Sevmek bu kadar bitimsiz bir hisken, nasıl oluyor da bir fındık kabuğunu dolduramıyor?
Gecenin geç saatlerinde yatağımda uzanıp bu sorunun cevabını düşünüyorum. Gözümü kapayıp dörde kadar nefes alıyorum, ikiye kadar sayıp içimde tutuyorum, altıya kadar sayarak veriyorum. Bunu art arda yapmaya devam ediyorum. Amacım biraz da olsa rahatlayıp, kafamı kurcalayan birçok detaydan kendimi uzaklaştırmak. Beynim boşaldıkça hissettiğim şey sadece kalbim oluyor. Benliğim tam orada, aslında her şey çok basit. Sonra bitiyor, gözümü açıyorum. Yaklaşık iki dakika sonra tüm gerçeklik geri dönüyor. Neyse ki burnum var da, nefes almaya devam edebiliyorum. 1, 2, 3, 4… 1, 2… 1, 2, 3, 4, 5, 6…
Sevginin tanımı tüm sözlüklerde bir; ancak yaşanışı farklı. Her zaman olumlu sonuç getirmeyebiliyor. Bir anne, oğlunu çok severken gelinine kök söktürebiliyor; bir asker ülkesini çok severken masum çocukları öldürebiliyor; bir adam, bir kadını çok sevip cinayet işleyebiliyor; bir insan dinini çok sevip, zulmü hoş görebiliyor. Sevgi nesnel bir kavram. Bu sebeple “Seni seviyorum.” cümlesi aldatıcı.
Peki bu fındık kabuğunun içi neden dolmuyor?
Esasında her şey çok basit. “Seni seviyorum” derken bilinçaltınızın neyi kastettiğini bilmeniz gerekiyor. Çünkü karşılıklı sevgi katı kuralları kaldıramaz. Hani Shakespeare, beğendiğimiz bedenlere hayalimizdeki ruhları koyduğumuzu söyler ya. İşte tam buradaki yanılgı bu. Dilimiz “Seni seviyorum.” derken, bilinçaltımız “Beni seviyorum.” diyor aslında. Günümüz gerçeği bu maalesef. Herkes birbirini sevdiğini söylüyor ancak aslında herkes sadece kendisini seviyor. Sevgilinizi sürekli eleştri bombardımanına tutuyorsunuz, sıkıyorsunuz; çocuğunuzun fikir ve yaşamını kendi aklının ışığında yürüttüğünü kabul etmiyor, sizin gibi düşünmesini istiyorsunuz; ailenizin her dediğinize tamam demesini bekliyorsunuz, ancak onların özgür iradelerini unutuyorsunuz; arkadaşınızın daha büyük bir derdi varken, tutup yanında utanmadan kendi küçük problemlerinize ağlayabiliyorsunuz. Sevdikleriniz sizin gibi olamaz. Eğer onları oldukları gibi kabul edemiyorsanız, hayatınıza giren et parçaları olmaktan başka bir rolleri olmaz. Ruhlarını reddedersiniz, kendiniz ruh vermeye çalışırsınız. Fakat unutmamanız gereken bir şey var: Siz Tanrı değilsiniz.
Hiçbir zaman kendi gözlerinizden başka bir gözle bu hayata bakamayacaksınız, evet. Ama en azından başka gözlerin de olduğunun farkındalığıyla yaşayabilirsiniz. Hayatın sadece kendi kurallarınız ve doğrularınızdan ibaret olmadığını kabul edebilirseniz, özel hayatınızda başarılı olabilirsiniz. Zaten hayat mutlak doğrulardan ibaret olsaydı, özgürlük denen kavram var olur muydu?
Elime bir kase memleketten gelme fındık aldım. Kırıp kırıp fındıkları yiyorum, gerisini çöpe atıyorum. Hayatıma devam etmek için kabuklara ihtiyacım yok. Yolumu bilumum kuruyemiş kabuklarından değil, Arnavut kaldırımından oluşturuyorum. Çünkü Arnavut kaldırımında yürüyebilirim, kuruyemiş kabukları ise ayağıma batar.
Size de acısız bir yol dilerim. Sevgiler.