Sahi neden kara olan bu düşkünlüğüm?
Kar uzunca bir süre benim için sadece ders kitaplarında gördüğüm, lapa lapa yağan, bizi yokluğuyla ekstra tatilden mahrum edip diğer illere göre avantaj puanımızı düşüren, Torosların tepesinde bere haşmetiyle duran, hayranı olduğum bir beyaz yumaktı.
Ben ki Hatay’ı saymazsak Türkiye’nin en güney ucunda (Anamur) doğmuş, Çukurova ve Akdeniz çocuğu olarak yetişmiş, Hisar sırtlarında ilk karı gördüğümde 18 yaşımı doldurmuştum. Neydi beni kara çeken? Saflık, masumiyet, telaşsızlık, dinginlik, az biraz yavaşlamak, sayesinde oyun oynama lüksünün biz yetişkinlere tekrardan sunulması, utanmadan yerlerde yuvarlanmak, mikropların kırılarak yeniden arınmamızın sağlanması, kardan adam yaparak eğlenmek? Ne?
AURORA
Küçüklüğümden beri karı sevdim. Oysa kaymam etmem, nedendir bilmem. İllâ bir sebep bulmak lazım değil ya, şarkıda söylediği gibi “Sevgi anla(ş)mak değildir/ Nedensiz de sevilir…”
En büyük hayalim bile karlı havalara dair, Lapland’a gidip Aurora’yı yani kuzey ışıklarını görmek. Öyle sadece kuzeye çıkmakla olmuyor, herkese kendini göstermiyormuş meğer, beyaz gelinliği içinde âdeta nazlı bir gelin gibi. Her babayiğidin harcı değil, bildiğiniz nasip işi. Norveçli bir arkadaşım görüşmemizde heyecanla bağıra çağıra anlatıyor: “Canımız sıkılmıştı, arabayla şöyle bir dolaşalım dedik, bir de ne görelim? Kuzey ışıkları tepemizde…” Nasıl mutlu, bir de yıllar evvel çocukken şahit olmuşmuş bu mucizeye. Gel de imrenme.
GERDA VE KAY
Üstelik en sevdiğim masal bir kış, hatta kar masalı. Andersen büyük adam, çok güzel masallara imza atmış. En sevdiğim bir kuzey masalı olan “Gerda ve Kay”ı bilmem kaç kez okudum.
Yıllar sonra “Karlar Kraliçesi” diye film versiyonları çekildi, bilirsiniz masalı yine de özetleyeyim. Hem en iyi arkadaş, hem birbirlerine aşıktırlar Gerda ve Kay. Ta ki Kay, Karlar Kraliçesi’ne yenik düşene kadar. Karlar Kraliçesi’nin peşine takılıp kuzeye giderken kraliçe buzdan okunu Kay’ın yüreğine saplamıştır bile. Kay ifadesiz, coşkusuz, Gerda’sızdır artık…
Gerdacık bunu bilmez. Olanlara anlam veremez. Kay’ına ulaşabilmek için bir sürü macera atlatır, Kay’ına kavuştuğunda, Kay buz gibidir (her iki anlamda da). Bu buzu sadece gerçek bir aşk, kalpten gelen sıcacık gözyaşları eritecektir. Kızaklara binen, geyiklerle söyleşen, kuşlara sevdiğinin yolunu soran, Lapon kadınlara konuk olup kısa bir müddet olsa da ısınan Gerda elbette bendim. Peki Kay’ım kimdi? Nerelerdeydi? Hangi yad ellerdeydi?
YENİ YIL
Yeni yıla kuzey ışıkları ile olmasa dahi karlar içinde girdim. Memleketimin nerdeyse en doğusuna uçtum; kazıyla meşhur Kars iline…
Kars anlatılmaz, yaşanır. Şehre karın dinginliği çökmüş, bir film dekoru tadında. Görüntü yönetmeni olup film çekesim geldi. Tek katlı, eskiden kalma Rus binalarına el sürülemiyormuş, iyi ki de. Yoksa güzelim binalar çoktan rant ekonomisine teslim olmuştu bile. Benim filmimde ne anlatırsam anlatayım, değil mi ki ümittir insanı yaşatan, geri planda muhakkak umudun hafifliği olurdu; önünde sonunda iyiler kazanır, sevenler kavuşurdu. Bundan eminim.
Siz hiç hakiki bal yediniz mi? Öyle tatlı falan değil, bayağı keskin bir tadı, boğazı yakan bir esansı var. Ekmeğe sürerek değil, şifa niyetine kaşık gibi yersiniz. “Allah’ın bu yediğim balsa, önceki yediklerim ne?” diye insanın sorası geliyor. Tatlı bir isyan havasında. Lokman Hekim’e göre katkısız, doğal bal çok kıymetli bir ilaç ve kuvvet macunu. Eskilerin dediği doğruymuş: Kışı iyi atlatmak için ya turp tarlasından koşarak geçeceksin veya bir kaşık gerçek baldan yiyeceksin.
ÇILDIR
Çıldır Gölü’ne çıldırdım. Doğanın kendisi başlı başına bir mucize… Gölün ortasına kadar yürüyüp, sırt üstü uzanıp gökyüzünü izlemek…
Doğa sessiz bir büyücü sanki. Kulağıma nadir de olsa gelen sesler seçili; uzaktan gelen kızakların çanları ve bıdı bıdı eden zihnimin kaygıları… “Göl çatlasa, içine düşsem kurtarır mı acep birileri, yoksa gölün sarı balıkları mı eşlik eder bana?”
Buz tutmuş gölde yürürken, aklıma çok eskilerden bir hikâye geliyor, vaktiyle Hristiyan misyonerler kayıkla komşu köyleri ziyarete giderler. Köylerden birinde üç saf insanla karşılaşırlar, “Bundan sonra sırasıyla şu duaları okuyacaksınız, şunları yapacaksınız” derler.
Kayıkla dönmek üzere tam göle açılırlar, daha çok yol almamışlardır ki duyarlar arkalarından birileri seslenmekte: “Bu ilahîden sonra ne okuyacaktık? Kafamız karıştı.”
Misyonerler şaşkınlık içinde, bakarlar üç saf, gölün üzerinde yürüyerek son sürat onlara doğru seğirtmekte. Rahiplerden biri kendini toparlar: “Siz, bize bakmayın” diye mırıldanır. “Bildiğiniz gibi yapın…”
Bu yıl masumların yılı olsun, buz tutmuş yürecikler ısınsın, yolumuz sevgiden geçsin…
Şeyda Bodur