Ne zaman sonbahar mevsimi başlasa aklıma Behçet Necatigil’in aşağıdaki dizeleri düşer.
Tam otların sarardığı zamanlar
Yere yüzükoyun uzanıyorum
Toprakta bir telâş, bir telâş
Karıncalar öteden beri dostum.
Ellerime hanım böcekleri konuyor
Ne şeker şey onlar!
Uç böcek, uç böcek diyorum
Uçuyorlar
Pan’ın teneffüsü bile
Ilık, okşamakta yüzü.
Devedikenleri, çalılık vesâire
Bir âlem bu toprakların üstü.
Tabiatla haşır neşir
Kırlarda geçen ikindi vakti.
Sakin, dinlenmiş, rahat
Bir gün daha bitti.
Nedense çok severim şiiri, küçükken benim de karıncalarla olan yârenliğimden dolayı olsa gerek. Oysa şiir yaz sonlarına dair. Belki de karıncaların kış için erzak toplama telâşesi, bana “amanın kış geliyor, bu da sonbahar kapıda demek” diye hatırlattığından mı? Kim bilir?
Ben bir yaz kadınıyım, yazın başlangıcında doğmuşum. Masallardaki gibi ayın on dördünde. O yüzden mi nedir, o mevsimin yeri bende başkadır. Yaz demek, hafiflik demektir; hafif giyinmek, hafif yemek, işlerin hafiflemesi. Şimdi kafanız karışmasın, sonbahardan konuşuyorduk, ne oldu diye? Hakkınız var, lâkin her şeyin bir sırası var.
Ben böyle severken yaz mevsimini, bitmesin diye dualar ederken nereden bilirdim diğer mevsimlerle de kaynaşacağımı? Hatta sonbaharın listeyi alt üst edeceğini. Kafama saksı falan da düşmedi, bir mucize oldu. Dişi bilgeliğe giden çalışmalarla tanıştım. Böylelikle dişil zaman dediğimiz kavram ‘döngüler’ hayatıma girmiş oldu.
Eril- Dişil Zamanlar
Dualite üzerine kurulu bu âlemde, her insan bir dişi ile bir erkeğin birleşmesinden üremiş, öyleyse içimizde hem eril hem dişil taraflarımız var. Eril ve dişil sınıflandırılması, eril ve dişil enerjinin işleyiş prensibine göre belirlenmiş olup, beynin eril (sol) ve dişil bölgesiyle (sağ) ilişkili.
Hepimiz bir ‘Cinsel Öz’ ile doğduk. Enerjileri cinsiyetten bağımsız hem kolektif hem bireysel enerjiler olarak değerlendirmek şüphesiz en doğrusu olur. Çoğu kadın eril bir özden çok, dişil bir öze sahiptir. Tam tersi durumlar söz konusu olabilir elbette. Aynı realite erkekler için de geçerlidir. Bu ölçek değişkendir ve her kişinin cinsel özü eşsizdir.
Eril zaman lineerdir, çizgisel ilerler. Dün-bugün-yarın; geçmiş-şimdi-gelecek misali. Dişil zaman ise daire şeklinde var olur; döner durur, başı-sonu, ucu-bucağı yoktur. Birbirine eklenir; tıpkı gece-gündüz, mevsimler, biz kadınlardaki menstürasyon döngüsü gibi.
Her bir parçanın döngüdeki yeri yadsınamaz değerde; değil mi? Nasıl ki gece olmadan gündüz, kış olmadan yaz olmaz ise sonbahar olmadan ilkbahar olamaz. Zamanla ısındım diğer mevsimlere, hattâ -inanmayacaksınız- Kasım en sevdiğim ay oldu. Nasıl mı?
Havanın çok erken karardığı bu zaman diliminde; mumlar yakarak evime kapanıp sevdiğim parçalar eşliğinde bolca yazı yazarım. Kış gibi değildir, henüz yeni yıla girilmediği için havada gelecek seneye dair bolca umut, kahvelerden taşan nefis tarçın kokusu vardır. Yazın ayrı düştüğümüz arkadaşlarla, ufacık sıcak mekânlarda buluşmak vardır, kucaklaşıp bolca hasret gidermek cabası. Bazen içime dönerek; kendimle başbaşa sessiz kalıp, içsel çalışmalar yaparım uzayan akşamlarında. Hayata dair yeni gözlükler, kendime dair yeni farkındalıklar edinirim.
Nelerden Vazgeçebiliriz?
İlkbahar doğanın uyandığı, her şeyin yeniden başladığı bir dönem, değil mi? Madem yeni bir şeyler girecek hayatımıza, demek ki eskilere elveda. Evrenin şaşmaz kuralı. Her boşluk doldurulur itinayla.
Demek İlkbahar -yeni başlangıçlar- için, Sonbahar -bazı şeylerden feragat etme, geride bırakma- lazım bizlere. Doğa en güzel örnek bizlere. Nasıl dökülür yapraklar, savrulur çiçekler hep yenilere el vermek üzere. Yavaş yavaş içe dönme vaktidir ‘Sonbahar’ dedikleri. O halde sormak icap eder kendimize, nelerden vazgeçmek gerek öncelikle?
Madem yolculuğumuz bütünlüğe doğru, ruhsal açıdan bizi dinginliğe, dengeye, ahenge götürecek her şey konabilir listemize. Tohum olup açmamızı engelleyen her şey. Aklıma ilk geliverenler;
Kendimizden şüphe etmek
Her türlü dağınıklık
Her türlü fazla eşya
Başarısızlık korkusu
Dedikodu
Tembellik
Erteleme
İnsanları memnun etme
Yersiz ve hadsiz eleştiri
Başarı korkusu
Mükemmelliyetçilik
Aşırı olan her şeyden, bağımlılıklarımızdan (sigara-alkol-uyuşturucu ve hatta duygusal bağımlılıklar; ülkemizde hayli popüler olan aşırı öfke gibi) özgürleşmek de dahil elbette. Her şeyin başı niyet ve küçük, küçücük bir adım. Hareketinizin ilk adımı sizce ne olurdu? Sizi- seçmiş olduğunuz her neyse- geride bırakmaya yönlendirecek en ufak eyleminiz ne olurdu? Malum başlamak işin yarısı derler.
Bu sene naçizane ‘mükemmelliyetçiliği’ seçiyorum kendime. Beni sürekli ertelemeye iten en büyük sebebe. Gördüm ki mükemmelliyetçilik ateşim olup beni rezil rüsva olmaktan koruduğu kadar, bir buz kütlesi olup bir şeyler yapmaktan da alıkor. Ee ne demiş Aristoteles: “Elmas yontulmadan, insan da yanılmadan mükemmelleşemez.” O zaman benim için hayli eğlenceli ve ilginç bir dönem başlayacak gibi desenize…
Bir yıl daha bitmekte…
Hepimize keyifli yolculuklar bu süreçte…
Hamiş: Madem “elveda” diyoruz bolca, sizlere Fatih Akın’ın son filmi “Elveda Berlin” filmini gönülden tavsiye edeyim. Sıcacık, hümanist bir yol filmi. Bence bir filmin başarısı, insana o duyguyu geçirebilmesi, bunu da gösteren en büyük etken koşa koşa eve gidip bir an önce filmin müziğini dinlemek oluyor.
Şeyda Bodur