Arzu ile yolumuz 2005 senesinde yoga dersinde kesişti. O zamanlar sanırım 22 yaşlarında çiçeği burnunda bir gençti. Bizlere yogayı tanıtıyor ve öğretiyordu. Bende bıraktığı ilk izlenim, öğrettiklerini yaşamaya geçirmeye olan hevesiydi. Birçok insan kişisel gelişimi (veya kişisel dönüşüm artık ne derseniz adına) meslek edinmişken, öğrettikleri ve yaşadıkları arasında dev bir mesafe bulunurken, Arzu’da hissettiğim asıl derdinin kendisi olması ve bıkmadan usanmadan sürekli bir şekilde kendi üzerinde çalışması. O kendisi ile uğraşıyor, kendine şifa arıyorken birçok insana çeşitli yollarla (koçluk, yazarlık, canlı yayınlar, sağlıklı yemekler, eğitimler) iyi gelmeye başladı.
Hiç unutmam, yine yollarımızın kesiştiği Sessizlik İnzivası’nda -adı üzerinde sessiz kalmamız beklenirken- gruplar halinde insanların doğaya çıkma bahanesiyle, kuralı bozup fısıldaştıklarına şahit olduğumda epey şaşırmıştım. O günlerde birkaç kişinin sessizliğini bozmadığını hayretler içerisinde gözlemlemiştim. Kimseleri tanımayan bendeniz ile insanları tanısa bile bunun sessizliğini bozmasına fırsat vermeyen, çalışmaları son derece ciddiyetle takip eden sevgili Arzu.
Biteviye üretiyor, iyi gelmeye devam ediyor. Yakın çevresi başta olmak üzere birçok kişiye öncülük ediyor, yoga örneğinde olduğu üzere insana şifa getirecek her türlü uygulama için gerekirse kaynağına kadar gidiyor, bulup buluşturuyor, bizzat deniyor ve uyguluyor. On parmağında on marifet olan bu güzel insanı ve kitabını yakından tanımaya ne dersiniz?
S: Sevgili Arzu öncelikle hoş geldin. Kitabının çıkış noktası ne oldu? “Artık doldum taştım, hemen paylaşmalıyım” hissiyatı mı, “başkalarına ve özellikle yeni gelen nesillere deva olayım” isteği mi? Sadece zamanı mı gelmişti?
C: Hoş bulduk Şeyda’cım. Öncelikle, çok teşekkür ederim bu yazında bana yer verdiğin için. Aslında ben bu kitabı çok daha sonra yazmayı düşünüyordum. Ancak 2015 yılında ani bir kararla işimi bırakıp İstanbul’dan Bodrum’a taşınınca ‘vaktidir’ dedim ve yazmaya başladım. O zaman çok kızgın olduğum bir durum söz konusuydu. Aklımda sürekli dönüp duran soru işaretleri ve geçmişle hesaplaşmalar vardı. Bir gün sıcak suyun altında, aklım başıma geldi ve dedim ki ‘Kızım ya geçmişte böyle sürüneceksin, ya da yeniyi, geleceği yaratacaksın, bir yerden başlamak zorundasın!’ Duştan çıkıp kitabın başına oturdum. Ne zaman tamamlanacağını bilmiyordum. Ama ilham peşimi bırakmadı ve durmaksızın yazdım. Bir buçuk sene içinde kitap kendini tamamladı.
İnsan İnsanın İlacı
S: Zehirli Masallar” adı nasıl ortaya çıktı? Toplumların ve ailelerin bizlere anlattığı en büyük zehirli masal ne?
C: ‘Zehirli Masallar’ ismi uzun istişareler sonucu ortaya çıktı. Bir anda ‘Budur!’ dedirtti. Çünkü bize anlatılan gerçeklik çok kısıtlayıcı. Sadece kısıtlayıcı da değil, zehirli. Sağlığa değil, adeta hastalığa götüren bir kozmoloji. Bu kısıtlayıcı gerçeklik yüzünden çoğumuz depresyondan panik atağa, anksiyeteden uyku bozukluklarına kadar uzanan bir yelpazede hem fiziksel hem psikolojik sorunlar yaşıyoruz. Ruhumuzu yitiriyor, sevgiden uzaklaşıyor, robotlaşıyoruz. İnandırıldığımız bir ‘mutluluk’ masalı var. Sanırım en zehirlisi bu. Toplumun önümüze koyduğu ‘yapılacaklar listesi’ni tamamladığımızda mutlu olacağımızı zannediyoruz. Ne okullar bitiriyor, ne prestijli işlerde çalışıyoruz, dışarıdan gıpta ile bakılan hayatlar kuruyoruz ama en nihayetinde hepimiz mutsuzuz. Mutluluğu sürekli erteleyerek yaşlanıyoruz. Sonuç ise ortada: Anksiyete ve depresyon…
S: Kitap yazmak içinde son derece zıtlıkları barındıran bir uğraş bence. Bir yandan kitabın yazım aşaması ki oldukça asosyal bir yaşam tarzını getiriyor beraberinde ister istemez. Diğer yandan basım aşaması ile beraber; görücülerin önüne çıkan gelinlik kız misali kendini bütün dünyaya görünür kılma. Kitap basıldıktan sonra, “Ben buyum, düşüncelerim bu, bunları kurguladım…” diye bir sürü insanın-tabiri caizse tanıdığın tanımadığın” önüne çıkıp bir nevi kendini çıplak bırakıyorsun. Hayatından kesitler sunduğun kitabında sen bunu bir adım daha öteye götürüp, son derece samimi ve son derece sahici bir eser ortaya çıkarmışsın. Kitabı yazarken neler hissettin? Kendine hiç sansür uyguladın mı, “yahu ben neler yazıyorum, bu kadar da kendimi savunmasız yapmam doğru mu” gibisinden gelgitler yaşadın mı içinde?
C: Ben savunmasızlığın güçlü bir birlik duygusu getirdiğine inanıyorum. İkinci kitap da bir o kadar savunmasız geliyor. Çoğumuz kendi köşelerimizde daha bir yalnızlaşarak kanıyoruz. Yaralarımızı saklıyor, güçlü görünmeye çalışıyoruz. Sosyal medyada hayatımızı dört dörtlük gibi göstersek de hepimiz kendi cephemizde acı bir savaş veriyoruz. Ortak insan paydası bu. Zehirli Masallar sayesinde o kadar büyük bir aileye sahip oldum ki, sana anlatamam. ‘Ben de!’ dedi pek çok kişi. Ve hep birlikte karanlıklarımızdan kurtulmanın yollarını aradık, aramaya devam ediyoruz. İnsan insanın ilacı.
S: Kitabının ana eksenlerinden biri empati ve empatlık. Sanırım empatlık da aynen içedönüklük gibi toplumda hayli eksik ve yanlış biliniyor. Bilinen en genel yanlış kanılar neler? Kısaca empati nedir ve empat kime denir?
C: Empati tanıdık olsa da, empatlık aslında fazla bilinen bir kavram değil. Empati, karşındakiyle duygu bağı kurabilmek anlamına geliyor. Bir ‘empat’ olarak doğmuş olmak ise biraz farklı. Annem beni eskiden ‘Arzu, çok fazla hissediyorsun’ diye itham ederdi. Hep çok hissettim ben. Mutluluklarım büyüktü. Mutsuzluklarım büyüktü. O kadar çok hissettim ki ortaokulda ve lisede dosyalar dolusu şiir yazdım. O günlerde kimse bana ‘empat’ olmaktan bahsetmedi. Biz, beni duygusal ve iyileştirilmesi gereken bir bozuk araba zannederdik. Meğer ben bir empatmışım. Başkalarının duygu ve düşüncelerini hissedebilenlere ‘empat’ deniyor. Empatlar, çevresindekilerin acılarını, endişelerini, streslerini, neşelerini, enerji seviyelerini, ihtiyaçlarını, akıllarından ve kalplerinden geçen pek çok şeyi hissedebiliyorlar. Bu yüzden genellikle farkında bile olmadan başkalarının mutluluklarını kendi mutlulukları, huzursuzluklarını kendi huzursuzlukları, öfkelerini kendi öfkeleri, neşelerini kendi neşeleri zannediyorlar. Diğer insanlara göre daha maruz oldukları için stres eşikleri düşük. İnsanları, hayvanları, doğayı seviyor, güçlü bağlar kurmaya ihtiyaç duyuyorlar.
İstemediğimiz şeyleri yapmadığımızda kötü ya da bencil bir insan olduğumuz düşüncesini bırakmalıyız.
S: Ben de senin gibi yüksek derecede empatım. Ablam yine başkaları için tüm gün koşuşturup ertesi sabah hasta kalktığımda bana şunları söylemişti: “Her şeye kendini atmanı istemiyorum, önce sor bakalım kendine, istiyor musun? İhtiyacın var mı? Yorgun musun?” Bizim gibilere ve empatik çocuğu olan ebeveynlere neler tavsiye etmek istersin?
C: Ablan çok doğru söylemiş. Empatlar genellikle dünyanın acısını kendi acıları gibi içlerinde hissettikleri için kendilerini feda etmeye çok yatkınlar. Onların en çok öz şefkate ihtiyaçları var. Kendimize özen ve ilgi göstermek zorundayız. İstemediğimiz şeyleri yapmadığımızda kötü ya da bencil bir insan olduğumuz düşüncesini bırakmalıyız. Kendi sınırlarımızı ve durmamız gereken yeri iyi belirlemeliyiz. Aksi halde herkese koşma isteği yüzünden hastalanmamız ve güçten düşmemiz an meselesi.
S: Bizlere bir kitap hediye ettin. Kitabın sana hediyesi, katkısı ne oldu? Kitabı gerek kurgularken gerek yaşama geçirirken; kendine veya hayata dair edindiğin önemli farkındalıklar neler oldu?
C: Kitap beni geniş kitlelerle buluşturdu. Yeni bir ailem olduğunu hissediyorum. Kitabı yazarken geçmişten özgürleştiğimi hissettim. İnsanı hep sevdim, kitap çıktıktan sonra daha da çok sevdim. Birlikte güzeliz. Hepimiz kendi hızımızla iyileşme yolculuğunda ve tüm savunmasızlığımızla…
Hayat Sen Bakmazken Soyunuyor
S: Pandeminin ortasında Brezilya’ya gittin bir şamanla çalışmaya. Böyle bir karar alıp ta oralara gitmen çok cesur bir hareketti. Bir arkadaşıma bahsettim, “Tabii ya, sizin tuzunuz kuru” dedi. “Faturasını ödeyemeyen insanlar var, sizin için bunlarla uğraşmak kolay.” Bu ve benzeri tutumlar için neler söylemek istersin?
C: Pandeminin ortasında kalkıp Brezilya’ya gitmek benden çok Ruh’un kararıydı. Korkmadım desem yalan olur. Çok korktum ama emir içeriden geldi. Bunun yanı sıra 18 senede Tanrı yolunda nakit konusunda çok mucizeler yaşadım. Benim de para kapılarım kapalıydı. Yıllarca uluslararası bir vakıfta, asgari ücretle gönüllü olarak çalıştım. Bu karmik döngüyü aşmak da aynı ilişki döngüsünü açmak kadar zorlu oldu. Maddi anlamda zorlandığım, önümü göremediğim zamanlar oldu. Bu döngüyü kırmak için de yumruğu masaya vurdum. Kuantum öğretisinden ve inançları yıkma çalışmalarından faydalandım. Hayat, sen bakmazken soyunuyor. Dünya malı dünyanın. Konu maneviyat olduğunda devreye başka güçler giriyor.
S: Bir rüya üzerine kariyerine tamamen farklı bir yön verdiğini, başka bir rüya ile kime gittiğini bile bilmeden Hindistan yollarına düştüğünü biliyorum. Senin için rüyaların anlamı ve hayatındaki rolü nedir?
C: Benim bu rüyalarım haberci rüyalardı. Uçurumlardan atlamamı, korkularımla yüzleşmemi isteyen cinsten. Hayat üzerime yapışan kimliklerden kurtulmak adına çeşitli yollarla bana haber gönderdi, bunlardan biri de rüyalar oldu. Çok rüya görmem. Gördüğüm zaman da olacakları görüyorum. Tabii ilk rüyaya güvenip hemen karar vermiyorum. Onun için birkaç rüya daha istiyorum yaratıcıdan. Teyit geldiği zaman harekete geçiyorum.
Can-ı gönülden teşekkürler…
Röportaj: Şeyda Bodur