“Paris’teki anlaşılmaz günlerin tahlilini sana bırakıyorum Naim. Anlayabilirsen anla. Yaptığım deliliğe ne zaman ah vah diyeceğimi bir kestirebilirsem, o zaman Paris’te beş günün romanına başlardım.”
-Sait Faik
Bu romanın kapağını ilk gördüğümde neden beş gün diye düşündüm. Paris’te neden yalnızca beş gün? Sanat ve edebiyat çevresi için eskiden beri Türk sanatçıların da gözdesi olan Paris’te beş gün. 1950’lili yıllarda Paris’e ulaşmak için Atina ve Roma’da iki kez mola verilen uçuşlar bugünkü gibi konforlu değildi. Üstelik Sait Faik’in uçak korkusu da varken neden bu acele?
Romanın sayfalarını çevirdikçe görüyoruz ki, dayanılmaz hale gelen acılarına çare aramak için Paris’e gelmiştir Sait Faik. İlkin burnundan kan gelmiş ansızın, sonra kusmalar, kaşıntılar, şişkinlikler… Korkan, panikleyen Sait dostu Fikret Ürgüp’e görünür. Teşhis siroz başlangıcı.
“ – Korkma! Henüz ileri aşamada değil, demişti
‘Bundan sonra sirozla yaşamayı öğreneceksin.
Sait bunun ne anlama geldiğini sorar gibi bakmıştı dostuna.
-İçmeyeceksin! Düzenli yaşayacaksın! Yorulmayacaksın!
-Senin dediğin gibi yaşanır mı ulan?”
Daha sonra bir gün Kazım İsmail Gürkan, Paris’te, konunun uzmanı olan bir doktor adı verir ve Sait Paris’e gitmeyi kafasına koyar.
Bitchat hastanesinde doktor Justin Besançon da farklı bir şey söylemez.
“ – Bir yudum içki dahi içerse kan kusar, hatta ölebilir. Buna dikkat etmeli.”
Üstüne bir de
“ – Karaciğerinden bir parça alıp tahlil yapmamız gerekiyor.” diye ekler.
Ülkesinden uzakta, bir ameliyat masasında işlerin ters gitmesinden ve orada ölmekten çok korktu Sait… Ancak hastalığı yüzünden ölmekten de korkuyordu. Endişe, korku ve panik içindeydi… Ve ameliyattan kaçtı. Ama verdiği karardan dolayı suçluluktan da kurtulamıyordu.
Arkadaşları Sait’in biraz kafasını dağıtmak, bir an olsun rahatlatmak istiyorlardı. Onu Paris’in gözde mekanı Cafe de Fleur’e götürdüler. Masaya kimler kimler geldi orası okuyanlara sürpriz olsun, ben okurken oradaymışım gibi heyecanlandım.
Daha sonra arkadaşları biraz talihsiz bir teklifte bulundular. ‘Pére Lachaise mezarlığına’ gitmek.
“-Ulan! Öleceğim diye yer mi beğendireceksiniz? Akşam akşam nerden çıktı bu mezarlık gezmesi? İstemem! diye kestirip attı Sait.”
“… Eğer ölüm sonrasında bir hayat varsa onu yaşamaya mecali yoktu yorgundu.”
Dönecekti İstanbul’a, biletini değiştirdi, sonra vazgeçti. Zar zor gelmişti zaten Paris’e. Annesini, amcasını ikna etmiş; döviz bulabilmek için bakandan ricacı olması için araya dostlarını sokmuştu. Kalacaktı. Bilet yine değiştirildi. Başka bir doktoru aradı, hastaneye yatmaya karar verdi. Ama yine vazgeçti.
Ve ansızın döndü ülkesine. İşte Paris’te beş günün özü…
“…Paris’ten apar topar ayrılırken ölümden de kaçtığını düşündü Sait.”
Sait Faik’in tedavi olma isteğine dair süreci merkeze alan bu romanda, zor bir hastalıkla baş etmeye çalışan bir insanın inişli çıkışlı ruh halini, yaşama dair anlam arayışını, bir yazara dair hayranlarının yaşadığı hayal kırıklıklarını, dönemin siyasi gündeminden izleri, edebi sohbetleri, Paris’in ışıltılarını, hayatın sürprizlerini ve daha fazlasını adeta onların arasındaymış gibi sıcak bir hisle okuyacaksınız.
Keyifli okumalar dilerim.
YAZAR HAKKINDA:
Adem Kocamaz 1984 yılında Osmaniye’de doğdu. Muğla Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu olan Kocamaz üniversite yıllarında arkadaşlarıyla birlikte “Yaprak” adında bir dergi çıkardı. Biyografik roman ve şiir kitapları yazmaktadır.
Özlem Metincan