İstanbul şehri, binlerce yıllık pek çok tarihi yapıya ev sahipliği yaparken, değerli bir tarihi mirasın da üstünde kuruludur. Bizans döneminde, tarihi yarımada olarak adlandırılan bölgede, tüm şehrin su ihtiyacını karşılamak amacıyla, yer altına su sarnıçları inşa edilmiştir. O günden günümüze kadar gelen pek çoğu gün yüzüne çıkıp koruma altına alındığı gibi, bir kısmı şehrin içinde unutulup üstüne demir kapılar örtülmüştür. Tarihi su sarnıçlarının içinde büyük ve görkemli olanlardan biri de Bizans döneminde saray bölgesi olarak anılan yere yapılan Yerebatan Sarnıcı’dır.
Yerebatan Sarnıcı, İmparator I. Justinianus döneminde yapılmıştır. 336 sütundan oluşan sarnıcın görüntüsü, o dönemdeki halka sonsuzluk hissi verdiğinden ‘Yerebatan’ olarak adlandırılmıştır. 100.000 ton su depolama kapasitesi olan bu sarnıç yüzlerce yıl Bizans İmparatorluğu’na hizmet etmiştir. Osmanlı döneminde, Müslümanlar akan suyu kullanmayı tercih ettiklerinden, burada depolanan su bir süre sadece Topkapı sarayı bahçelerini sulamakta kullanılmıştır. Sarnıçtaki bazı sütunlar tek parça mermerden yapılmışken, bir kısmı iki parçalı mermer sütunlardan oluşur. İçlerinde bir sütun hepsinden ayrı görüntüsüyle ‘Ağlayan Sütun ‘olarak adlandırılmaktadır. Tavus kuşu gözünü andıran gözyaşı kabartmalarının olduğu sütunun, sarnıcın inşası sırasında, kötü koşullarda çalıştırılan binlerce köleden iş başındayken ölen yüzlercesi adına yapıldığı rivayet edilmektedir.
Ayrıca iki sütun Medusa heykellerinin üstüne kurulmuştur. Yine bir rivayete göre, yan yatırılmış veya ters çevrilmiş Medusa heykelleri içinde bulundukları yapıları kötü ruhlara karşı korumaktadır. Yerebatan Sarnıcı’nın günümüze kadar gelmesinin Medusa ile bir ilgisi olmalı. Somut gerçeklikte günümüze kadar gelmiş Sarnıç, pek çok restorasyondan geçmiştir. Bu restorasyonların bir kısmı yapıyı koruyalım derken daha da zarar veren bir duruma getirmiş, yapı yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu durumdan ötürü 2020 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi yapı üstünde derin ve itinalı bir çalışma yürütmek için restorasyon işlemini devralmıştır. Temmuz 2022 de ziyaretçilere açılan Sarnıç daha il günden itibaren yerli ve yabancı ziyaretçilerin akınına uğramıştır.
Geçtiğimiz haftalarda benim de yıllar sonra yaptığım ikinci ziyarette ilk anda gururla doldum. Seneler önce gittiğim sarnıç sanki yeniden yapılmış gibi kucak açtı bize. Işıklandırmasından, yürüme platformlarına içeride sergilenen eserlere kadar içinden saatlerce çıkmak istemeyeceğim bir büyünün içinde buldum kendimi. Gittiği günün yoğun kalabalığı dahi aramızdaki o güzel büyüyü bozamadı. Tek kelimeyle, ülkemize ve İstanbul’a yakışan bir yüz akı olmuş müze. İlk gözüme çarpan, betondan yürüme platformlarının yerine, suyun üstünde yürüdüğümüzü her santiminde hissettiren platformlar yer alıyor. Sarnıç içinde attığımız her adımda farklı bir sanat eseri bizi selamlıyor. Çoğunlukla heykeltıraş Ozan Ünal’ın eserlerinin yer aldığı sarnıçta beraberinde, Muzaffer Tuncer, Berkay Buğdan, Aslı İrhan, Jennifer Steinkamp, Malik Bulut, Ali Abayoğlu ve daha nice sanatçısının eserleri ‘Daha Derine’ adlı altında bizleri içinde bulunduğumuz dünyanın büyüsüne daha da çekti. Işıklandırmanın da tüm ortama vermiş olduğu etki oldukça büyük. Haftanın belli günlerinde müzik, dans ve farklı performans gösterileri yapılmaktadır. Sarnıç, belli ki çok kısa sürede adını dünyaya, tarih ve sanatın güzel buluşması ile söz ettirecek.
Bir kaç önemli detay; Sarnıçtaki ışık geçişleri oldukça güzel. Bununla beraber karanlık anların süresi uzun kalıyor. Kısaltılabilir. Sarnıca 52 basamak ile iniliyor. Bedensel engellilerin de ulaşabileceği bir düzenek oluşturulması çok yerinde olur. Son olarak çeşitli sanatçıların eserlerinin de yer aldığı sarnıçla ilgili güzel bir tanıtım kitabı derlenip müzenin satış noktasında ziyaretçilere sunulabilir. Ve son olarak gitmeden önce on-line biletinizi almayı unutmayın, yoksa yoğun talepten tüm günü gişe sırasında geçirebilirsiniz.
Didem Yeşim Pektok