Ölmeden önce, ölürcesine sevmek… Çok sevmek… Çok istemek… Raif Bey’in adeta sessiz çığlıklarını duyuyoruz satırlar arasında. Kulak vermek ister misiniz?
Raif Bey ile tanışmam ılık bir haziran günü akşam üstü saatlerine denk gelmişti. Yoğun geçen günün bana hediyesi olan o saatlerde, her zaman gittiğim kitapçıda bir taraftan çayımı yudumlarken diğer taraftan almak için seçtiğim kitapları karıştırıyordum. Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” sı da o kitaplardan biriydi; kitabı okumaya başladığımda daha ilk sayfalarda Raif Bey’in hikayesi beni etkisi altına almıştı.
Raif Bey dış görünüş itibariyle gayet temiz, düzenli,naif ve mesafeli bir görünüm sergiliyordu.Tepkisiz bir tutum sergilemesine rağmen gözlerinde anlayış ve şefkat vardı. Gerek iş ortamındaki gerekse aile hayatı içindeki tutum ve davranışları dış görünüş itibariyle onun dünyadan, hayattan saklanmak istermişçesine yaşadığı izlenimi veriyordu insana. Bu mesafeli duruşu, tepkisizliği hatta beceriksizlik hissi uyandıran etkisizliği onu yakından tanıma isteğimi daha da arttırdı. Günümüzde birbirimizi dış görünüşümüzle değerlendirip kısa süre içersinde kesin yargılara varıyoruz. Her insanın bir hikayesi olduğunu , bir iç dünyası olduğunu ve dış görünüşün bunu tam anlamıyla yansıtmadığını unutuyoruz. Raif Bey’in hikâyesinde de bu durum ön plana çıkıyor.
Raif Bey, dış görünüş itibariyle çok farklı bir tavır sergilerken, sürprizlerle dolu siyah kaplı defterini okumaya başladığımda, o güçlü ve sarsılmaz iradenin altında yatan güvensizlikleri, hayal kırıklıklarını ve umutsuzlukları gördüm.
Raif Bey de “mış gibi “ yaşayanlardan biriydi. Kendini hayattan saklamak istermiş gibi yaşamını sürdürürken aslında o da kendini ifade etmek , kendi gerçekliğini yaşamak istiyordu. Yazmaya başladığı ilk satırlarda “Her şeyi kafamda yalnız başıma saklayamayacağım. Söylemek, bir şeyler, birçok şeyler anlatmak istiyorum…” diyordu. Bunlar Raif Bey’in sessiz çığlıklarıydı aslında.
Bu sessiz çığlıklar çocukluğundan itibaren atılmaya başlanmıştı, herkesin zaman zaman maruz kaldığı gibi Raif Bey de anlaşılamamaktan muzdaripti. Ailesi onu anlamıyordu… Ona biçilen hayatı yaşatmak istiyorlardı. O da kendini ifade etme cesareti göstermeyip, okuduğu kitaplardaki kahramanlarda kendi gerçekliğini yaşıyordu. Çevresiyle sağlıklı bir iletişim içinde değildi. Hem kendinden uzaklaşmıştı hem de çevresinden. Hayattan kaçmaya o yaşlarda başlamıştı. Baba mesleğini geliştirmek amacıyla eğitim için Almanya’ ya gitmeyi kabul etti ancak bu onun için bir kaçış olmuştu. Dünyayı çok sıkıcı bulmaya başladığı bu dönemde yavaş yavaş kendini de tanımaya başladı. Almanya ‘da geçirdiği zamanlar ona ayna olmuştu. Çocukluğuna, ailesine, okuduklarına , yaptıklarına yani kendi özüne.
Kendiğini aradığı Almanya günlerinden birinde, bir resim sergisinde karşılaştığı eserdeki kadına aşık olmasıyla tüm gerçekliği ile yüzleşmeye başlıyor; korkularıyla, özgüven eksikliği ile, her şeyde kendini suçlama haliyle …. ve yalnızlığı ile. Raif Bey “Aşık olunca hayatının sebepsizliğini ve boşluğunu düşünmeden içi ezilmeden uykuya daldığını” söylüyordu. Aslında aşık olduğu kadında yani maria Puder’de kendini bulmaya başlıyordu.
Maria Puder babasını çok küçük yaşta kaybetmiş ve annesi ile birlikte hayata karşı mücadele eden bir insan. Olabildiğince gerçekçi, dürüst, eşitlikçi ve adalet anlayışı olan bir kadın. Olaylar aynı olmasa da her ikisinin de hikayelerinin çıkış noktası aynı gibi fakat hayata karşı takındıkları tavır farklıydı. Raif Bey ne kadar kendi gerçekliğini yaşamaktan kaçıyorsa Maria Puder kendini yaşamak konusunda o kadar cesaretli ve akıntıya kapılmadan gerçekliğini yaşamak istiyordu. Ortak noktaları ise inançlarını kaybetmiş olmaları… Maria Puder yakınlaşmak istiyor ancak erkeklere karşı inancını kaybetmiş ve ilişki de kendini olduğu gibi ifade etmekten korkuyordu. Raif Bey de hayata olan inancını kaybettiği için yaşamda ben varım diyemiyordu.
Bu aşk hikayesinde de bütün aşk hikayelerinde olduğu gibi iki insanın kendileriyle yüzleşme sürecine tanık oluyoruz. Raif Bey’in Maria Puder’de bulduğu aslında kendi hayatında ortaya koyamadığı cesaret ve kendine karşı dürüstlüktü. Maria Puder ile birlikte yaşamının sorumluluğu almaya başlayacaktı ancak olmadı.Raif Bey bu aşk hikayesinin kendi hayatındaki etkisini anlatırken şöyle diyordu “ (…)Asıl ben ,otuz beş seneye yaklaşan ömrümde, ancak üç dört ay kadar yaşamış, sonra, benimle alakası olmayan manasız bir hüviyetin derinliklerine gömülüp kalmıştım(…) Hayatımdan o kadın çıktıktan sonra, her şey hakikiliğini kaybetmiş; ben onunla beraber, belki daha evvel ölmüşüm.”
Raif Bey’ e göre hayat ancak bir kere oynanan bir kumar olduğu için Maria Puder’in hayatından çıkmasıyla o kumarı kaybettiğini düşünüp derin bir yalnızlığa gömülmüştü. Kendi ruhunun çığlıklarına kulağını kapatmayı seçmişti. Hayata karşı, onun hakkında beceriksizlik hissi uyandıran etkisizliğe bürünmüştü.
Raif Bey’in hikayesi insan olmaya dair hazin bir hikaye. Bu hikayeden kendimizden ve etrafımzdan çok şey bulabiliriz . İnsanın kendi gerçekliğinden kaçışının ve hayata karşı cesaretsizliğinin derslerle dolu zamansız ve mekansız bir örneği…
Kitap Adı: Kürk Mantolu Madonna
Yazar: Sabahattin Ali
Sayfa:160
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Kitaba ismini veren Andrea Del Sarto’nun Madonna Della Arpie adındaki tablosudur. Şu anda Fransa’da Uffizi Galeride imiş. Fransa gezilerinden önce hatırlayıp gidip görmeli.
Pınar Şenoğlu