekilde. Metallerle döşenmiş çarpık binalar var etrafta. Yolda yürürken bile ayağımıza metal batabiliyor. Örneğin taş beton değilse size yanıt verir ancak metal size yanıt vermez. İşte bu yüzden şehrin dokusunun, düzeninin bozulduğunu metafor olarak metalle vermek istedim.
Buradan Vahide’nin Azim Bey ile olan hikayesine geçebiliriz. Romanda sayfa dokuzdan bir alıntı yapmak istiyorum. “İçi tamamen kurumadıysa Deniz’dir sebebi. Acayip bir şey hayat. Leman ölmeseydi onsuz kalacaktı Vahide. Yıllardır gizli bir sevinç Lemanın yokluğu. Bilseler, bir bilseler. Bağışlanmaz elbet kardeşinin ölümüne sevinmek.”
Burada Vahide’nin de günahlarıyla, sevaplarıyla ya da doğru ve yanlışlarıyla bir insan olduğunun vurgusunu yapmak istedim. Onu idealize etmek istemedim. O yüzden onu karton bir karakter yapmadım, önyargıları kırmak istedim. Vahide kötü bir karakter değil bence. Ona anti kahraman diyebiliriz.
Geçen hafta baba-çocuk, anne-çocuk ilişkisi hakkında konuştuk ve onların zaman zaman kendi değerleri ile bizim hayatımızı nasıl dönüştürdüklerinden bahsettik. Siz bu konu hakkında bizimle ne paylaşmak istersiniz? Vahide karakterinde bu konu ile alakalı göremediğimiz neler var?
Vahide’nin babası Azim Bey gelenekçi ve sağcı bir adam. Tabii ki her sağcı bu şekilde değil ama romanda kızına, evladına sevgi göstermeyen baskıcı bir baba tiplemesi görüyoruz. Aşka sadece cinsellik gözüyle bakan bir adam Azim Bey. O yüzden Vahide’nin Sedat ile beraber olmasını engellemek için Sedat’ı ihbar bile ediyor. Ben de Azim Bey ile devletin, sistemin faşist gücünü okuyucuya vermek, yansıtmak istedim.
Kitapdaş sorusu: Kitabınızı okurken Bosna Savaşı’ndan çok etkilenmiş olduğunuzu görüyorum. Soyadınız da sanıyorum Bosna’daki Sancak’tan geliyor. Acaba siz Rumeli göçmeni misiniz?
Sancak ayrılmış olduğum kocamın soyadı. Yıllardır bu adla kitap yazdığım için de mahkeme kararı ile onun soyadını halen kullanmaktayım. Ancak babamın babası olan dedem Boşnak. Bu yüzden Boşnak damarım var diyebilirim. Benim ailemde zaten Yahudi de vardır Alevi de Sünni de. Bu durumdan da çok hoşnutum. Her savaş gibi Bosna Savaşı da beni çok etkiledi ve bu savaşı kitabıma eklemek çok istedim.
Kitapdaş sorusu: Bence Vahide’nin babası Azim Bey sadece Sedat’ ın ölümüne değil aynı zamanda kızı ile olan ilişkilerinin bir daha eskisi gibi olmayacak kadar ölmesine sebep olduğunu ve maalesef bunun ülkemizin her kesiminde uygulandığını düşünüyorum. Fikrimi sizinle de paylaşmak istedim.
Yasemin Sungur: Evet, biz de toplumumuzun farklı katmanlarından farklı uygulamaları medya aracılığı ile görüyor, izliyoruz. Faşist bakış açısının kadına, çocuğa ve eğitime bakış açısını görüyoruz. Bunlar romanlarda ve hikayelerde tekrar karşımıza çıktığında titriyoruz, kendimize geliyoruz. Romanlarda hayatımızda hiç görmediğimiz şeyleri görme imkanına varıyoruz. Bu sebeple çevremdeki çoğu kadının okumasını istediğim bir roman Uyanan Güzel.
Kitapdaş sorusu: Ben 1 Mayıs, 80 İhtilali ve Gezi Olayı’nı yaşamış biriyim. Onun için romanın tam içindeyim diyebilirim. Çok etkilendim eserden. Atilla İlhan’ı da tanıma şansım oldu. Sizinle kendimde çok artık nokta buldum.
Öyle mi? Ne güzel, çok mutlu oldum.
Kitapdaş sorusu: Mırıl Mırıl Münevver öykünüzün televizyon filmi olarak çekildiğini öğrendim romanınızın arka kapağından. Kim çekti Mırıl Mırıl Münevver’i? Ne zaman çekildi bu film?
Bir dönem Ankara televizyonu Türk edebiyatı kitaplarını filmleştiriyordu. İşte bu dönem filmleşmiş oldu öyküm. Meral Kornat ve Menderes Samancılar oynamıştı filmde. Neredeyse yirmi yıl olmuştur çekileli. Mırıl Mırıl Münevver aynı zamanda Bir Damla gibi yalnız olarak da geçiyor. Annemin teyzesinin hikayesinde yola çıkarak yazdığım bir öykü idi. Hoş bir deneyimdi benim için.
Kitapdaş sorusu: Romanınızı çok beğenerek okuduk. Hatta kitaptaki “Vurmadan döven, bağırmadan sindiren Azim Bey” kısmını çok beğendik. Babalar bir dönem cidden öyleydi. Bu dönem babalarını bir romancı gözü ile nasıl görüyorsunuz? Ve her yer metal ile kaplıyken, İstanbul kötü bir durumdayken siz neye umut bağlıyorsunuz?
Bence halen Azim Bey gibi babalar onun gibi olmayanlardan daha çok. Bu tabii ki nerede, hangi çevrede olduğunuza da bağlı. Ben özellikle kırsaldaki babaların bu tutumunun değişmediğini düşünüyorum. Şehirde de kırsal hayatı yaşayan, kızını döven ve söven babalar gördüm. Laik kesimdeki orta ve orta üstü sınıflardaki genç kesim babaların çoğu şahane babalar bence. Bunlardan biri de benim oğlum mesela. Onların kafası daha açık. Çocuklarına bakan, onlarla oynayan, evde iş yapan babalar onlar. Ama böyle babaların oranını genele vursak dörtte birdir diyebiliriz bence. Henüz Türk toplumunun erkekleri bu sağcı, bağnaz ve faşist bakış açısından hala kurtulamadı nezdimde. Değişim olması gerekli bu konuda. Tiyatro izlemeden, roman okumudan, felsefe ile ilgilenmeden de değişimin olabileceğini düşünmüyorum. Kafaların çoğunun değiştiğini düşünmüyorum. Burada çok büyük bir cinayet var. O da Köy Enstitüleri cinayeti. Köy Enstitüleri cinayeti işlenmeseydi “Kim tutar seni Türkiye” şeklinde olurdu diye düşünüyorum. Benim düşüncelerim bu şekilde. Ben kendimi çok umutlu biri olarak görmüyorum ancak bende umutsuzluk verime dönüşür, çalışır ve üretirim. Bu yüzden ne olursa olsun umudun hep olması gerektiğini düşünüyorum. Umuda sarılmalı, inanmalı ve beklemeliyiz. O yüzden umut etmeye devam edelim.
Bizi umutla beslediğiniz ve bugünkü sohbetimizde duygularınızı en yalın, en güzel haliyle aktardığınız için çok teşekkür ediyorum.
Kitapdaş sorusu: Genelde Azim Bey üzerinden gittik ancak romanda sayfa seksen üçte sanki Vahide’nin annesine sitemini görüyoruz. Bu sebeple Vahide’ nin annesine karşı kızgınlığı, kırgınlığı var diyebilir miyiz?
Jale Sancak: Aslında Vahide annesi babasına hiç itiraz edemediği, yapma etme diyemediği için kısacası o çemberi kıramadığı için üzülüyor. Ama bir taraftan da derinlerde annesine kızgınlık duyuyor. Keşke annem babama müdahale etseydi ve bunlar olmasaydı şeklinde düşünüyor Vahide. Annesinin en azından resim yapmasına izin vermesini, babasına karşı çıkmasını isterdi mesela Vahide. Zaten kendi hayatlarımızda da annelerimizi çok sevsek de onlara karşı küçük kızgınlıkar duymaz mıyız? Ama tabii Vahide annesinin bir şeyler yapabilecek bir kadın olamadığını biliyor çünkü annesinin işi yok gücü yok, bir yere gidip bir şeyler yapamaz. Başında zebellah gibi bir koca var. O yüzden de susuyor Vahide ‘nin annesi.
Kitap ile Sohbet ekibi olarak biz romanın sonunu değiştirdik biliyor musunuz? Adrian’ ı geriye döndürdük.
Bakarsınız döner. Bana hep soruluyor zaten Adrian’a ne oldu diye. Ben de merak etmeyin Adrian gelecek, kesinlikle ayrılmayacaklar diyorum. Ayrıca eğer Florin türkçe bilseydi kitabımı götürüp ona verecektim.
Ben bugün sizinle olmaktan çok keyif aldım. Sizinle yeniden Uyanan Güzel’ e, Vahide’ ye, Adrian’ a kavuşmak ve onları hatırlayıp paylaşmak çok hoşuma gitti. Kitabı yazarkenki günlere, döneme gittim. Ayrıca kitabımın düşünülmesi, yorumlanması ve değer verilmesi benim için çok kıymetli. Çok teşekkürler. Hep kitaplarla olun.
Biz çok teşekkür ederiz. İnşallah pandemiden sonra Oyuncak Müzesi’nde bir buluşma yaparız. Martı Kitap Kulübünün Yazar ile Sohbeti’nde, yılın son toplantısında bizimle beraber olduğunuz için çok teşekkür ederim.
Sohbetimizi kitapdaşımızın Atilla İlhan’ın Emperyal Oteli şiirini okuması ile bitiriyoruz.
Emperyal Oteli
Ben hiç böylesini görmemiştim
Vurdun kanıma girdin itirazım var
Sımsıcak bir merhaba diyecektim
Başımı usulca dizine koyacaktım
Dört gün dört gece susacaktım
Yağmur sönecekti yanacaktı
Sameland seferden dönecekti
Duvardaki saat duracaktı
Kalbim kendiliğinden duracaktı
Ben hiç böylesini görmemiştim
Vurdun kanıma girdin itirazım var.
Bir Yazar ile Sohbet etkinliğimizi daha bitirdik.
Yazar ile Sohbet etkinliğimizi metin olarak yayına hazırlayan Lara Kılıç’a teşekkür ederiz.
Sohbetçi: Yasemin Sungur