Bugün 26 Aralık 2011. Çalışıyorum ama twitter da facebook da açık. Çünkü, onlar kapalı olursa, pencereler sımsıkı kapalı ve içeri ışık girmiyormuş gibi oluyor, bunalıyorum. Laf yetiştiriyorum, söyleyecek sözüm varsa iki kelime, bir resim paylaşıyorum. Sevgili Yasemin’in tweetlerine de yorum yazarken dedi ki “o güzel kitap çalışmanı #Marti için bize yazar mısın? @MartiDergisi”. Yasemin’e hemen “hayatıma ikinci güzel dokunuşun” diye yazdım. Evet bu doğru.
Fatih ve ben 5 yıl önce İzmir’den İstanbul’a gelerek yerleştik. Sanıyorum altı yedi ay kadar sonra, İstanbul’a alışma turları atan, ne yapsam, ne olsam diye düşünen, ne istediğini bilmeyen, kararsız, daldan dala fikirlerde yürüdüğüm bir dönemde Yasemin ile yolum kesişti. Tanıştığımız ilk dakikalarda “Aslında ne yapmak istiyorsun?” demesiyle, kendime gelişim bir oldu. Bunu çok açık söylüyorum. Bu kadar net ve yalın bir soruya benim verecek cevabım yoktu. Yüzüme tokat yesem daha iyiydi, kendimden utandığımı çok iyi anımsıyorum. O gün yaptığımız sohbetle ben ne yapmak istediğime, sahip olduğum yetenek ve bilgilerimi kullanmam gerektiğine karar vererek içi rahatlamış bir halde yanından ayrılmıştım. Bir anlamda stand by konumunda bekleyen ben tıkır tıkır harekete geçmiştim. Uzun lafın kısası Sevgili Yasemin, hayatıma doğru zamanlarda dokunan insanlardan biridir benim için. Tesadüf isimli kitabımı yayınlayınca bu notla birlikte ve heyecanla gönderdim.
Tesadüf’ü neden yazdım?
Aslında öteden beri güzel, anlamlı sözleri okurum, biriktiririm, üzerine düşünürüm. Geçmişte her şeyi düşünmüşler, yolumuzu aydınlatıyorlar ama yine de biz ışığı elimize almıyoruz derim. Zaman içinde yaşadığım olaylar ve düşüncelerimden sonra ufak notlar almaya başladım. Sonra bunları bilgisayarda tutmaya, sonra düzenlemeye devam ettim. Bir adı olsun, bir kapak yapayım derken kocam Fatih’le basalım bunu dedik. Ben hayatta bırakılan izlerin ölümsüzlük olduğunu düşünüyorum. İşte bu duygularla, yılbaşından önce hediye edebilmek için bastırdım.
Benim çocuğum yok, annelik duygusunu yaşama şansım hiç olmayacak. Fakat bu kitap ortaya çıktığından itibaren, ben de doğum yapmış gibi hissediyorum kendimi. O günden beri yerde miyim, gökte miyim inanın bilmiyorum. Ortaya çıkarması ayrı güzel, paylaşması ayrı, gelen bildirimleri dinlemesi ayrı. Bu gerçekten çok başka bir duyguymuş!
Çok olumlu geri dönüşler aldım. Herkes kendine göre bir yazıya ve söze konsantre oldu. Geçenlerde bir arkadaşım Eskişehir’e gitmiş. İş için çok sıklıkla gittiği otelin müdürü ile ahbap olmuşlar. Son seyahatinde otel müdürü “sana bir kitap vereceğim. Oku ama mutlaka bana geri ver” demiş ve Tesadüf’ü uzatmış. Beni sevindiren, kitabımın tavsiye edilmesi hatta verildiği kişiden mutlaka geri istenmesi oldu. İşte aradığım böyle bir tat idi. Hatta asıl istediğim biz hayattan çekildikten yıllar, yıllar sonra bir gün bir yerde, birilerine dokunmasıdır. İşte o zaman ölümsüz olacağız. Tıpkı Martı Dergisi gibi. Buradaki emekler, paylaşımlar bir gün, biz olmasak bile birilerine dokunmaya devam edecek.
Tesadüf, sayfa 45
Işığı fark etmek!
Bu yazıyı 10 aydır fotoğrafçılıkla uğraşan biri olarak kaleme alıyorum. Bir itiraf gibi.
Aradan geçen bunca zamandan sonra birkaç gün önce kendimde fark ettiğim bir şey oldu.
Fotoğraf çekmek için hep objelere bakardım, ilk defa obje yerine ışık aramaya başladım.
Bu benim için inanılmaz anlamlı bir adım.
Belki 10 ay geç diyorsunuz ama binlerce fotoğraf çektikten sonra fark ettiğim, ulaştığım çok önemli bir yer burası. Oysa, eğitimin ilk saatinde ışığa bakmamız gerektiği, fotoğrafın ışık olmadan olmayacağını öğrendik. Benim bunu hazmetmem 10 ayımı aldı.
Nesneyi değil, ışığı aramak burada kritik olan.
Gözüm, aklım, ruhum daha rafine olmalı ki sadece nesneyi değil ışığı görebileyim…
İsmini neden tesadüf koydum?
Tesadüf, benim kelimem. Üzerinde çok düşündüm. Aslında sanıldığı gibi pasif bir kelime değil. Tesadüf olması için hayatın akışı içine elinizi daldırmanız, yakalayıp çekmeniz gerekiyor. Aksi halde tesadüf olmuyor. Geçeni fark etmiyorsunuz.
Kitabın daha doğrusu kitapçığın içinde, yaşadıklarımdan, düşüncelerimden doğan yazılar ve sözler. Her birinin bende bir anısı var.
Mesela sayfa 45’deki “Işığı farketmek” başlıklı yazıyı neden yazdım?
2011 yılında Esas Holding’te fotoğrafçılık kulübü oluşturuldu ve üye oldum. Eğitimler almaya başladık. Sevgili Özer Hoca (Prof. Dr. Özer Kanburoğlu) daha ilk derste fotoğraf olması için ışık olması gerektiğini, ışığı doğru kullanmak, doğru izlemek gerektiğini anlattı. Altını çiziyorum ilk derslerde.
Oysa ben ışığı tam 10 ay sonra Kerpe’de çekim yaparken farkettim. Işığı aramam gerektiğini ancak o zaman anladım. Çekeceğim her ne ise ışık olmazsa, o şeylerin de anlam kazanmadığını ancak 10 ay sonra kavradım. Bu benim için büyük bir keşif oldu. Gecikmiş olabilirim ama hayatımın kalanına öyle bir ışık tutuyor ki…
İşte bu ışıkla çekilmiş bir kaç fotoğrafımı sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum.
Yeni yılın ilk sayısında Sevgili Yasemin ve dostlarının emeğiyle ortaya çıkan Martı Dergisi’nde olmak inanın benim için çok değerli.
Yolunuz açık, ışığınız bol olsun.
Sevgiyle,
Armağan Portakal
harikasınız!
Fundacım hepimiz öyleyiz :))