“Düşüncelerinde hiçbir kımıldama yoksa, düşüncelerin kendilerini düşüncesizlerden daha ileri sanmasınlar.” Balzac
Dedim madem usta öykücü Sait Faik’i anlatacağım, onun eserlerinde kullanmış olduğu bir alıntıyla yazıma başlayayım.
İnsanoğlu garip bir varlık, hep muallakta; bir yanım “Ben kimim ki Sait Faik’i anlatacak, Orhan Veli mi, Sabahattin Kudret Aksal mı , eleştirmen mi, dönemdaşı mı?” derken diğer yanım ısrarla “Sen anlatmayacaksın da kim anlatacak, yıllardır en büyük hayalin Sait Faik Öykü Ödülü’nü kucaklamak değil de nedir, bazen eve kapanır, ders gibi onu çalışırsın, bir büyük üstat sayesinde basitin içindeki derinliği kavramaya niyet eder, hayata benzer bakışınız karşısında bir çocuk edasıyla şenlenirsin, sen değil de kim?”
Bu satırları kaleme aldığıma göre, sanırım ikinci ses baskın geldi.
Öykücü
Öyküler romanlardan hep daha ilgi çekici gelmiştir bana. “Dar alanda kısa paslaşmalar” misali vurucu darbeyi görece az bir sayfada yapmak durumunda kalır öyküyü anlatan. İkizler burcuyum malum, renkli ve az biraz sabırsız. İşte bu yüzdendir öykülere bayılmam. Bir de “az zamanda çok işler başarma gailesinden” sıklıkla öykülerde rastlanan, birçok ayrıntının okurun hayal gücüne bırakılması durumu vardır ki. Tam benlik, âdeta bir bayram havası estirir…
Sait Faik anlatılmaz, okunur ;) Bir usta ki hayli eğlenceli. Bir “Kameriyeli Mezar” öyküsü var okurken karnımı tuta tuta güldüğüm, iyi ki dışarda değilmişim, deli sanacaklarmış meğer dediğim, ince espri anlayışıyla bugünkü nice komedyene şapka çıkartır.
Ya bir balığın ağzından insan karakterlerini tahlil ettiği o kısacık dahiyane öyküsü “Sinağrit Baba”ya ne demeli? Az lâfla çok şey anlatmak, üstelik iç dünyalara inmek hüner işi değil de nedir a dostlar. Kendi derinine inemeyen, böylesine güzel ve sahici “derin”den dem vurabilir mi? Hayatta hiç vurgun yemeyen gerçekten vurgunu anlatabilir mi?
Her bir öyküsü ayrı çarpıyor. Sıradan kişilerin beklenmedik ölçüde tezat şaşırtıcı davranışları, gökkuşağı renginde tatları, hayatlarının umulmadık akışları, bir duygudan öbürüne savrulmaları bir nakış gibi ince kurgulansın. Ee boşu boşuna adına ödül düzenlenmiyor insanın.
“Bilmem Neden Böyle Yapıyorum?” daki sevimli muzipliğine kayıtsız kalmak ne mümkün. “Kış Akşamı, Masa ve Sandalye”de insanın yalnızlığını bir sandalye üzerinden aktarışı var ki. “Yahu bu ne gözlem gücüdür, ne yaratıcı bakış açısıdır” dersiniz.
Ortak Yanlarımız
“Kardeşim memleket nire?” sorusundaki gibi hep bir ortak yan bulmaya dair ademoğlunun kaygısı. Sait Faik ile en büyük ortak yanımız; hayat mücadelesi denen kaypak şeye bizde mâni olan bir şeyler olmasına rağmen, her ikimizin de delicesine yaşamı sevmesi. Onun deyimiyle “Yalancılar, namussuzlar, birbirinin ekmeğini kapanlar için insanları, yaşamı hor görmeyiz.” Bi de bıkana kadar yürümemiz…
Yürümek mi dedim? Evet elbette. Bazen içimize herkesin kendine göre bir Hamlet’i girer Faik’e göre, bazı zamanlar bir huzursuzluk kaplar tüm benliğimizi. Tam o esnada ne deliyizdir ne akıllı, bir nevi sırat köprüsünün üzerinde, isteriz ki bir şeyler bizi yaşama çağırsın ve bağlasın. İşte bu anlarda yürürmüş Sait Faik, aynen benim gibi, burnunun dikine, yeniden doğarmış: “Kimi o anı geçirmeye çalışır. En iyisi geçirmemektir. Bırakmalı, o an hükmünü, saltanatını sürsün, bir iki tel saç ağarmasına, üç beş çizgiye mal olsun daha iyi. Çünkü nasıl olsa gelip geçecektir.” Ne bilgece…
Yalnız aynı şehirde yarım asrı aşkın bir arayla yürürsek olacağı bu. Yollarını arşınladığımız kent aynı mı diye sorasım geliyor. Onun karşısına çıkan iki kuzu, bazen bir kişi, bir bahçe, bazen tavşan insanların ümitlerinin henüz ölmediğini fısıldarlarmış kulağına. Oysa benim İstanbul’um hayli farklı, karşıma çıkan bir gökdelen, iki restoran, iki AVM, bir işyeri. Ümit yine aynı ümit de.
Adam Olacak Çocuk
Bir cümlesi oldukça dokundu: “Seçmemiş erkekle, seçilmemiş kadının yüzlerindeki içinden çıkılamaz üzüntülü manayı ve hâli hatırlatır”.
Bu şehir seçmemiş erkeklerle dolu, bırak sevdiğine sahip çıkmayı, beğendiği kadını çaya davet edemeyenlerle… Mert erkek kalmadı gibi be usta. Otel lobisinde, vapurda, orda burada gördüğü ilgiye centilmence ‘dur’ diyebileni, onaylanma ve takdir ihtiyacını ilgi budalalığına döndürmeyeni, gönlündekine yüz çevirmeyeni. Oysa gerçek cesaret cehaletten değil bilinçten geleni…
Bu şehir seçilmemiş kadınlarla dolu; erkekleri üzerine atlayarak kapanı, evlenmeyi sosyal statü sayanı, buraya bir tik atmakla maddi-manevi rahatlayanı, karşıyı durmaksızın arsızca arayanı, tek niyeti ‘sahip çıkılmak’ kaygısını bir an önce kotarma derdinde olanlarıyla…
Değil mi ki erkek sevince, kadın sevildikçe güzelleşir; seçmemiş erkek ve seçilmemiş kadınlarla dolu bu şehirde coşkusuz, ifadesiz biteviye gezinir durur çiftler. Kaygılar doğanın akışına tercih edildiğinden… Oysa doğalında erkek elektrik olup ulaşmak, kadın manyetik olup çekmek üzere kurgulanmış. Üstadın deyimiyle “İhtiyarlamıyoruz da çirkinleşiyoruz”, üstelik bu sözü ettiğinde, botoks henüz icat bile edilmemişti. Çirkinleşmeye android görünümü de eklersek…
Veda
Şimdi sanırım Adalar Vapuru’nda, Burgaz’a dönmek üzeresin. Beyoğlu’nda belki bir iki tek attın. Belki maviş gözlerinle öykülerine çokça eşlik eden balıkçı teknelerini veyahut hiç tanışamadığın esmer, Kınalı’da inecek Rum kızını izlemektesin…
Kipling’in dizeleriyle, Ecevit’n çevirisiyle, “Adam Olmak” şiiriyle veda etmek isterim sana…Erkek dişi fark etmez, ‘Adam gibi adam’ olanlara…
Adam Olmak
çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse
sen aklı başında kalabilirsen eğer
herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır
hem kendine güvenebilirsen eğer
bekleyebilirsen usanmadan
yalanla karşılık vermezsen yalana
kendini evliya sanmadan
kin tutmayabilirsen kin tutana
düşlere kapılmadan düş kurabilir
yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer
ne kazandım diye sevinir, ne yıkıldım diye yerinir
ikisine de vermeyebilirsen değer
söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz
kandırabilir diye safları dert edinmezsen
ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz
koyulabilirsen işe yeniden
döküp ortaya varını yoğunu
bir yazı-turada yitirsen bile
yitirdiklerini dolamaksızın dile
baştan tutabilirsen yolunu
yüreğine sinirine dayan diyecek
direncinden başka şeyin kalmasa da
herkesin bırakıp gittiği noktada
sen dayanabilirsen tek
herkesle düşüp kalkar erdemli kalabilirsen
unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken
dost da düşman da incitemezse seni
ne küçümser ne de büyültürsen çevreni
her saatin her dakkasına
emeğini katarsan hakçasına
her şeyiyle dünya önüne serilir
üstelik oğlum adam oldun demektir