Konuşan Hikayeler: Deniz Kızı

DENİZİN KIZI                                     

Bölüm 1

Güneşle bulutun saklambaç oynadığı bir İstanbul sabahı Anadolu yakasından Avrupa’ya geçmeye çalışmak… Sanırım bu şehirde yaşayan sürücülerin en büyük kâbusu ama ben Senay ile yapacağım görüşmenin hevesiyle bir deli cesareti yola çıktım. Telefonda bana yolu tarif ederken o kadar kendinden emin ve sakin bir ses tonuyla beni Haliç’e gitmeye telkin etti ki hayır demem imkansızdı. Çoğunuz onu ilk defa bu yazıyla tanıyacak belki ama bu ülkede böyle gençlerin var olması ve hikayelerine bir nebze de olsa ortak olmak ayrı bir keyif veriyor insana. Senay Yılmaz; (ki adını röportaj esnasında en az elli kere yanlış telaffuz etsem de o beni hep gülümseyerek karşıladı) ülkemizin yetiştirdiği çok özel, azimli ve güçlü yüreklerden. Bunu özellikle yazdım çünkü hikayesini okuyunca sizde bu azmin, inadın, çabanın hatta vazgeçmemenin ne demek olduğunu anlayacaksınız.

Arabamı Haliç’in kıyısında konuşlanmış Balat Hastanesinin açık otoparkına park ettim. Niyetim Senay’ın spor kulübüne oradan yürüyerek devam etmekti. Hem Boğaz havası fena gelmez diye düşünürken otopark görevlisinin yanında ince uzun çıtı pıtı bir kız bana el sallayarak arabayı park etmem için çabalıyordu. Ben sabah mahmurluğumun mayışıklığı ile nereden kahve bulsam da tesislere yürüyerek gitsem derken Senay beni taa otoparktan almaya gelmişti. Günaydın, derken halimi anlamış olacak ki kahveyi kulüpte içeriz hem orada bekleyeceğime burada bekleyeyim diye düşündüm, dedi. Böylece Senay’la ilk tanışmam otoparkta oldu. Bu narin görüntüsünün altında tez canlı biri vardı. Kulübüne vardığımızda kapı görevlisinden sporcusuna kadar herkese selam vererek röportajı yapacağımız alana doğru beni götürdü. Ben de itiraf edeyim bir Haliç’in manzarasına bir Senay’a bakarak ilerliyordum. Hiç tanımadığım bu gencecik yürek saçları denizin kenarında teknelerin arasında yürürken denizkızını anımsattı. İşte o an yazımın başlığına karar verdim. “Denizin kızı.”

Haliç’in serin sularının kıyısında kurulmuş bir Deniz Su Sporları Kulübü’nde denize nazır teknelerin koynunda şık bir odada Senay ile karşılıklı kahvelerimizi yudumlarken koyu bir sohbete dalmıştık bile… Hadi gelin şimdi o sohbetimizden notları sizinle paylaşayım.

Senay’cığım öncelikle beni burada ağırladığın için çok sağ ol ama seni daha iyi tanımak adına biraz sıkıştırıp soru sormak isterim. (Senay burada gülen gözleriyle hazırım der gibi gülümseyerek bana yeşil ışığı yakıyor) Öncelikle bize biraz kendinden bahseder misin?

Tabii ki, ben Senay Yılmaz. Eğitmen akademisyen ve müzisyen bir ailenin ikinci kızlarıyım. Hayatın arayışı içinde koştururken küçüklüğümden beri dostum olan müzik ve pandemiden sonra benim hayata bakış açımı dengeleyen deniz küreği ile yola devam eden 26 yaşında yurt içi yurt dışı konserlerinde babamın yanında piyanomun başında duruyorum. Sonra da denizin üstünde Türkiye’de pek bilinmeyen ama adrenalin yüklü dalgalarla boğuşan bir sporcuyum.

Kendimi bildim bileli hep eğitim aldım. Sanırım öğrendikçe motive olan bir yapım var. Küçüklüğümden beri hem spor hem müzik hayatımda oldu. Keman, piyano, vurmalı sazlar ve jimnastik derken Terakki Lisesi sonra Bilgi üniversitesi ve aynı zamanda İstanbul üniversitesi yarı zamanlı konservatuarı bitirdim. Hala da öğrenmeye devam ediyorum. Üniversitede aldığım bir ders sonucu müzik prodüksiyonluğuna soyundum. Bölümüm dışı ders alıp çağrılan tek stajyer oldum. Böylece reklam ve film müziği yapmaya başladım. Hatta çok sevdiğim Cem Yılmaz’ın KK filminde çalıştım. Gülse Birsel’in dijital platformda yer alan filminde ekiple beraber mesaim çoktur. Unutmadan Miam’da; İstanbul Teknik Üniversitesi ileri müzik araştırmaları merkezine kabul edildim. İki yıl oldu. Şu an da güzel  bir tez hazırlıyorum. Yani hala bu alanda çalışıyorum. 

(Senay tüm bu yaptıklarını anlatırken ben şaşkınlıkla onu dinliyordum. Yani açıkçası kim bu kadar ciddi iş ve başarılarının içinde bir de delirip kürek çeker ki!!!  Tabii bu düşüncemi sesli dile getirince Senay kocaman bir kahkaha patlattı. Şaşkınlığıma renk katacak bilgilerine devam ediyordu ki dayanamayıp sorumu sordum.) 

Bir dakika, bir dakika… Ben başarılı bir sporcuyla konuşmaya gelmiştim. O kadar çok işi bir arada nasıl tutuyorsun? Yani babanın piyanisti olmak, bir yandan müzik, dijital platforma müzik yapmak, tez hazırlamak, okumak… Ben dinlerken karıştım, 24 saat yetiyor mu sana? Ayrıca tüm bu nota denizinin içinde deniz küreği de nereden çıktı?

Galiba beni zorlayacak bir şeyler arıyordum. Müzik zaten küçüklüğümden beri hayatımdaydı. Yani bir uzvum gibi diyebilirim. Fakat beni kendimle yüzleştirecek bir şeyleri aradım hep. Dolayısı ile bir arayışa girdim. Zaten uzun yıllar ritmik jimnastik yaptığımı söylemiştim. Üniversite yıllarımda beni ne tatmin eder diye düşünüp yelken yapmaya başladım. 

Hatta o sırada kürekçileri gördükçe ne yapıyor bunlar sabahın köründe bağıra çağıra, derken biraz geç de olsa küreği keşfettim. Sürekli bir şey arıyordum. Hayatla yarışım sporla oldu. Jimnastik, kışları vazgeçilmezim kayak, yelken, koşu derken sonunda beni temsil eden, beni tatmin eden sporu buldum. Geç olmasından dolayı biraz hayıflandığım zamanlar oluyor fakat çoğu zaman da böyle olmasının yarattığı başka motivasyon ve bilişsel avantajların olduğunu düşünüyorum. Vakit kaybetmeden eğitimime başladım. Kendi kendime suya çıkmaya başladım. İşte o sıralarda hocam beni keşfetti. Üzerimdeki hakkı paha biçilemez. Antrenörüm Serkan Alcan Hocam’ın beni takıma çağırması ile deniz küreğine tam anlamıyla başlamış oldum. Zamana gelince insan bir şey yapmak isterse zaman yaratır bence…

Yani şu an hayretler içinde dinliyorum seni. Tebrik ederim ne diyeyim bu kadar işi bir arada götürmek yürek ister bence. Tamam o zaman merak ettim, nedir şu deniz küreği? Biz zaten ülkece küreği anlamamışken bir de deniz küreği çıktı şimdi. Ayrıca senin için ne demek?

(Senay’ın gülüşünden benim şaşkın bakışım ve sorularımdan çok keyif aldığı belliydi) 

Deniz küreğini olimpik kürekten ayıran en önemli özellik bence dalgalar ve hava şartları… Yani düşünsenize hem rakibinizle mücadele ediyorsunuz hem de denizin hırçın dalgalarına ve rüzgârın her türlü haline karşı geliyorsunuz. Adrenalin son safhada. Ayrıca tekneler farklı tabii. Deniz küreğinin teknelerinin küpeşteleri daha geniş, daha ağır ve hantal tekneler ve çektiğiniz küreğin eforu diğerine göre daha fazla. Olimpik küreği de denedim ama işin içinde karadan itibaren o dalgalar olmayınca pek anlaşamadık sanırım. Yani benim için kürek; tutku, disiplin dikkatimi toparlayan, stresi yönetmeme yardım eden tuhaf bir aşk hikayesi.

Onu anladım zaten, öyle olmasa bunca koşturmanın içinde yer almazdı değil mi? Anladım ki hırslısın, çünkü bildiğim kadarı ile bu sporun öncülerindensin.  Peki şimdi dürüstçe bir cevap istiyorum. Hiç benim ne işim var burada dediğin oldu mu?

Bir kere yapabileceğimi öngördüğüm her şeyin sonuna kadar giderim ve dürüstçe cevaplamam gerekirse mobbing yediğim, kendimi sorguladığım zamanlar da oldu ama asla vazgeçmedim ki tam tersine bu beni Türkiye’de edindiğim madalyalara itti. Kendimle savaştım resmen ama kazanan yine ben oldum. 

(Hikayesini araştırmıştım elbet ama yaşadığı zorluğu ve uluslararası katıldığı tuhaf yarışı kendisinin ağzından dinlemek ve size aktarmak için biraz deşerek sordum.)

Bak şimdi meraklandım. Ne oldu da hem kulüp değiştirdin hem Galler’e gittin hem milli takım yokken sen milli olup yarışa girdin? (Kısa bir sessizliğin ardından Senay boğazını temizledi ve gözlerinde biraz gurur biraz buğuyla anlatmaya başladı.)

Yaşadıklarım biraz tuhaftı ama düşünüyorum da yaşamasam bugünkü Senay olmazdı. Aslında hemen kaynaşıp canım cicim olan biri değilimdir, genellikle ağırlığımı korumayı tercih ederim. İlk kulübümde bana takıma gel dendiğinde biraz tereddüt etsem de (çünkü bu bir takım sporu ve yaşım olması gerekenden daha geç) Serkan Hocam’a “ben gidebileceğim en yüksek noktaya varmak kendimi denemek istiyorum” diyerek onun çağrısını heyecanla kabul ettim. Bu arada Serkan Hoca benim daha önce başka bir kulüpte önceden kürek çekip bıraktığımı, o zamanda ise keyfen geldiğimi düşünmüştü, yani bunu ondan duymak ayrıca güzeldi çünkü küreğe olan yeteneğimi daha ilk günden dile getirmişti. Takım olmaK denince jimnastikteki son zamanlarımı düşünüp biraz çekindim ama şu sporun heyecanı yok mu insanı girdaba çeker gibi çekiyor içine. Neyse takıma girmeyi kabul ettim ve antrenmanlara başladım. Fakat eski kulübümde altyapı sorunları vardı. Teknik çok ayrıntıya girmeyeceğim ama biz sporcuları çok zorlayan şeylerdi. Zaman içinde en geç başlayan sporcu olarak benim hamlaya oturmam bile kulüpteki bazı kişileri anlam veremediğim bir şekilde rahatsız etmeye başladı. Buna benzer birçok garip sorunla karşılaştım, nitekim takımın tamamı da… Zamanla bu iyice ayyuka çıkmaya başlayınca antrenörüm ve bazı arkadaşlarım kulüp değiştirdik. Tabİi bu süreçte sancılı oldu. Sanırım bardağı taşıran son damla Galler’deki yarışlar esnasındaydı. Döndükten sonra o kulüpten ayrıldım. Tabiİ hocamda… Şimdiki Haliç Yelken ve Kürek Kulübü’mden ise çok memnunun. Her türlü imkânım var ve alttan gelen 23 sporcu yetiştiriyorlar. Kulübüme bana gösterdikleri saygı, sevgi ve sonsuz desteği için buradan tekrar teşekkür ediyorum.

Tamam okuyucular için şu Galler yarışlarını açalım. Biraz dedikoduya ne dersin?

Senay o kadar nahifti ki sanırım birini kırarım korkusuyla ben dedikodu deyince biraz ürktü öyle ki sorduğum sorunun neleri deştiğini az çok bilsem de ona kendini toparlaması için vakit vermeye karar verdim. Ortamın sessizliğini kayıt makinemin stop tuşuna basarak bozdum. Senay bana ne yapıyoruz der gibi bakarken ona gülümsedim ve rahat ol ne istersen onu anlatabilirsin sen ne zaman hazır olursan ben o zaman başlarım, dedim. Rahatladı. En azından ona bu zorlu süreci anlatmaya hazır olması için zaman vermek gerekliydi. Ben de kahvemi yudumlayarak onu beklemeye başladım… Sonrasında rahatlayınca gülümsedi ve başıyla hadi başlayalım der gibi yaparken göz göze bakıştık. Ben başlat tuşuna tekrar basarken o tüm samimiyeti ile anlatmaya başladı.

Devamı gelecek…

Burcu Ertürk

Önceki İçerikOkurun Gözünden: Tutuşamayanlar
Sonraki İçerikTarih Obası’nda Şamanizm / 2.Bölüm
Burcu Ertürk
1980 yılında İstanbul’da doğan Burcu Ertürk, Uludağ Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi mezunudur. Londra’da iki yıllık eğitim aldıktan sonra özel bir firmada bütçe ve finans konsadilasyon dairesinde uzman yardımcısı olarak çalıştı. Yıllar boyunca hobi olarak araştırma ve deneme yazıları yazan Ertürk aynı zamanda toplumsal dayanışma derneklerinde gönüllü yardımlaşmada bulundu. Bu süre zarfında şahit olduğu ve dokunabildiği hayatların seslerine daha fazla kayıtsız kalamayıp 2017-18 yıllarında radikal bir karar vererek kadın ve toplumsal şiddet olaylarını inceleyerek topladığı gerçek hayat hikayelerinden yola çıkan romanlar yazmaya başladı. Şu an için dört romanı bulunan Burcu Ertürk, insanların hayatlarına daha yakından dokunabilmek ve seslerini duyurabilmek adına özellikle kadın meselelerini konu alan ilk romanı Yade’yi 2020 de yayımladı. Yakında ikinci romanı yayımlamak üzere çalışmalarına devam etmektedir. İdeali gerçek hikayeleri kaleme alarak okurlara ulaştırabilmek olan Burcu Ertürk hala İstanbul’da yaşamaktadır. “Çok istedim kalemi kırmayı ama o inatla yazdı.”