İnce bacaklarını birbirine sürterek uzun uzun yardım çağrısında bulundu fakat duyan yoktu. İki gündür, var gücüyle ses çıkarıp yardım beklemekten başka bir şey gelmiyordu elinden. Bitkindi, korkmuştu ve en kötüsü kaybolmuştu. Tüm vücudu alarm halindeydi. Perişan haldeki çekirge, okyanusun orta yerinde, küçük bir ağaç kabuğu parçasında mahsur kalmış, bilinmezliğin içinde savrulup sürükleniyordu.
Mıh gibi çakıldığı ağaç kabuğunda neredeyse kıpırdamaya yer yoktu. Son kalan gücüyle uçmayı denemeyi istiyor fakat antenleri menzili içinde konacak bir zemin olmadığını söylediğinden hareket edemiyordu. Meyve taşıyan bir gemiyle birlikte yuvasından kopmuş, gemide de öldürülmeye çalışılınca, iyot kokusundan başka bir şey almadığı bu ölümcül maviliğin üzerinde gücü tükenene kadar uçmuştu. En sonunda güçsüz düşüp suya çakılacağı zamanlarda bu küçük ağaç parçasına rastlamıştı. Fakat kısa süre sonra bunun da aslında bir kurtuluş olmadığını sezmiş, amaçsızca savrulduğu tahta parçasının üzerinde, bu ıslak cehennemde kalakalmıştı. Buraya nasıl geldiğini, ne yapacağını bilmiyor, yabancısı olarak itildiği bu yeni dünyanın en zayıf halkası olarak öylece boşlukta sürükleniyordu. Ses çıkarmayı bıraktı. Bu onu çok yoruyor, son kalan enerjisini de tüketiyordu. Yardımına gelecek ya da ona cevap verecek bir başka çekirge olmadığını anlamıştı. Burada tamamen yalnızdı.
Ön ayaklarıyla aldığı deniz suyunu ağır ağır antenlerine, sırtına, arka ayaklarına sürdü. Suyu içemiyordu ancak güneşin kavurduğu bedenini böylelikle serinletip vücut sıcaklığını dengeliyordu. Bildiği, alıştığı ve ait olduğu yaşam alanından kopunca; orada yaşama karşı olan meziyetleri ve ustalığı, burada yerini tam tersi bir beceriksizliğe bırakmış, onu adeta dünya hakkında hiçbir şey bilmeyen bir canlı haline getirmişti.
Güneş çekilip gökler karardığında yine ağır ağır, bir matem gibi ötmeye başladı çekirge. Ucu bucağı olmayan bir karanlıkta kaybolmuştu ve etrafındaki hiçbir şey onu umursamıyor, görmezden geliyordu. Gökteki parıltılı yıldızlar siyah okyanusun üzerine titrek birer ışık huzmesi olarak düşüp dans etmeye başladığında, merakla onlara baktı çekirge. Bu dans eden titrek ışıklar, ona akrabası ateşböceğini hatırlatmıştı. Bu saatlerde ortaya çıkar; ağaç dallarında şarkılar söyleyen çekirgelerin arasında minik yıldızlar gibi uçuşur, eş ararlardı.Suyun üzerine serpilmiş, ağır ağır hareket eden bu ışık tarlası, bir anlığına bu yüzden evde olduğunu sanmasına sebep olmuştu çekirgenin. Fakat kafası karışsa da, bu ıslak, tuzlu cehennemden kaçışı olmadığını anlamıştı. Onlar ateşböceği değil, aptal birer ışıktılar. Besinsiz kalan vücudu iyiden iyiye tükenmeye başlamıştı. İlk kez hissetmeye başladığı bu acılı, garip duygu ölümdü. Yaklaşan ölümün bedenine hissettirdiği bu zayıflık, daha önce hissettiği hiçbir şeye benzemiyordu.Sessiz bir uykuya daldı. Artık diğer çekirgelerin anlayacağı o imdat çağrısını çıkarmıyordu.
Sarsıntıyla uyandı çekirge. Koyu lacivert deniz, minik çekirgeyi yutmak ister gibi hareketlenmişti. Suyu iyice çeken ağaç kabuğu şişmiş, çatlamış, bir kayık olma görevinin son anlarına gelmek üzereydi. Antenlerini dikti, etrafta konabileceği başka bir zemin olup olmadığını tekrar sezmeye çalıştı çekirge, fakat bir umut görünmüyordu. Hava bozuyor, tek tük düşmeye başlayan yağmur damlaları suda hoş halkalar oluşturuyordu. Ağaç kabuğu artık neredeyse parçalanıp batacakken, tüm gücünü toplayıp, bir ok gibi fırladı minik çekirge. Sırtına gizlediği kanatlarını, içindeki son yaşama güdüsüyle, bilinmeze doğru açtı.
Uçtu, uçtu… Yağmur damlalarıyla çarpışarak, rüzgârla sarsılarak uçtu. Daha ne kadar süre böyle devam edebilirdi bilmiyordu. Gitgide irtifa kaybediyor, altındaki ölüm suyuna biraz daha yaklaşıyordu. Uzun bir süre, tüm gücü ve hızıyla uçtuktan sonra artık bir şey hissetmemeye, etrafını görememeye başladı. Vücudu daha fazla gitmesine izin vermeyecek kadar tükenmişti. Alçalmaya başladı, ayakları neredeyse suya değecekti. Ve fakat ayaklarını suya değil, zemine bastığını fark ettiğinde, birden toparlandı. Neler olduğunu anlayamamıştı. Büyük bir et parçasına basıyordu.
Yolunu kaybetmiş, yanlış bir akıntıyla sığ sulara gelmiş bir balinanın sırtındaydı çekirge. Artık geri dönmesinin imkânı olmayan ve neredeyse karaya oturacak olan balina, gitmesi gereken istikametin tam tersine; açık deniz yerine okyanusun ortasındaki bir adanın kıyısına yüzüyordu hızla, sırtındaki çekirgeyle. Bir süre yüzdükten sonra gürültüyle kumların üzerine sürüklendi balina. Son nefesini homurtuyla vermeye hazırlanırken, endişeli gözleriyle yabancısı olduğu toprak parçasını süzdü. Çekirge, balinanın sırtından kumsala atladı. Yeniden doğmuş gibiydi. Ağaçları, toprağı, ötüşen diğer çekirgeleri hissedebiliyordu. Ağaçlara doğru sevinçle yürüdü.
Cem Alan