Aralarında bir asırdan fazla zaman olan bu iki adamın ne gibi bir bağı olabilir sizce?
Gelin resmi baştan alalım. Yeni yıla Salzburg’da girmeye karar veriyoruz, deli bir soğuğa uçtuğumuzu nerden bilelim? (THY’nin direkt uçuşları var). Kars’ın -5 derece soğuğunu Avusturya’nın+ 5 derecesine tercih ederim. Zira hissedilen sıcaklık, pardon soğukluk çok önemli bir kavrammış, sayelerinde anladım.
Oldum olası Orta Avrupa’nın buz gibi kışından hazzetmem. Öyle bir ayaz ki insanın iliklerine işleyen, giyinmek bile fayda etmiyor. Esen yel bir aralık bulup içinize giriveriyor. Aklıma şu deyiş geliyor: “Kendi ülkeni tanımanın en iyi yolu başka ülkelere seyahat etmektir.” Şükürler olsun, ülkemizin sıcacık ve nadide köşelerinden birinde doğmuşum. Soğuktan ağlanır mı? Benim gözlerimden boncuk boncuk yaşlar süzülüyor, anlayışsız aşklar mı ağlatan anlayışsız hava mı? Belki her ikisi.
Mozart
Neyse efendim girizgâh azıcık uzun oldu, kusura bakmayın. Bu soğukta insan ruhuna gelen en iyi şey Salzburg doğumlu Mozart’ın eserlerini dinlemek. Zor ve kısa bir hayatı olmuş dehânın, buna rağmen ilginçtir, bestelerindeki arka plan müziği hep coşku dolu gelir bana Beethoven’ın aksine.
Herkesin bence bir fon müziği var. Bazı insanlar gülseler bile arka planda çalan hep hüzündür. Mozart’ta ise tam tersi. Sanki hep bir çılgın umut peşinde ve bizleri de sürüklüyor umuda yolculukta… Eserlerine övgüler yağdıran krallar ona karşı cimri davrandıklarında, dönemin ölümcül hastalıklarına bile yakalandığında keyfi kaçmazmış. O kentten bu kente sürüklenirken, kasabalara takma isimler vererek, “Ben ülkesini teftişe çıkan küçük bir kralım” diyerek kendince eğlenceler yaratırmış.
Tomatis
Kulağımıza bunca hoş tını armağan eden üstat, insanlığa farklı hizmet eden bir başka üstün zekâ ile tekrar karşımıza çıkar. Yıllar II Dünya Savaşı sonrasını gösterir.
Bir kulak burun boğaz doktoru olan Tomatis ses ve kulak arasındaki önemli ilişkiye imza atar. Çalışmalarına seslerini kaybeden opera sanatçıları ve işitme bozukluğu yaşayan pilotlarla başlar. Kulağın bazı frekansları algılayamadığı zaman, sesin onları ihtiva edemeyeceğini görür. İşitmeye etki edildiğinde ses akabinde değişmektedir. Herşey birbiriyle ne kadar da ilintili değil mi?
Kulakların bazı frekansları algılayabilmesi için Elektronik Kulağı icat eder. Bu cihazın hastalara dinletilmesiyle, daha önce algılanamayan frekanslar uyarılıp aktive edilmiş olur. Pekiyi nasıl bir cihaz bu? Çok komplike değil, ancak hayli yaratıcı. Sadece bazı müziklerin filtre edilip kulaklıklarla kişilere dinletilmesini mümkün kılıyor. Nasıl bir müzik diyecekseniz geldik mi yine Mozart’a.
Cihaz, matematiksel mükemmelliğe sahip, müzik spektrumundaki tüm titreşimleri bir arada bulundurma özelliğine sahip biricik Mozart bestelerinden oluşuyor. Zaten dehânın kulakları çok hassasmış iyi bir müzisyen olmasının yanısıra. Kemanda bir notanın sekizde biri kadar akort düşüklüğünü farkedip çirkin ses ve gürültü karşısında baygınlık geçirebilecek kadar algısı açık kulaklarla doğmuş üstat.
Müziğin içinde Wolfgang Mozart bestelerinin yanısıra insanın kalp atışını taklit eden Gregoryen ilahîler ile hastanın tramvasının yoğunluğuna göre eklenebilen anne sesi de mevcut.
Kulak
Kulak bildiğimiz kadarıyla işitme ve denge merkezi. Pekiyi daha ötesi var mı?
On sene önceki tecrübemde, kulağımın bazı frekanslara kapalı olduğunu öğrenmiştim. “Bu frekanslara kapalı olmak teslimiyette zorluk yaşamak anlamına gelebiliyor muydu? Veyahut otoriteye güvensizlik? Nerde kırılmış olabilirdi güven, ilk otorite figüründe mi? Pekiyi işe yansımaları nelerdi?” Bunları söylediğinde karşımdaki Tomatis merkezi uzmanı, âdeta şaşkınlıktan küçük dilim tutuldu. Çünkü bütün söylemiş olduklarının yaşantımda bir iz düşümü vardı.
Neyse, neyin nasıl neden olduğunu belki asla bilemeyeceğiz, yalnız tam yirmi seans boyunca ormandaki çam ağaçlarını izleyip harika müziği dinlemek eşsiz bir deneyimdi benim için. Şunu gördüm, gerçeği ne kadar sınırlı bilebiliyoruz. Fiziksel olarak bile ne kadar sınırlı varlıklarız. Bazı frekansları duymadığımızda algımızda da karşılığı olmayabiliyor. Onun paralelinde düşünüp o çerçevede yanıt verebiliyoruz. Ne ilginç.
Eski zamanlarda Gracchus’ün bir flütçüsü varmış. Efendisi Roma meydanlarında nutuk verirken bu flütçü arkadan flütüyle onun sesini yükseltip alçaltarak düzenlermiş. Burada flütün gördüğü iş dinleyicilerin heyecanını artıran, düşüncelerini değiştiren bazı ses tonlarını aktive etmekten başka ne olabilir?
Dinlemek
Eee dinlemek var dinlemek var. Aktif dinlemek dâhil. Kaçınçı seviyede dinliyoruz? Sadece sözlerle bile dinleyebiliyor muyuz? Arka plandaki duyguları hissedebiliyor muyuz? Ya söylenmeyenler? Bir de işin içine frekanslar eklendi desenize.
Diller bile farklı frekanslar içeriyor. Mesela 1000 Hz. ile 2000 Hz. arasındaki frekansları duyan Fransız kulaklar, frenkansı 2000 Hz. ile 12000 Hz. arasında değişen İngilizceyi kavramakta zorlanıyorlarmış. Yüzyıllardır savaşmış, aşk-nefret ilişkisi yaşamış bu iki toplum. Belki sadece birbirlerini anlayamadıklarından. Şimdi gelin de sürekli atışan çiftlere hak vermeyin. Ne deyip ne duyuyorlar gerçekte acaba?
Ee ne diyelim, önce gerçekten bir dinleyelim.
Şeyda Bodur