Video sanatı son zamanlarda müzelerde, sergilerde sık sık rastladığımız günümüzün en şahsına münhasır sanatı. Peki hakkında ne biliyorsunuz. İşte ayrıntılarıyla video sanatı…
Geçtiğimiz günlerde geç kalmış olsam da Kutluğ Ataman İçimdeki Düşman adlı sergisini görmek için İstanbul Modern’e gittim. Aynı gün Ryan Trecartin videolarını da izleme fırsatı buldum ve çıkmadan son bir kez daha öncede gezmiş olduğum yeni ufuklar sergisindeki videoları izledim. Çıktığımda kafam izlediğim videoların hareketlilik ve durağanlık arasında gidip gelen kareleri ile dolmuştu ve kulaklarımda izlediğim videolardaki sesler, müzikler ve konuşmalar dönüp dolaşıyordu! Birçok şey anlamıştım ama aynı zamanda kafam allak bullak olmuştu. Bu negatif anlamda değil! Hayattaki negatiflikleri ve pozitifliklere aynı anda maruz kalınca ne düşüneceğimi şaşırdım demek daha doğru olur. Video sanatının amacı bu muydu bilemiyorum ama ben de tarif edemediğim bir şekilde imgelerin çatışmasına aynı zamanda uzlaşıp örtüşmesine neden oldu. Gerçekle kurgu arasında gidip gelen imgeler…
Video Sanatı Kısa Film Midir?
Teknolojik gelişmelerin durdurulamaz ölçüde hızlandığı 20 yüzyılın sanatı olan video sanatının temellerinin 19 yüzyılda Kinetoskopun icadıyla ardından Auguste ve Louis Lumiere kardeşlerin sinematografi adlı aygıtı geliştirmesiyle birlikte atıldığını söyleyebiliriz, yani sinemanın gelişimin video sanatı üzerindeki etkisi göz ardı edilemez. Sinemanın toplumsal yaşama sızması ve insanların hayatında başköşeye oturmasıyla birlikte telegörsellik de önceleri kısmen olsa da şimdilerde çoğunlukla sanatla işbirliği yapar hale gelmiştir. Bu işbirliği seri üretimin artması ve buna bağlı olarak video üretmek için gerekli araçlara herkesin rahatlıkla ulaşabildiği günümüz teknoloji ve internet çağında doruk noktasına ulaşmıştır. Öyle ki videoyu üretmek için gereken araç gerece ulaşmanın yanı sıra, videoyu insanlarla paylaşmanın fazlasıyla kolaylaştığı günümüzde videolar yaratıcılığını yeni teknolojilerle harmanlamaktan kaçınmayan sanatçılar için önemli sanatsal imkânlar sunmaktadır.
Sanırım iki yıl önceydi havadan sudan konuşmalar esnasında video sanatından konu açılmıştı ve “video sanatı kısa filmdir. Hayır! Değildir.” şeklinde bir tartışmaya şahit olmuştum. Bu keyifli tartışma sonucunda kısa film ve video sanatı arasındaki farkı öğrenmiştim. Başlangıçta video sanatı hakkında pek bir şey bilmediğim için ben de kısa film değil mi şeklinde tepki vermiştim; ama sonra ikna oldum. Neden kısa film değildir? Çünkü video sanatında kendiliğinden ya da spontane gelişen bir kurgu söz konusudur. Her ne kadar sanatçının kafasında ortaya çıkaracağı video ile ilgili bir akış planı oluşmuş olsa da video çekimi sırasında gelişen olaylar, tepkiler, konuşmalar, hareketler ve videoya sonradan dâhil olan kişiler vs konuyu şekillendirir. Yani kısa filmden farklı olarak önceden yazılmış diyaloglar, senaryo, seçilmiş oyuncular yoktur. Bu durumda video sanatı sinemanın birçok alt dalından ayrıldığı gibi sinemanın başlıca amacı eğlenceye ve eğlendirmeye sırtını dönerek telegörselliğin sınırlarını keşfetmeyi ve izleyicinin alışılageldik beklentilerine saldırıda bulunarak sanatsal bir beyin fırtınası yaratmayı amaçlar. Buna ek olarak farklı sanat dallarını ve tekniklerini bir arada uygulanabilmesi video sanatının içeriğini de zenginleştirir. Grafik ve 3D tekniklerini de buna eklersek teknolojiden yardım alarak varlığı görsel imgeler aracılığıyla sorgulayan bir video sanatı geleneğinden bahsedebiliriz.
TV Cello
60’lı ve 70’li yıllar sanatçıların video sanatı örneklerini galerilerde sergilemeye başladığı yıllar, yani başlangıç noktası diyebileceğimiz yıllardır. Nam June Paik video sanatı denildiğinde ilk akla gelen isimlerden biridir. 60’lı yıllarda John Cage’in gündelik hayattaki sesleri ve gürültüleri müziğinde kullanmasından ilham alan yeni-dada hareketinde yer aldı. Nam June Paik müzik aletlerin tahribatına ve alışılmışın dışında olanı sanata aktarmaya ilgi duyan bir sanatçıydı. 1965 yılında Sony’nin ses kaydı yapan taşınabilir kamerası Portapak’ın piyasaya çıkmasıyla birlikte Paik’in eserlerinde hareketli ve sesli görüntüler yer almaya başlar. Böylece, televizyonu sanatın içine dâhil etmesinin yanı sıra görüntü, ses ve performansı birleştiren sergileriyle kısa sürede adını duyurmuştu. “TV CELLO” Sanatçının sesleri bozmaya ve enstrümanların tahribatına yönelik çalışmalarından biridir.
Nam June Paik’in çalışmaları telegörselliğin sanatın içine katılabileceğini kanıtlamıştır. Video sanatı aracılığıyla sanatçılar teknolojinin sağladığı imkânlarınla birlikte edebiyat, film, müzik ve performansı bünyesinde barındıran dinamik sanat eserleri ortaya koyarak sürekli yeniliklerin peşinden gitmeye ve daha önce denenmemiş olanı bizlere sunmaya başladılar. Bu teknolojik zenginlik ortamında izlediğiniz videoların bazıları anlatmak istediği konuyu olduğu gibi tüm gerçekliği ile bize sunarken bazıları da Ryan Trecartin’in videolarında olduğu gibi gerçek üstü bir tele görsellik sunabilir. Gerçek şu ki Ryan Trecartin’in yapıtlarını izlerken Tom Wesselmann, Richard Hamilton ya da Robert Rauschenberg’in pop art tablolarının hareketli ve sesli halini izliyormuş hissine kapılabilirsiniz. Ryan Trecartin’in demişken kısaca ondan da bahsetmek istiyorum.
Başta da söylediğim gibi İstanbul Modern’e gittiğim sırada yeni kuşağın en başarılı video sanatçılarından biri olarak gösterilen Ryan Trecartin’in fazlasıyla hareketli, gürültülü ve küresel-popüler kültürü hicvettiği videoları, yukarıda da bahsettiğim gibi, bende sesli ve hareketli pop-art tablolara bakıyormuş hissini yarattı. Sanatçı internet sitelerinde ve Youtube’da hemen her gün karşılaştığımız saçma videolardan ve medyanın bayağı içeriği ve sıradan figürlerinden yola çıkarak eserlerini kurgular ayrıca video anlatılarına fütüristik rüyaları da ekleyerek absürd bir tiyatro oyunu izlemenizi sağlar. Siz alışılmışın dışında bir oyun izlediğiniz düşünürken aynı zamanda sanatçı size tüketim toplumunun, eğlence ve sanat kültürünün içinde ya da dışında hareket edemeyeceğinizi ve insanların Tüketim Kültürünün sürekli tüketen bir yan ürünü olduğunu anlatmaya çalışır. Kısacası sanatçı gündelik yaşamda izlediğiniz görüntüleri gerçek üstü bir anlatımla size sunar, böylece artık aşina olduğunuz ve normalleştirdiğiniz tuhaflıkları sanatın yaratıcı gücü vasıtasıyla hicvederek fark edilir hale getirmeye çalışır. Bu gerçek üstü renkler, karakterler, sesler ve görüntüler yani komik gibi görünen bu görsel şölen sizi tüketim kültürünün insanları absürtleştiren ve bayağılaştıran gerçeğine götürecektir.
Kutluğ Ataman’ın Videoları
Gerçekliği dokunmadan, olduğu gibi bize sunan videolara örnek Kutluğ Ataman’ın çalışmaları olabilir. Kutluğ Ataman’ın videolarından etkilenmemin en önemli sebebi sizi videoya dâhil etmesi. Videoların yansıtıldığı perdelerin ve ekranların konumu onun yapıtlarında bütünleyici bir öneme sahip. Mesela “99 Ad” isimli videoda zikir yapan kişinin düşüncesini perdelerin konumu fazlasıyla anlatır. Buna ek farklı hikâyeleri aynı anda büyük ekran üzerinden izleyebiliyor olmanız anlatılan konunun bütününe dâhil olmanızı ve aslında izlediğiniz karakterlerle aslında gerçek hayatta da birlikte yaşadığınız hatırlatıyor. “Peruk Takan Kadınlar” bir önce yazdığım deneyimi size yaşatan bir video. Buna ek olarak “Stefan’ın Odası”nı ve güveleri izlerken aslında kendinizi Stafen’ın yerine koyup kendi takıntılarınızı sorgulayabilirsiniz. Uzun lafın kısası Kutluğ Ataman’ın videoları size kendinizi içinizde sizi kemiren düşünceleri-düşmanları- sorgulamanız için bir fırsat olabilir.
Bu güne kadar gittiğim sergilerde, müzelerde, bienallerde, hatta internette izlediğim, video sanatı adı altında yapılmış yüzlerce videoda olmazsa olmaz olan kendiliğinden gelişen ve olguları ya da insanları olduğu gibi anlatmaya çalışan sonsuz anlatım özgürlüğüdür. İzlerken estetik ya da teknik sanatsal değerler ikinci plandadır. Önemli olan videoda izlediğiniz öznelerin, nesnelerin ya da olguların size ne hissettirdiği. Video sanatı adı altında yapılmış eserleri izlerken Andy Warhol’un “Bir görüntüye ne kadar bakarsanız anlam sizden o kadar uzaklaşır” söz geliyor aklıma. Andy Warhol bu sözü kanlı bir kaza anını gösteren gazete fotoğrafını tekrar tekrar çoğaltarak oluşturduğu tablosunu eleştirenler için söylemişti. O dünyada olan biten anormallikleri içine sindiren insanların tepkisizliğine saldırıyordu, diye düşünmüşümdür hep. Video sanatı ise Warhol’un yaptığının tersini yaparak aynı sonuca ulaşıyor bence. Gündelik yaşamda özünde olağandışı olan; ama sürekli gördüğümüz için özümsediğimiz imgelere maruz kalıyoruz. Bunları o kadar içselleştirip normalleştiriyoruz. Örneğin dilencileri gündelik yaşamda sürekli karşılaştığımız ve şehir hayatının içinde yaşaması muhtemel insanlar olarak değerlendiriyoruz. Bir videoda ellerini açmış bir şekilde ya da bulundukları yere kıvrılmış yatarken onları izlediğimiz de açtıkları mendile para koyup hızla uzaklaşmadan uzun uzun düşünmeye başlıyoruz. İşte bence bu video sanatı oluyor. Sizden uzaklaşan anlamları size yakınlaştıran sanat… Görüntüyü yıkıp ardındaki gerçekliğe ulaştıran sanat.
Demet Ergin