Çoğumuzun içine bela olan bir duygu var, değersizlik…Bunun kök nedenini uzmanlarımız çok güzel açıklıyor. Hikayesi, annemizin rahmine düştüğümüz andan itibaren ama özellikle 0-6 yaş dönemimizden okunabilir. Konuyla ilgili beğendiğim bir söz, çok kıymetli Doğan Cüceloğlu’dan gelsin:
“Çocukluğunda anne ve babalarının gözünde değer bulamayanlar, ömür boyu değerini başkalarının gözlerinde ve sözlerinde ararlar. Lütfen o anne ve babalardan biri olmayın.”
Bir cümlemiz daha var, “Değersizlik içimizde” …
Evet, bizde bir kökü vardır lakin bu bazı kişilerin bize zaman zaman kötü davranıyor olma gerçeğini yok eder mi?
Kendimize bakış açımız çok mühim. “Çevremize ona göre bir duygu geçiyor, tabiri caizse “sinyal” gidiyor, o bir zaman ve bir yerlerden çok aşina olduğumuz duyguları verecek insanları çekiyoruz.” der konunun uzmanları. Bununla beraber, diğerlerine davranış şeklimiz de o bakış açısının eseri ve bazıları kendi içindekiyle mücadele etmek yerine etrafına değersizlik pompalıyor. İnsanın içinden şu cümle geçiyor onlara karşı:
“E senin de içinde işte o bana gönderdiğin duygu. Bunu halletme yöntemlerimiz farklı, hepsi bu.”
“Ben ne yaptım ki, sen yanlış anladın, değersizlik insanın içinde” deyip sıyrılıyor bazıları. Sıfır yüzleşme, sorumluluk alma. Kendi payına bakmayan ne çok insan var. Hep diğeri kusurlu, çünkü o yüzleşmeler cesaret işi. Herkes başkasına her şeyi çok kolay söylüyor, yapıyor ama ya sıra kendine geldiğinde? Söz kendimize gelmişken, bakılmasında fayda olan, bizi dirayetli kılacak başka bir penceremiz daha var. Onu da yine çok değerli Psikiyatrist Engin Geçtan, benim de farklı zamanlarda üç sefer okuyup, çok faydalandığım “İnsan Olmak” kitabında şöyle yazmış:
“Bir insan ancak kendi içinde devrikse başkaları tarafından devrilebilir.”
Değersizlik, yetersizlik, suçluluk, duygusal ve fiziksel terk, utanç, dışlanmışlık… Bunlar herkesi derinden yaralayan ve yoran duygular hepimiz için. Çok fazla insanda da mevcut. Bunları birçok yolla hissettiriyoruz kendimize ve birbirimize. Bize asla öyle gelmese de (!) hem de… Bir selamı esirgemek, bir randevuya geç kalmak – unutmak, arama, mesajlara kasti geri dönmemek gibi çok basit davranışlar sadece birkaç örnek olabilir buna.
Hangimiz çocuklukta ihtiyaçlarımızın yeteri kadarını alabildik aileden, toplumdan? Kimin duygusal deposu yeterince dolu ki? Bazılarımız bunları keşfedip hallediyor, bazılarımız bir sebepten görmek istemiyor, kaçıyor, maskeliyor, hatta başkalarını yaralıyor. Oysa başka türlüsü de mümkün. Keşfedip kendiyle uğraşanlar etraflarına olumsuzluk, değersizlik saçarak başkalarını da zehirlemiyor. Diğerleri bunu yaparak yalnızlaşıyor. Sonra sınır, mesafe koyan, değişen ya da gidenler kabahatli oluyor.
Herkesin dilinde iyilik, güzellik temennisi. Herkes saygısızlıktan, sevgisizlikten, anlayışsızlıktan, değersizlikten, yalnızlıktan, basitliklerden, kötülüklerden şikayetçi. Her şeye bahanemiz var mis gibi. Hep kurbanız, mağduruz.
Peki o zaman bu kadar değersizliği, özensizliği, zorbalığı yapan kim?
Kim o?
Gaye Elmas Ünver