S.O.S

Her seçim akabinde iki şey getiriyor; özgürlük ve sorumluluk. Ne diyelim o zaman? Seçim, özgürlük, sorumluluk üçlüsüne…

Bir gün meditasyonda bir an geldi, kısacık bir an…Sonsuz olasılıklara adım attım, nasıl büyüleyiciydi anlatamam. Aynı zamanda ürkütücü. Peki bu manzara karşısında ne mi yaptım? Arkama bile bakmadan kaçtım.

Seçimlerin getirdiği özgürlük duygusu muazzam bir şey, düşünebiliyor musunuz, deseler sizleri dünya adında bir gezegene yollayacağız, hiçbir şeyi seçme özgürlüğünüz olmayacak, nasıl olurdu? Neler hissederdiniz? Şaşkınlık? Eli kolu bağlı?

s-o-s

ÖZGÜRLÜĞÜ KURBAN ETMEK

Seçmek için, seçebilmek için nasıl özgür olmak gerek ise her seçimle beraber az birazcık özgürleşiriz sanki. Özgürlüğü hepimiz tatmışızdır, tüy gibi hafiftir, adeta kanatlanıp uçuveresiniz gelir. Gerçekte özgür insan, Öz’ü gür insandır, Öz’dedir, Öz’de yaşar, Öz’den çağlar. Ne yapacağı pek kestirilemez. Gücünü sahiciliğinden alır. O yüzden sağ olsun gerek sistemler gerek bireyler özgür insanlardan pek haz etmezler.

Hayatta her şeyi seçeriz. Hangi elbiseyi giyeyim? Hangi yolu izleyeyim? Nerede çalışayım? Kiminle evleneyim? Sağlımızı bile. Seçmediğimizi sandığımızda bile (zihin paternleri, kalıpları, bilinçaltı, kolektif bilinç ve diğerleri sağ olsun) seçmişizdir bir seviyede (gizli kontratlar diyorum ben bunlara). Bunların farkına vardığımızda açılır kapılar bir bir önümüzde, bundan sonrasında ne yapacağımız asıl mesele. Bilindik yoldan mı bilinmezi mi tercih ediyoruz ve buna değiyor mu?

Aslında “kurban” olmayı bile seçiyoruz. Biz seçiyoruz. Mecbur olduğunuzu zannettiğiniz şeyi yapmasanız ne olur? Şu şu şu olur (işsiz kaldık, boşandık ettik…), demek siz hala söylediklerinizi yaşamaktansa bunu yapmayı seçiyorsanız bu bir SEÇİM. NOKTA. Asla mecburiyet değil. Eğer “Ben bunu yapmaya mecburum” demek yerine “Ben şu şu nedenlerden dolayı bunu yapmayı seçiyorum” diyebiliyorsam kendi gücümü elime alırım.

Geçenlerde avukat bir arkadaş ile sohbet ediyoruz, çok güzel bir yorum getiriyor; “Baktığım davalarda kader kurbanlarının oranı %20’yi geçmez, insanlar sıklıkla seçimlerini yaşarlar. İnsanlar çaresiz değiller, yalnızca bu gerçeği görmezden gelirler. Kolayı, işine geleni veya onlara en kısa sürede en çok faydayı sağlayacaklarını düşündüğü şeyleri yaparlar. O zaman ekliyorum “Kaçınılmaz son bazen sinsi sinsi bazen bangır bangır geliyor desene. Nasıl bir film izlerken az çok karakterlerin başına neler gelebileceğini, hatta sonlarını dahi tahmin edebiliyoruz.” “Evet, aynen o misal” diye ekliyor. 

Önemli bir farkla; sinemada filmin dışındayız, kendi senaryolarımızın ise değil. Görme ve işitme (bazen dokunma) ile dahil olduğumuz sinema-tiyatro sürecine kıyasla birçok duyumuzla dahil olduğumuz kendi hayatlarımız için yukarda saymış olduğum bu kadar kolay olmasa gerek.   

Çok basit bir uygulama*, aşağıdaki boşlukları doldurun samimiyetle; göreceksiniz neleri neden seçmişiz hayretle,

“…seçiyorum, çünkü istiyorum”.

  1. a) Para / taktir/ onaylanmak/ dışlanmamak/ güç / itibar için
  2. b) Konfor / Rahatım için
  3. c) Görev bilinciyle
  4. d) Mahcubiyet/ Suçluluk/ Cezadan kaçınmak için
  5. e) Kontrol edebilmek için

SORALIM SORUMLULUĞA

Bütün olanlara rağmen kurban bilinci pek bir popülerdir, neden mi? Kolaydır, rahattır. En önemlisi sorumluluktan uzaktır. Sormak isterdim “Sorumluluğa”, herkes niye senden bucak bucak kaçar?

Bence iki gerçeklik var; sevgi ve korku temelli. Bu iki gerçeklik iki farklı zihniyet yapısı doğurmuş; sevgi ve korku dolu olan.

Korku dolu olan sorumluluğu “Eyvah, çattık belaya, ben vereceğim hesabı, malımla, canımla, kanımla, terimle ödeyeceğim” diye yorumluyor. Komik varlık ademoğlu, aslında her şeyin ödemesini yapıyoruz ‘İlahi Adalet’ çerçevesinde, yeri geliyor peşin yeri geliyor taksitle. Araya zaman mefhumu girdiği için fark etmiyoruz bile.

Sevgi dolu olanda, sorumluluk=sevgi. Ne kadar yüreğinde insanın sevgi var, çevresine duyduğu sorumluluk o kadar artar. Bakınız Atatürk’e, Gandi’ye; tüm bir ulus ve hatta uygarlık için sorumlu hissetmişler kendini. Böyle böyle büyüyor insan. Sonra peygamberler demez mi, “Komşusu aç yatan bizden değildir” diye?

Alınan her sorumluluk aslında yine kişinin kendisine hizmet ediyor. Bu kavramın kendimizi suçlamak veya alçakgönüllü olmak ile hiç ilgisi yok. Hayır, sadece %100 sorumluluk aldığımızda, bizi yeni davranış ve aksiyonlara yöneltecek yeni açılımlar gerçekleşiyor, yeni fikir ve buluşlar ilgi ve düşünce alanımıza giriyor.

Londra’da, Liderlik derslerinden birine, arkadaşlarımızdan birisi sınıfa geç geldi, kullandığı “Kuzey” metro hattı Pazar günü bakıma alınmıştı. Arkadaşa göre, olayın kendisiyle hiçbir ilgisi yoktu. Pazar günü bakıma alınacağını nereden bilebilirdi? “Lider gibi davranmıyorsun”, dedi eğitmenlerimizden biri. Yapılan koçluk neticesinde, arkadaşım geç kalma sorumluluğunu üzerine aldı, özür diledi. Neler mi yapabilirdi? Bir gece öncesinden metro hatlarının durumunu kontrol edebilirdi. Hatta eğitim binasının önündeki otobüs durağını hiç fark etmemiş olduğuna şaştı kaldı. Olayı tamirata atmaya takılsa, egosunu haklı çıkarmaya; otobüs ile gidip gelebilme opsiyonunu muhtemelen keşfedemeyecekti bile.


EN BÜYÜK YÜZLEŞME İNSANIN KENDİSİYLE

Sorumluluk ağır bir kelime çünkü sorumluluk “yüzleşme” getirir. Kiminle? Kişinin ‘Kendisi’ ile. Yüzleşmek değişim ve dönüşümle sonuçlanabilir. Amanın pek düşkün olduğumuz rahatımız kaçmasın. Peki bunun yanında neler kaçırıyoruz, sorduk mu hiç kendimize?

Mini bir koçluk sizlere, hayatınızda yaptığınız en büyük seçim neydi? Bu seçimin sonuçları neler oldu? Size (-) neler getirdi? (+) neler getirdi? Neler öğretti? Bugün buna dair neler hissediyorsunuz? Gerçek getirisi neydi? Bugün nasıl bir seçim yapardınız?

Hayat denen oyunu %100 yetişkin olma sorumluluğunda ve %100 çocuk olma keyfinde oynayabilsek ne güzel olurdu, bunun için neler mümkün sizce?

* Uygulamanın esası “Şiddetsiz İletişim” adlı kitaptan, ufak eklemeler yaptım.

 

Önceki İçerikGalata’da Yahudi İzi ve Musevi Müzesi
Sonraki İçerikOkurun Gözünden: Edebiyat Eserlerinde Çeviri Sorunu
Şeyda Bodur
Kendini anlatmak dünyanın en zor şeylerinden biri bence. Sürekli değişip dönüşürken, yaşam biteviye bizi şekillendirirken, sahi ben kimim? Değişmezlerim var mı, varsa neler? Dilerseniz beni yazılarımdan sizler tanıyın. Yine de beni heyecanlandıran kavramlar ortaya bırakayım, birer ipucu niteliğinde; Akdeniz, çiçekler, iletişim-İkizler burcu, Boğaziçi üniversitesi, kız kardeş, hak-miras, nezaket, ilk yaz, disiplin-aylaklık, Türk kahvesi, demli çay-simit, kiraz-karpuz, keyif, keşif, denge, dönüşüm, mistik, holistik, seyahat, sahici paylaşımlar, samimi sohbetler... Burada sadece yazmaktan ve okumaktan bahsetmek istiyorum. Neden mi yazıyorum? Biliyorum bencilce olacak, herşeyden önce bana iyi geliyor. Düşüncelerim netleşiyor, duygularım alan buluyor, sakinleşiyorum, sadeleşiyorum, “O”lanla hizalanıyorum, kendimi ifade ediyorum, üretiyorum, yaratıyorum, yüreğimi ortaya koyuyorum, yaşama katılıyorum, meydan okuyorum, “ben de varım” diyorum, belki ortaklık arıyorum ve daha nicesi...Satırlara sığmaz. Neden mi okuyorum? Sözü bir Usta’ya bırakmak istiyorum izninizle, ne bir kelime eksik ne bir kelime fazla... “Bütün iyi kitapların sonunda, bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda, meltemi senden esen, soluğu sende olan, yeni bir başlangıç vardır…” Edip Cansever

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz