Okurun Gözünden: Lou Andreas-Salome’dan Feniçka

Aşkın size verebileceği en değerli şey nedir?

Geçen yaz Lou Andreas-Salome’nin Arayışlar novellasını şimdi de Feniçka’yı okudum. İki okuma arasında çok zaman olmasına rağmen her iki metnin ana fikir olarak aynı düzlemde olduğunu düşünüyorum.

Kitaba geçmeden evvel Salome’nin hayatına kısa bir bakış atalım. Zira kitaptaki düşünceler onun hayata bakışının tam bir izdüşümü.

12 Şubat 1861 yılında Petersburg’da doğan Lou Andreas-Salome o dönemin çok ilerisinde bir özgürlük anlayışıyla, kalıplara ve kurallara karşıt fikir ve düşüncelerle hayatını yaşamış cesur ve zeki bir kadın. Teoloji, felsefe ve sanat tarihi okuduktan çok sonraları Freud ile yakın çalışmaları sonucunda dünyadaki ilk kadın psikanalist unvanını almıştır. Onu ünlü kılan, düşünce ve yaşam tarzı kadar Nietzsche, Rilke ve Freud ile olan yakınlığıdır. Salome’nin şu sözleri -ki eminim birçok yerde karşınıza çıkmıştır-  hayata bakışının en net ifadesidir:

“Bunu yapmalıyız, şunu yapmalıyız… Bu biz kim, en ufak fikrim yok. Sadece kendim hakkında bir şeyler biliyorum. İdeal bir duruma göre yaşayamam. Ama kesinlikle kendi hayatımı yaşayabilirim. Ve ne olursa olsun bunu yapacağım. Böyle davranarak hiçbir ilkeyi temsil etmiyorum ama çok daha güzel, benim içimde olan bir şeyi, tamamen yaşamın sıcaklığı olan, neşe dolu ve kaçıp gitmeye çalışan bir şeyi temsil ediyorum.”

Entelektüel, korkunç zeka, narsist, feminist, evlilik düşmanı, özgüvenli, cesur, özgür ruh… Onu tanımlamak için kullanılan birkaç kelime… İşte böylesi bir kadının kaleminden çıkmıştır Feniçka.

İsviçre’de üniversite eğitimi görmüş Feniçka diğer adıyla Fenya ile genç psikolog Max Werner bir tesadüf sonucu Paris’te tanışırlar ve tanıştıkları gece bir olaya şahit olurlar. Oturdukları kafenin bir masasında oturan iki çift korkunç bir kavgaya tutuşur. İki kızdan biri önce çiftin sonra da erkek arkadaşının aşağılamasına maruz kalır. Fenya bu sahneyi şaşkınlıkla izlerken erkeklerin kibir dolu aşağılamalarını dehşetle karşıladığı gibi kadınların hemcinslerini rakip olarak görmesine tahammül edemez. Uzaktan da olsa kıza bakışlarıyla destek verir. Bu durum o ana kadar Max Werner’in gözünde silik bir kişilik olan ve hiç de çekici biri olmayan Fenya’nın üzerine dikkatleri çeker. Kızın tarafsız gözlem yeteneği ve olaya karşı tutumu Werner’i şaşırtır. Onun kadınlar hakkındaki görüşüne göre bu durum alışıldıktır. Çünkü kadınlar -çoğunlukla bilincinde olmadan- aşkından ve ona sahip olmaktan başka şey bilmezler. Bunu da entelektüel ilgileri ve duygusal yakınlıkla yaparlar. Max Werner bu görüşleri ile kalıplara koyduğu kadınları basitleştirir, cinsiyetsiz varlıklar olarak değerlendirir. Bu sebeple o gece Fenya’nın sakin, yapmacıksız, rahat, tutarlı ve güvenli tavır ve davranışlarının altında hep bir giz arar.

Bu görüşmenin üzerinden 1 yıl geçer ve tesadüfler onları Rusya’da tekrar bir araya getirir. Max Werner’in 15 gün kaldığı Petersburg’da hemen her gün bir araya gelirler ve aralarında sağlam bir dostluk kurulur. Max, Fenya’yı “Kadın cinsinin Fenya adı altında cisimleşmiş bir parçası olarak” görürken, Fenya, Max’e cinsiyetsiz bir kız kardeş havasında yaklaşır.

Artık birbirlerine sırlarını açmaya başlamışlardır. O sıralarda Fenya aşık olur, Werner’in de bir süredir süren bir ilişkisi vardır. Aşk hakkında yaptıkları tartışmalar Werner’i farklı duygulara taşır. Fenya’nın sevgilisi ile buluşmaları dedikodulara sebep olmuştur. Hamisi olan eniştesi onu korurken, dedikodulara inanmaz, yalanlar. Werner de Fenya’yı görmüştür ama görmezden, bilmezden gelir. Tüm bunlar Fenya’yı müthiş ruhsal sıkıntılara sokar; korunmak, himaye altına alınmak, kırılacak bir eşya gibi yaklaşılmaktan büyük rahatsızlık duyar. Yaptıkları ve yaşadıklarıyla tüm dünyaya açık olmayı ister. Kaygısızca yaşamak ister. Çünkü gizlilik doğasına aykırıdır.

Fenya’nın erkek arkadaşından gelen evlilik teklifiyle her şey bir anda değişir. Evlilik fikrine Feniçka’nın yaklaşımını okurken Salome’nin sesini duyarız:

“Söylesene, sizlerden biri bunu ister miydi acaba? Bütün gençliğini özgür ve bağımsız olmaya adamış genç bir insan, tam amacına varmak üzereyken, eşikte dururken, hayata sadece bu yüzden değer verirken; meslek aşkına, sorumluluk aşkına, bağımsızlık aşkına yaşarken? Hayır! Bunu kesinlikle bir yaşam amacı olarak hayal edemiyorum; bir yuva, aile, ev kadınlığı, çocuklar, bu bana çok yabancı, çok, çok!” (s. 57)

Lou Andreas-Salome’nin hem Arayışlar’ın Denya’sında hem de Feniçka’nın Fenya’sında yarattığı kadın karakterler feminist kadınlardır. Kurallara, kısıtlamalara, ahlak dayatmalarına karşı duran, idealleri söz konusu olduğunda aşklarından vazgeçebilen güçlü kadınlar. Ancak bu sıradan bir feminist yaklaşım değildir. Çünkü bu mücadelede güçlü kadınlar kadar onların yanında olan ve onların bu mücadelesini destekleyen güçlü erkek karakterleri de yaratmıştır. Aslında özlemi duyulan toplum kurallarının kadın ve erkek için eşit uygulandığı bir dünyadır. Max Werner’in de Fenya ile deneyimlediği tam da budur. Kadınlar ile ilgili kalıplarını yıkar ve kadını insan olarak görmeyi öğrenir.

“Peki niçin? Niçin her iki durumda da kızın doğasını daracık bir kalıba sıkıştırıp, böylesine katı bir çerçevenin içine hapsetmeye kalkıştım, diye kendi kendine sordu. Kadınların salt insani zenginlikleri içinde kavramanın, hep cinsiyetleri açısından bakmaktan, hep yarı şematize ederek görmekten kaçınmanın bu kadar zor olması ne tuhaftı. İnsan kadınları ister idealize etsin ister şeytanileştirsin, her durumda erkeğe bağlı değerlendirip basitleştiriyordu. Belki de kadına adeta bir sfenks karakteri yüklenmesinin temelinde büyük ölçüde, erkeğinkinden hiç de geri kalmayan eksiksiz insaniyetinin bu ağır basitleştirmeyle örtüşmemesi yatıyordu.” (s. 35)

Aşkın size verebileceği en değerli şey nedir peki?

Her iki eserde kadın karakterler bir seçim yapmak durumunda kalıyor. Bir tarafta idealleri, özgürlüğü, bağımsızlığı, diğer tarafta sevdiği adam… Aşkın verebileceği en değerli şey seçim yapmak zorunda kalmamak olabilir mi?

Siz ne dersiniz?

Okumakla kalın…

  • Feniçka
  • Lou Andreas-Salome
  • Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
  • Sayfa sayısı / 70

Alev Türkkan / Haziran 2018

Önceki İçerikFesleğenin Yararları ve Fesleğen Sosu Tarifi
Sonraki İçerikHikayeler
Hayat seçimlerimizden ibaret… Ben de 2014 yılında 18 yıldır sürdürdüğüm kurumsal iş hayatımı bırakmayı seçtim. Kendimi en iyi hissettiğim yer olan doğanın içinde, bir denizin kenarında en keyifli anlarım olan kitap okumakla geçirmeye başladığım yeni yaşamıma böylece geçmiş oldum. Kendimi bildim bileli içimde taşıdığım öğrenci ruhu beni hiç terk etmedi. Okumaya ve öğrenmeye aşık biri olarak öğrendiklerimi paylaşmanın tadını da çok seviyorum. “Hayata ne verirsek hayat bize onu verir” sözüne inanırım ve bu dünyaya gelme amacımı sıklıkla sorgularken aslında tek isteğimin yaptıklarımdan ve yaşadıklarımdan geriye ufak bir iz bırakarak, değer yaratacak bir şeyler yapmış olmak. Şimdi ilgi alanlarıma daha fazla zaman ayırarak ne kadar mümkün tartışılır ama kendimi tanımaya çalışıyorum. Felsefeye olan merakım bana yardımcı oluyor. Doğa yürüyüşlerinde hem kendimi hem doğayı dinliyorum. Sokak hayvanlarına düşkünüm. Onlarla arkadaşlık etmeye, konuşmaya onlardan daha çok ihtiyaç duyuyor olmama şaşırmıyorum. Çünkü var olmanın temeli “paylaşmak”; bilgiyi paylaşmak, sevgiyi paylaşmak, yemeği paylaşmak, mutluluğu, acıyı paylaşmak… kısaca yaşamı paylaşmak. Okumakla ve paylaşmakla kalalım.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz