Her zaman ikinci bir fırsat var.
Geçtiğimiz iki yazıda hayatımızı şekillendiren iki zihin halinden bahsetmiştik: Öğrenici ve Yargıç. Bu iki zihin halindeyken nasıl düşündüğümüzün, hissettiğimizin ve ne gibi sorular sorduğumuzun farkına varmıştık. Peki, hangi durumda olduğumuzu nasıl anlayacaktık? Bildiniz, elbette, gözlemci kimliğimizi güçlendirerek. “Ben bu halin tam olarak nasıl bir şey olduğunu kavrayamadım?” diye soruyor olabilirsiniz. Basit, hiç kendinizi başkasına yanlış isimle seslenirken bulup, bunun farkına vardınız mı? Veya hiç sesinizin, sessiz bir ortamda aniden yüksek çıktığının farkında oldunuz mu? Özetle bunlar kendimizin farkında olduğu anlardı diyebiliriz.
Geçiş Soruları
Diyelim ki “Yargıç”ta olduğumuzu fark ettik, “Öğrenici” hale kendimizi nasıl getirebiliriz? Yine sorularla.
Bunlara geçiş soruları diyebiliriz. Bu sorular, bir nevi “kurtarıcı “sorular olup, “rotamızı düzeltecek” sorular olarak düşünebiliriz. Unutmayalım ki, doğru/yanlış yok, sadece seçimler var. Her iki ruh halini de seçmenin bir sonucu ve bedeli var hem çevremiz hem kendimiz için.
Kendinize Sormanız Gereken Sorular
Gelin bu “Köprüden önce son çıkış tabelası” niteliğindeki sorulara kitaptan örnekler verelim:
- Yargıç modunda mıyım?
- Hissetmek istediğim bu mu?
- Yapmak istediğim bu mu?
- Nerede olmayı tercih ederim?
- Oraya nasıl ulaşabilirim?
- Bu işe yarıyor mu?
- Elimdeki veriler neler?
- Bu konuda başka nasıl düşünebilirim?
- Hangi varsayımlarla hareket ediyorum?
- Neyi gözden kaçırıyor veya görmezden geliyorum?
- Nasıl daha tarafsız ve dürüst olabilirim?
- Karşımdaki kişi tam şu an ne hissediyor/ düşünüyor ve istiyor?
- Şaşırtıcı olan ne?
- Gerçekten yapmak istediğim/ kendimi adamak istediğim şey bu mu?
- Bu durumdan nasıl bir mizah yakalayabilirim?
- Şu anki tercihim ne?
Bizi yargıç sorularından bile kurtaran yine sorular oldu desenize…
Öğrenici ve Yargıç Halleri, İlişkilere Nasıl Yansır?
Dilerseniz şimdi bu iki zihin halinin ilişkilerimize yansımasına bakalım.
Yargıç | Öğrenici |
Kazan/ kaybet diyen ilişkiler | Kazan-kazan diyen ilişkiler |
Tartışan | İletişim kuran |
Başkalarından/kendinden kopuk hisseden | Başkalarıyla/kendisiyle bağlantıda hisseden |
Farklılıklardan korkan | Farklılıklara değer veren |
Geribildirimi reddetme olarak algılayan | Geribildirimi değerli bulan |
Duyduğu;
*Farklılıklar *Doğru/yanlış *Fikir birliği/fikir ayrılığı |
Duyduğu;
*Benzerlikler *Veriler *Anlayış |
Şimdi, bu bakış açısıyla yaşlı gezegenimizle ilişkimize bakalım: Kıtlık bilincinden hareketle, var gücümüzle ne pahasına olursa olsun kazanmak adına oynadığımız bir dünya yarattığımızı görüyoruz. Sonucu mu? Elbette ilk başlarda kazan/kaybet gibi görünse bile, neticede hepimiz birbirimize görünmez bağlarla bağlı olduğumuzdan ve ne ekersek onu biçeceğimizden her iki tarafın da mutsuz olduğu kaybet/kaybet şeklinde sonuçlanmış ilişkiler. Oysa bolluk bilincinden, “öğrenici” zihin halinden dünyaya bakabilsek dünya nasıl bir yer olurdu? Cennetin yeryüzüne indirilmiş halinden bahsetmez mi birçok üstat?
Niyet Etmenin Gücü
Hepimiz artık her şeyin başının niyet olduğunu biliyoruz. Unutmayalım ki, niyet her şeyi belirler. Eğer bir insanı yargılamak, onu köşeye sıkıştırmak, ona karşı üstün hissetmek niyetiyle sorular sorarsak bunların ne tür sorular olacağını ve cevaplarının, hangi tür ilişkilerle sonuçlanacağını artık gayet iyi biliyor olmalıyız. “Öğrenici” mod için niyetlerimiz neler olabilir? Bakalım mı beraber?
- Öğrenmek
- Bağ kurmak
- Derin dinlemek,
- Çatışmayı çözmek,
- İş birliği sağlamak,
- Yeni olasılık/ hedef/ eylem planı belirlemek,
- Yaratıcılığı ve yeniliği teşvik etmek
Siz neler eklemek isterdiniz yukarıdaki listeye?
Yargıçtan Öğrenciye Dönüşmek
Uygulama 1: Bir günlük tutun. Kendinizin yargıç modunda yakaladığınız zamanları not alın. Ne yaptınız, neler hissettiniz, nasıl davrandınız, sonucu ne oldu? O an ne gibi yargıç soruları soruyordunuz muhtemelen kendinize? Yazın. Bu soruları şimdi öğrenici şekline çevirebilir misiniz? Neler değişti?
Uygulama 2: Şimdi biraz daha derine bakıyor olacağız. Sıklıkla tekrar tekrar yaşadığınız (evde-işte vb), tabiri caizse sıkışıp kaldığınız, sizi üzen, kaygılandıran veya öfkelendiren bir durum seçin. Gelin bu durumu kendi adımıza netleştirmek için varsayımlarımıza bakalım. Yine sorular eşliğinde elbette. Bu sefer ‘varsayım çürütücü’ sorular eşliğinde:
- Kendimle ilgili varsayımlarım neler?
- Karşındaki ile ilgili varsayımım neler?
- Geçmişten getirdiğim artık doğru olmayabilecek hangi varsayımlarım var?
- Elimdeki kaynaklarla ilgili varsayımlarım neler?
- Mümkün olanlarla ilgili varsayımlarım neler?
- Mümkün olmayanlarla ilgili varsayımlarım neler?
“Ne kadar çok varsayımımız varmış” değil mi? İnanın varsayımlara bakmak, onları dile getirmek ve yazmak bile üzerimizdeki etkisini az-çok hafifletecektir.
Dördüncü yazıda görüşmek üzere. Sokrates’in dediğin gibi “Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez.”
Soruda kalın, sağlıcakla kalın.
Şeyda Bodur