Dünyayı gezmek uğruna uzun yıllar Alman havayollarında çalışan Hülya Leigh’in bir anda değişen yaşam tarzını, dünya denizlerindeki maceracı seyrini anlatan ve bir Türk kadın denizcinin yazdığı ilk yelken kitabı olan “Okyanusta Bir Türk Kızı-Mavi Güzel” adlı kitabını kendisinden dinleyelim.
Hülya Hanım, kitabınız Okyanus’ta Bir Türk Kızı’nı okurken biz okuyucular da sizinle küçük bir yelkenliyle denizlere açılıyoruz, güzelim maviliklerde süzülüp açık denizlerde fırtınalarla boğuşuyoruz, korsanlardan ürküyor, yeni tanıştığımız denizci dostlarla muhabbet ediyoruz, Atlantik Okyanusu’nda dümen tutarken heyecandan titriyor, dikiş makinasıyla yelkenleri tamir ediyor bazen de kediniz Sheba’nın yanına kıvrılıp uyuyuveriyoruz. Kitabınız 1998-2004 yılları arasında eşinizle birlikte yaptığınız deniz yolculuğunu anlatsa da sadece bir gezi kitabı demek haksızlık olur, akıcı ve heyecan verici diliyle bizleri duygudan duyguya sürüklüyor, içimizde denizlere açılalım hissi uyandırıyor. Üstelik tüm bu yaşananların merkezinde bir de çok hoş bir aşk hikâyesi var. Bize eşinizle tanışma hikayenizden ve ev yaşamından tekneye geçiş yolculuğunuzdan bahseder misiniz?
Ah, beni öyle bir geçmişe götürdünüz ki, taa yirmi küsür yıl öncesine, hayatımın en ama en “İYİ Kİ” zamanlarına… Bugün, “İyi ki yapmışım, iyi ki kalbimin sesini dinlemişim” dediğim günlere. Hayat her zaman yol ayrımlarına getiriyor insanı, karşınıza seçenekler sunuyor; bunları görüp görmemek veya seçip seçmemek tamamen size kalmış. Benim hayatımın dönüm noktası da Avustralya’da yetişmiş İngiliz eşim Derek Leigh ile karşılaştığım gün oldu. Kendisi high-tech tekne yapımcısıydı. 1995’de Antalya’ya bir tekne sörveyi için gelmişti. Ben de arkadaşlarımla tesadüfen o gün, o tekneyi ziyarete gitmiştim. Karşılaştığımız anda ikimiz de birbirimizi dinlemeye doyamadık ve bana hiç bilmediğim bir dünyanın kapılarını açtı.
Onunla tanışmadan önce denizciliğe pek ilgim yoktu, ama en büyük tutkum gezmekti. O nedenle uzun yıllar, Lufthansa ve SunExpress Havayolları’nda çalışmamın avantajı %90 indirimli uçak biletleri sayesinde dünyanın uzak köşelerini keşfettim. Taa ki o gün Derek, gezmenin daha kolay ve güzel yolları var deyinceye kadar. Birbirimize o kadar âşık olduk ki, o yapmakta olduğu tekne işini bıraktı, ben havacılığı bıraktım, evimi sattım, birikmiş paramızı birleştirdik. Halen yapmakta olduğu kendi teknesi Blue Belle’i Antalya’ya getirdi. 1996’da Marina’da evlendik, 1998’de tekneye taşınıp, kedimizi de alıp batıya doğru yola çıktık ve deniz gezgini olduk.
Henüz tamamlanmamış tekneniz Blue Belle’i ilk ziyaretinizde, olmayan merdiven, mutfak, duş, koltuklar hatta elektrik tesisatı karşısında panik yapmak ya da asap bozukluğu yaşamak yerine tekneyi ileride olacağı haliyle hayal edip ben bunu yapabilirim demeniz gerçekten etkileyici ve motive edici. Daha önce deniz ve tekne geçmişi olmayan biri olarak bunu nasıl başardınız?
Teknede yaşamak konusunda en ufak bir bilgim yoktu. Tek bildiğim, sevgili Sadun Boro’nun yelkenli tekne ile dünya seyahati yaptığıydı. Ama kitabının baskısı tükenmişti ve Türkçe yazılmış başka hiçbir yelkenle seyir kitabı yoktu. Bugünkü gibi, araştırabileceğim bir internet imkanı da yoktu. Tek çarem marinadaki insanları incelemek ve teknedeki İngilizce denizcilik kitaplarını okumaktı. Bunlardan, tek başına dünyayı dolaşan genç kız Tania Aebi’nin “Maiden Voyage” adlı kitabı (Türkçeye “Tek Başıma” diye çevrildi) bana ilham verdi. Çocuk yaştaki bu kız tek başına yapabildiyse bu işi, ben de öğrenirim, yaparım dedim. Tabii ki en önemlisi Derek’e duyduğum sonsuz güven ve onun beni ürkütmeden, sevgi dolu yaklaşımıydı.
Tekneniz Blue Belle eşinizin elleriyle inşa ettiği özel bir tekne. Bize tekneden ve eşinizin bu tutkusundan bahseder misiniz? Yola da natamam çıktığınızı biliyoruz. Bu size seyirde sorun yarattı mı?
Derek, Avustralya’daki gençlik yıllarında görmüş Pasifik’i yelkenli tekne ile gezen çiftleri. Yelkenli tekne ile dünya turu yapan ilk denizci Kaptan Joshua Slocum’un “Sailing Alone Around the World” adlı kitabını (Türkçeye Naviga Yayınlarından “İlk Defa Tek Başına” adıyla ben çevirdim) okuduktan sonra bir gün ben de bunu yapacağım diye kafasına koymuş. İngiltere’ye yerleştiğinde Bruce Roberts adlı tekne tasarımcısından Slocum’un teknesi Spray’in planlarını satın almış, fırsat buldukça da yapmaya devam etmiş. Tanıştığımızda tekne yarı bitmişti ve minimum ekipmanlıydı. Sadun Boro’nun teknesinden tek farkımız GPS olmasıydı. Kanarya Adaları’ndan paslanmaz çelikleri, Trinidad’tan tik ahşabı, Amerika’dan elektronikleri, yani nerede neyi ucuz bulursak aldık ve masamızı, merdivenimizi dahi yolda tamamlandık. Otopilota ise hiç sıra gelmedi, elde dümen tuttuk. Ancak tekne klasik uzun salmalı ve ağır bir tekne olduğu için hiç sorun olmadı, gayet rahat kendi kendine rota tutuyordu.
Antalya’dan demir alarak başladığınız 6 yıllık deniz yolculuğunuzda, Cebelitarık’tan geçerek Karayipler ve Amerika’nın doğu şeridindeki kanallar ve nehirleri dolaşıp 2 kez de Atlantik Okyanusu’nu geçtiniz. Bize genel hatlarıyla seyrinizden ve neden bu rotayı takip ettiğinizden bahseder misiniz?
Bizim rotamız yolda oluştu. Antalya’dan ayrıldığımızda hiç kimseye, hatta kendimize bile “Dünya turuna çıkıyoruz” demedik. “Gittiğimiz yere kadar gideriz, canımız ne zaman isterse döneriz” dedik. Böylece üzerimizden büyük bir yük kalktı. Yolda karşılaştığımız deneyimli denizcileri dinledikçe, keşfedebileceğimiz ilginç yerlerin hayalini kurarak, rotamızı ona göre çizdik. Kışlama dışında hiç marinaya girmedik. Tüm seyirlerimiz içinde beni en çok etkileyen Amerika’daki nehirler ve kanallar oldu. Çünkü tekneyle yola çıkınca, hep beyaz köpüklü masmavi sularda olacağımızı sanıyordum. Oysa orada bazen şehirlerin içinden geçtik, bazen de yemyeşil doğanın içindeydik, açıkçası Amerika’yı arka kapısından gördük, müthişti.
Bu seyrinizle Atlantik’i geçen ilk Türk kadınlarından biri oldunuz. Kitabınızda seyrek de olsa Türk Bayraklı bir tekne gördüğünüzde nasıl heyecanlandığınızı ve gözlerinizin teknelerde hep bir Türk kadını aradığını ama çoğunlukla erkek mürettebatla karşılaştığınızdan bahsediyordunuz. Oysa pek çok yabancı çiftle karşılaşıyor, dost oluyorsunuz. Bunun sebebi sizce neydi? Bugün durum değişti mi?
Çok şükür değişti. Sanırım bizim gidiş ve dönüş tarihlerimiz arası tam bir dönüm noktası oldu Türk denizciliğinde. İşyerindeki bazı arkadaşlarım bile biz giderken fazla ilgilenmezken, döndüğümüzde nasıl yaşadığımızı merak etmiş, tekneye gelip gördükten sonra kendi teknelerini alma hayali kurmaya başlamıştı. Son yıllarda bu ilgi çok güzel bir şekilde katlanarak arttı. Artık denizle barışık, teknede yaşayan, dünyayı dolaşan pek çok kadın ve erkek denizcimiz var. Bence bunda dergilerin, kitapların ve internetin katkısı çok büyük.
Seyriniz sırasında denizcilik ve tekne yaşamıyla ilgili sürekli öğrenme ve keşfetme haliniz ve detaylı anlatımlarınız okuyucuyu da pek çok konuda bilgi sahibi yapıyor. Bu notları daha sonra kitap olmak üzere mi tuttunuz? Seyrinizin kitap olma sürecini anlatır mısınız?
Yok, hiç not tutmadım. Bizim yola çıkışımız sosyal medya öncesi zamanlardaydı ve denize açıldığımız anda dünyadan kopuyorduk. Başkalarına anlatmak için değil, tamamen kendi başımıza o anın tadını çıkartıyorduk. Kitap yazmak aklımdan bile geçmemişti. Yurt dışından telefon çok pahalı olduğu için anne-babama sık sık mektup yazarak, ilgimi çeken her şeyi, tanıştığımız insanları, ilginç yerleri anlatıyordum. 2004 yılında anneme ileri aşamada kanser teşhisi konunca, İspanya’dan uçakla Türkiye’ye döndüm ve son iki ayında yanındaydım. Bu süre içinde fark ettim ki yazdığım tüm mektupları babam bir dosya yapmış, annemse (kaç kez okuduysa artık) hepsini ezberlemiş, hasta yatağında nerede ne yaptığımızı gülümseyerek bana hatırlatıyordu. Fazla zamanı olmadığını biliyorduk. Eğer becerebilirsem, bu mektupları kitaba çevirip basılırsa ona ithaf edeceğime dair anneme söz verdim. Kitap nasıl yazılır, nasıl bastırılır hiçbir fikrim yoktu ve hiçbir yayınevini tanımıyordum. En büyük desteğim yine Derek oldu, bizim için yaz dedi, baskı aşamasını hiç düşünme, en kötü durumda fotokopi ile çoğaltır arkadaşlarımıza, dostlarımıza veririz dedi. Annemin vefatından hemen sonra, o duygu yoğunluğu ile yazmaya başladığımda kelimeler adeta aktı içimden. Mektuplara baktıkça, o anları tekrar yaşadım ve tam son sayfalara geldiğimde, inanılmaz bir tesadüf sonucu gazetede okuduğum Turgay Noyan’ın köşe yazısı sayesinde Naviga ile yolumuz kesişti. Osman Atasoy’un kitabını basmaya hazırlanıyorlardı, ve o köşe yazısında Turgay abi “bilmediğimiz başka deniz gezginleri de vardır mutlaka, keşke onlar da yazsa, onların kitaplarını da bassak” diyordu. Gerisi zaten su gibi aktı ve 2005 Şubat İstanbul Boat Show’da Osman Atasoy’un Uzaklar kitabıyla birlikte benim kitabım da Naviga yayınlarının ikinci kitabı olarak piyasaya çıktı.
Kitabınız bir Türk kadın denizcinin yazdığı ilk yelken kitabı olma özelliğini de taşıyor.
Aslında uzun yola çıktığınızda teknede kadın-erkek farkı pek kalmıyor, eşlerin her ikisi de her şeye hakim olabilmek zorunda. Çünkü bir şey olduğunda eşinizi kurtaracak olan sizsiniz. Ama tekne yaşamını bir erkeğin anlatması ile bir kadının anlatması arasında epey fark var. Amacım kendi deneyimlerimi paylaşarak özellikle kadınlarımıza bunun nasıl bir yaşam tarzı olduğunu aktarmaktı. Bugün bile öyle güzel mesajlar alıyorum ki, iyi ki yazmışım diyorum.
Annenizin vefatından iki yıl sonra, 2006’da eşiniz Derek’i de aniden kaybediyorsunuz ve sizi zor günler, zor yıllar bekliyor. O süreçten ve sonrasından biraz bahsetmek ister misiniz?
Derek vefat ettiğinde henüz 64 yaşındaydı. Onunla beraberken hep gideceğimiz yerleri, hayallerimizi konuşurduk, sanki sonsuza dek yaşayacakmışız gibi. Çok sevdiğim iki insanı aniden ve üst üste kaybedince, ölüme ve yaşama bakışım tamamen değişti. Maddi, manevi son derece hazırlıksız yakalandığım çok zor bir dönemdi. İniş çıkışlarım, arayışlarım, kayboluşlarım fazlasıyla oldu. Tekrar kendi ayaklarımın üzerinde durabilmek, bu konuları rahatça konuşabilmek uzun yıllarımı aldı.
Artık deniz üstünde olmasanız da deniz kıyısında Bodrum’da yaşıyorsunuz ve denizden hiç kopmadığınızı da biliyoruz. Naviga Dergisi’nde düzenli olarak yazıyorsunuz, birbirinden değerli denizcilik kitaplarını da dilimize kazandırdınız ve çeviri yapmaya devam ediyorsunuz. Bize bu çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Evet, sonunda huzuru Yalıkavak’ta, Ege manzaralı, adalara bakan sessiz, sakin evimde buldum. Naviga’ya yazdığım her yazıyı, her röportajı çok severek, keyifle yazıyorum. Çevirdiğim kitapları da öyle, benim için terapi gibi. Zaten denizcilik terimlerinin önce Derek’ten İngilizcesini, sonra Türkçesini öğrendim. O nedenle, çeviri yaparken adeta onun sesini duyuyorum. Dünyanın en çok okunan, sayısız dile çevrilmiş denizcilik kitaplarını Türkçemize kazandırabildiğim için çok mutluyum. İlginiz ve güzel sorularınız için teşekkürler.
Okyanusta Bir Türk Kızı özellikle kadınlara mavi dünyanın kapılarını aralamak için yazılmış olsa da aslında okuyan herkese hayallerinin peşinden koşma cesareti veren, yola ışık tutan kitaplardan. Ve Mavi Güzel (Blue Belle) anısını sonsuza dek yaşatacak değerli bir eser…
Arzu Tülümen