Sürekli Şikâyet Etmek

Ne çok şikâyet ediyoruz, değil mi?

Bence şikayetin iki yüzü var: Birini şikâyet etmek ve genel anlamda şikâyet.

Gelelim birini şikâyet etme kavramına ki ülkemizde maalesef bolca mevcut; ablana kızıp annene söylersin, eşinle ilgili rahatsız olduğun konuları kız arkadaşına anlatırsın. Hele ki işyerinde yapılanı yok mu? Daha az önce öğle yemeği yediğin takım arkadaşını müdürüne bir güzel şikâyet edersin. Peki ama neden? Hemen aklıma gelen nedenler:

  • Yüzleşmekten korkuyoruz (ki topraklarımız düellodan ziyade bizlere Bizans entrikalarını miras bırakmıştır)
  • Nasıl ifade edeceğimizi bilmiyoruz.
  • Karşımızdakini kaybetmekten korkuyoruz.
  • Haklı çıkmak istiyoruz.
  • Egomuz bir şekilde bu işten fayda görsün istiyoruz (öbürünü paspas ederek kendine pay çıkarma isteği; daha iyi evlât, daha iyi çalışan olma, göze girme, gözde olma vb.)

Mümkün mertebe sıkı bir yüzleşme taraftarı olarak neden bunca şikâyete başvurulduğunu pek anlamamakla beraber, bu olgunun nörolojik gerçekliğini hayretler içerisinde öğrenmiştim. Incognito ve Beyin adlı kitaplarında David Eagleman, nörobilimci gözüyle bu olayı bir güzel açıklar. Meğer ortalama insan beyni ilk duyduğuna inanma eğilimi gösterirmiş ve sonradan duyduklarını pek kale almazmış.  Bu yazıda bunun sebeplerine uzun uzadıya girmeyeceğim ancak “Çamur at, izi kalsın” gibisinden bir durumun niye hayli popüler olduğunu açıklıyor bu yerinde tespit.

Şikayetin Öbür Türlüsü

Arkadaşımla pandeminin olmadığı normal günlerden birinde, bir restorana gitmiştik. Şimdi milattan önce gibi geliyor serbestçe gezip tozabildiğimiz o zamanlar. Arkadaşım başladı şikâyete: “Tamam açık havadayız da masalar çok yakın, bu kadar da çok sigara içilmez ki, içeceksen evinde iç, ya da içeceksen nezaket gereği bir yan masaya sor” falan filan. Hayli yakın konumlandırılmış masalarda, (biri oldukça yakın, hatta kendi masamızda sayılabilecek yakınlıkta) durmaksızın sigara içen 2-3 kişi. Sigara içenler alınmasınlar, böyle bir durumda içmişten beter oluyorsunuz. Ve fakat kabul etmeliyim şikâyetin ağır bir enerjisi var. Hevesle yapılan buluşmanın tadı gitgide kaçıyor.

Arkadaşım aslında birini şikâyet etmiyordu, sigara içilmesinden dolayı genel bir şikâyeti vardı. Eve dönerken konuyu enine boyuna tarttım, düşündüm durdum. Aslında arkadaşım ne demek istiyordu ve ne yapıyordu? İtiraf edeyim, sanki ufak farkındalıklar uyandı içimde şikâyet etmeye dair.

Aslında her şikâyet ettiğimizde altta yatan bir istek var. Bunun ardında da sıklıkla karşılanmamış bir ihtiyaç.

  • Çok sigara içiliyor burada. (Şikâyet)
  • Sigara içilmemesini arzuluyorum. (İstek)
  • Rahat nefes alabilmeye ihtiyacım var. (İhtiyaç)

Şikâyet ediyoruz çünkü şikâyet kolay olanı. Bilip gördüğümüz kalıp. Kısa vadede bir götürüsü yok, belki deşarj bile olabiliyoruz. Kısa vadede diyorum çünkü uzun vadede her şikâyet ettiğimizde aslında kendi gücümü görmezden gelip kurban psikolojisine giriyoruz. Sadece gücümüzden vazgeçmekle kalmıyoruz, enerjimizi düşürüyoruz, keyfimizi kaçıyoruz. Olasılıklarımızı daraltıyoruz.

Öbürü belki zor olmasa bile bize zor geleni. Bu hız çağında, öncelikle ihtiyacını fark edeceksin. Burası başlı başına bir dert zaten. Çünkü ihtiyaçlarımıza duyarlı olup onları algılayacak ve anlayacak şekilde eğitilmedik. Gelelim en az bunun kadar zahmetli olan sonrasına. Bunu ricaya/isteğe dönüştür ve karşıya dile getir, kolay mı? Hadi karar verdik, nasıl dile getireceğiz? İnsanın başına terlik yemeyeceği ne malum?

Şimdi geriye dönüp baktığımda, arkadaşımın inisiyatifi ele alıp masalara rica etmek, ihtiyacını dile getirmek, bu karşılanmıyorsa oradan kalkıp zor dahi olsa başka yere gitme gibi bir hareket alanımız olduğunu görüyorum.

Bilinçli Şikayet

“İlla şikâyet edeceksen, maksatlı et, bilinçli et” der Duyguların Dili kitabında Karla McLaren. “İlk önce şikâyet edilecek sessiz, yalnız kalabileceğiniz bir mekân yaratın” der yazar. “Şikâyetinizi dile getireceğiniz makam Tanrı olabilir, doğa olabilir, odanızın duvarı olabilir, evcil hayvanınız olabilir, üzerine olayı/kişiyi hatırlatan eşya/objenin (fotoğraf, karikatür) olduğu bir şikâyet altarı (sunak, kutsal alan) bile yaratabilirsiniz” diye devam eder.

Sonrasında ne mi yapacaksınız? “Şimdi şikâyet ediyorum” diye başlıyorsunuz yakınmaya, sızlanmaya, kızmaya ve hatta haykırıp küfretmeye. Zaten yapmıyor muyuz hayat içinde? Neler mi oluyor?

Bunu ilk duyduğumda hayli şaşırıp meraklı bir İkizler olarak hemen uygulamaya koyulmuştum. Yazar bir müddet sonra şükredip, teşekkür edip eğlenceli bir şekilde bitirin der bu ritüeli. Ben tamamlayamadım bile. Başladım gülmeye. Şikâyet ettiğim konu uçtu gitti. Her şey sanki farklı göründü gözüme, daha bir hafifleyip daha bir canlanmıştım.

Dilerim 2021 şikâyet etmeyeceğimiz bir yıl olsun. Temennim bir yana, eğer bir gün gerçekten bunu yapacak isek bilinçli yakınmayı deneyin derim ben. Üstelik kimseye zararı yok. Sizinki dahil kimsenin enerjisini düşürmüyor. Belki faydası bile dokunur, kim bilir? Bakalım, ruhunuz neler hissedecek?

Şeyda Bodur

Önceki İçerikHedefe Ulaşmanız İçin Sizi Harekete Geçirecek 7 Altın Kural
Sonraki İçerikOkurun Gözünden: Japon Kültürü, Bozkurt Güvenç
Kendini anlatmak dünyanın en zor şeylerinden biri bence. Sürekli değişip dönüşürken, yaşam biteviye bizi şekillendirirken, sahi ben kimim? Değişmezlerim var mı, varsa neler? Dilerseniz beni yazılarımdan sizler tanıyın. Yine de beni heyecanlandıran kavramlar ortaya bırakayım, birer ipucu niteliğinde; Akdeniz, çiçekler, iletişim-İkizler burcu, Boğaziçi üniversitesi, kız kardeş, hak-miras, nezaket, ilk yaz, disiplin-aylaklık, Türk kahvesi, demli çay-simit, kiraz-karpuz, keyif, keşif, denge, dönüşüm, mistik, holistik, seyahat, sahici paylaşımlar, samimi sohbetler... Burada sadece yazmaktan ve okumaktan bahsetmek istiyorum. Neden mi yazıyorum? Biliyorum bencilce olacak, herşeyden önce bana iyi geliyor. Düşüncelerim netleşiyor, duygularım alan buluyor, sakinleşiyorum, sadeleşiyorum, “O”lanla hizalanıyorum, kendimi ifade ediyorum, üretiyorum, yaratıyorum, yüreğimi ortaya koyuyorum, yaşama katılıyorum, meydan okuyorum, “ben de varım” diyorum, belki ortaklık arıyorum ve daha nicesi...Satırlara sığmaz. Neden mi okuyorum? Sözü bir Usta’ya bırakmak istiyorum izninizle, ne bir kelime eksik ne bir kelime fazla... “Bütün iyi kitapların sonunda, bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda, meltemi senden esen, soluğu sende olan, yeni bir başlangıç vardır…” Edip Cansever