Kansere Neden Olan Beslenme ve Yaşam Tarzı, Nasıl Korunuruz?

Siz de fark etmişsinizdir, kanser artık sadece haberlerde okuduğumuz ve uzakta yaşanan bir hastalık olmaktan çıktı. Yanı başımızda ve hatta etrafımızda dolaşan, sevdiklerimizi, tanıdıklarımızın vücudunu saran grip kadar yakın bir hastalık haline geldi. Fakat gribi savar gibi kolaylıkla savabileceğimiz bir hastalık da değil kanser. Güçlü bir psikolojiye ve bünyeye sahip olmak gerekiyor hastalıktan kurtulabilmek için.

Hayatımızın her anında sinsice dolaşan kanseri tanımak ve onunla savaşacak yöntemleri bilmek çok önemli. Son dönemlerde bir şehir efsanesi gibi dolaşan gıda terörü, market ürünlerine adeta insan sağlığını olumsuz etkilenmesi için uygulanan yöntemler, “daha da dikkatli olmalısın” mesajı veren bir yaşam levhası gibi gözümüzün önüne asılıyor.

Bu konuyla ilgili yıllardır çalışma yapan ve beslenme konusunda özellikle GDO’lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) ürünleri kokusundan tanıyan ve bu konuda bir dedektif gibi çalışan Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Yardımcı Doçent Dr. Yavuz Dizdar ile kanser yayan ürünleri,  kanserden korunabilme yöntemlerini, alışveriş yaparken dikkat etmemiz gereken ilkeleri konuştuk.

Kanser ve Beslenme-1

Türkiye’de kanser vakaları arttığı gibi, kanser çeşitleri de artıyor. Yavuz Dizdar aynı zamanda, sağlıklı ürün bulabilmek için nasıl bir yoldan gitmemiz gerektiğini de anlattı bizlere. Tüm anlatılanlar doğrultusunda siz değerli okuyucularımıza küçük bir tavsiyemiz var;  renkli not kâğıtlarına öğrendiğiniz bu bilgileri yazıp, her gün görebileceğiniz yerlere bir pankart gibi yapıştırmanız. Yavuz Dizdar’ın anlattıklarına bakılırsa; kansere karşı önce bilgiyle uyanık olmamız gerekiyor.

“Önce zihniyet ve algı değişikliğiyle başlamamız gerekiyor!”

Doğal tereyağı, yumurta bulabilmek neredeyse imkânsız bir hale geldi. Sizin verdiğiniz bilgilerden de yola çıkacak olursak, organik ürünle beslenen tavuğun hayalini bile kuramıyoruz. Bu proteini de almamız gerekiyor. Ne yapacağız? Bireysel olarak nereden başlayacağımızı ve ne yapacağımızı bilemiyoruz. Organik tohuma kadar uzayan bir gıda terörü var. Bu teröre karşı bireysel olarak duruşumuz ne olmalı?

Doğal yumurta bulmak ciddi bir sorun oluştursa da, doğal tereyağı bulmak o kadar da zor görünmüyor. Önce zihniyet ve algı değişikliğiyle başlamamız gerekiyor;  “artık yapacak bir şey yok” kabullenmesinden kurtulmak zorunlu. Zira çevremdeki pek çok kişi bu ürünleri bulabiliyorsa sizin de bulma şansınız elbette çok yüksek. Dahası aldığımız ürünün ne olduğunu saptayabilecek duyu organları ve akla da sahibiz. Tavuk 1,5 – 2 saatten önce haşlanmaz, organik denen piliç 20-30 dakikada pişiyorsa zaten tavuk da değildir. Tavuk olması için hayvanın üç ayını tamamlayıp ergenliğe geçmiş olması gerekir. Çok sevindirici ki, benzer dönüş burada da var. Hiç antibiyotiksiz piliç çıkarıldı, 800-900 gram ve en azından bir saatte pişiyor.

“Yumurtanın üzerini kirletip, köy yumurtası diye satan uyanıklar da var.”

Aldığımız yumurtanın, tavuğun, yoğurdun, peynirin sağlıklı olup olmadığını nasıl anlarız?

Yumurtada organik diye etiketlenenler, diğer “kar beyazı” ucuz yumurtalara göre çok daha üstünler. Buna karşılık üzerini kirletip köy yumurtası diye satan uyanıklar da var. Yumurtayı o nedenle mevcut organiklerden, daha iyisi bildiğiniz birinden alacaksınız. Bu tür üretime geçen çok fazla insan var, ama piyasaya giremiyorlar. Mesela bir üreticimiz Trabzon’da günde 1500 yumurta üretiyor, fakat satacak yer bulamıyor, onları organize edeceğiz. Buna karşılık tavukta değerlendirme kriterleri daha açık. Pişme süresi ve suyunun soğutulunca jöleye dönüşecek şekilde donup donmadığına ve elbette kokusuna ve lezzetine bakmanız yeterli. En iyisi kasaptan almak, zira gerçek tavuk üretenler ancak kasaplara verebiliyor, marketlere giremiyorlar.

“Bu coğrafyanın hayvanı koyundur; endüstriyel üretimden muaftır.”

Kısa bir süre önce ülkeye kaçak et de girdi, etlerin şişirildiğini ve renklendirildiğini söylüyorlar. Bir etin sağlıklı olup olmadığını nasıl anlayabiliriz?

Etin sağlıklı olup olmadığını anlamanın elbette kriterleri var, ama genellemeler daha önemli. Bir kere et marketten değil kasaptan alınır, bunu bileceğiz. İkincisi bu coğrafyanın hayvanı koyundur, endüstriyel üretimden muaftır. Elbette bunu tercih edeceğiz. Beyaz etin boyanması meselesi inanılmaz bir hilekârlık, ama kıyma değilse kolay anlaşılır, bizim ülkemizde olması söz konusu değildir. GDO yemlerle yapılan üretim almış başını gitmiş. Eskiden 8 litre süt veren hayvan bu yemlerle 40 litre süt veriyor. İyi de bu nasıl oluyor, alınana hala süt denebilir mi? Benzer üretim değişikliği meyveler için de söz konusu. Meyvenin olgunlaşmasını durduran ilaçlar kullanıyorlar. Gıdadaki bu ciddi değişiklik elbette hastalıkların kapısını açar, çünkü “ne yersek oyuz”.

Bundan birkaç ay önce bir mama ürününde GDO olduğu tespit edildi ve kısa zaman önce de yine çok iyi bildiğimiz bir markanın bebek mamasında GDO olduğunu öğrendik. Bugünden sonra mama kullanımı artık annelerin bir tercihi fakat bu haberler en çok bebeklerine bu firmaların mamalarını yedirmiş anneleri çılgına döndürdü. Çünkü çocukları uzun zamandır bu mamalarla beslendiler.  Mamalarla beslenen çocuklar ne olacak? Mamayı bırakmak arınmak açısından yeterli olacak mı?

Birkaç ay önceki iddiada söz konusu mama firmasıyla görüştüm, bana yurtdışı analizlerini de gönderdiler, GDO saptanmamış. Ancak Bakanlık o kadar ciddi baskı yapar ki, çıkıp analizlerinizi bile ilan edemezsiniz. Buna karşılık bebek mamasında GDO çıktı diye çılgına dönen annelerin tavrını yapmacık buluyorum. Nugget denen piliç macunlarından tutun diğer bütün süt üretimi, GDO yemle yapılmaktadır. Dolayısıyla “ay, mamada nasıl GDO olur” çığlığını atanlar, GDO yemle semirtilen hayvanların etini ve sütünü yedirme aşamasında “ne yapabiliriz ki” diye gevşemekteler. Mamada GDO zaten yoktu, bütün analizler bunu gösterdi, ama piliçlerde ve sütlerde GDO elbette var, asıl bunu düşünmeliler.

Yoğurdunuzu açık sütten alıp mayalamaya mutlaka devam etmelisiniz.”

Evde kendi yoğurdunu mayalayanlar da var ve artıyor da. Anlatılanlara bakılırsa, ineklerin de organik ürünlerle beslenmediğini görüyoruz. Evimize giren sütte de risk var mı? Yoğurdumuzu kendimiz hazırlamaya devam edelim mi? Bir de ev yoğurdunun kanseri önleyen bir gıda olduğu bilgisi doğru bir bilgi midir?

Yoğurdunuzu açık sütten alıp mayalamaya mutlaka devam etmelisiniz. Bu elzem, zira o aşamada sorun hayvanın ne yediğinden çıkıp, endüstrinin yoğurdu bozulmayacak biçimde mumyalamış olmasına geliyor. Piyasa yoğurtları ekşimiyor; bu çok ciddi bir sorun, zira ölü oldukları anlamını taşıyor. Oysa yoğurt, bizi toksik maddelerden, tarım ilacı kalıntılarından koruyan ana mayalanmış ürünümüz. Ekşiyemiyorsa çok ciddi sorun oluşturur, çünkü bütün ayranlar, meyve suları ve konserveler de bu yöntemlerle hazırlanıyor. Dolayısıyla bizim vücudumuza giren koruyucu ya da antioksidan miktarı zaten çok az. Türkiye’de ana mayalanmış gıda girdisini yoğurt oluşturuyor, ama Belçika’ya, Almanya’ya giderseniz durum farklı. O yüzden yoğurdun mutlaka gerçek yoğurt özelliği göstermesi şart. Bütün araştırmalar yoğurdun kansere karşı koruyucu olduğunu gösteriyor.

ev yapımı yoğurt

Vücudun sağlıksız ürünlere alışık olması ve bağışıklık kazanması diye bir şey söz konusu mudur?

Ne yazık ki böyle bir şey söz konusu değil. Burada mesele “toksik maddeye bağışıklık” değil, sürekli bir eksiklikten söz ediyoruz. Bu eksiklik havadan sudan alınamayacağına göre zaman içerisinde kendini mutlaka gösterecektir. Büyük streslerin kanser gibi hastalıkları tetiklemesinin nedeni de budur; rezerviniz azalınca, son kalan da stresle tüketilirse hastalık ortaya çıkar.

 “Alışverişi mümkün olduğunca pazardan yapmak daha güvenli görünüyor.”

Bir röportajınızda bir portakalda 20 çeşit tarım ilacı bulunduğunu söylüyorsunuz. Pazar alışverişlerimiz ve meyve seçimlerimizde neleri dikkate almamız gerekiyor?

İlk dikkat etmemiz gereken şey mevsiminde yemek. Alışverişi de Yoğurt, bizi toksik maddelerden, tarım ilacı kalıntılarından koruyan ana mayalanmış ürünümüz… Bütün araştırmalar yoğurdun kansere karşı koruyucu olduğunu gösteriyor. Portakaldan üç erişkin kişi bir tek dilim yiyerek zehirlendiler. Analize gönderdik, 20 çeşit tarım ilacı, içinde ve kabuğunda çıktı. Alındığı yer ise “biz ürüne verilen suyu bile analiz ettiriyoruz” diye reklam yapan Türkiye’nin en büyük zincir marketlerinden biriydi. Daha iyisi bildiğiniz bir çiftçiyle anlaşıp oradan getirtmek, ama bu ne yazık ki pratik olarak mümkün değil.

Bir beş yıl ya da on yıl sonra organik ürün bulabilir miyiz? Bulamayacağımızı düşünecek olursak, nasıl yaşayacağız?

Organik ürünleri bugün de bulabilirsiniz, ileride daha çok bulacaksınız. Ancak mesele organik olması değil, olabildiğince doğal koşullarında yetiştirilmiş olması. Adam domatesi serada yetiştiriyor, her mevsim yiyoruz, tohumu fidesi farklı, ama organik diye satıyor. Bu ürün organik olsa ne olur olmasa ne olur.

“Meme kanserinde beslenmenin yeri reddedilemez.”

 Meme kanserinin çeşitli nedenleri var ancak beslenme bu kanser çeşidini ne kadar tetikliyor?

Çok değil bir yirmi yıl önce meme kanseri 15 kadında bir görülüyordu ve 60 yaş sonrasının hastalığıydı. Bugün ise 8-10 kadında bir görülüyor ve 25-30 yaşta görülmesi şaşırtıcı olmaktan bile çıktı. Böyle bir değişimi sigara vb. olağan şüphelilerle açıklayamazsınız. Dolayısıyla meme kanserinde beslenmenin yeri reddedilemez. Hangi besinler derseniz, yukarıdakilerin hepsi bir şekilde rol oynuyor olabilir. O nedenle bize düşen genel önlemlerimizi almak.

Kanseri önlemek ya da kanser sonrası bitkilerle (doğal) beslenilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz? Önerebileceğiniz bitkiler olur mu?

Ben bitkilerle yapılan yaklaşımlara işin ehli önermişse inanırım, zira çok başarılı örneklerini gördüm. Ne var ki bu alanı hiç bilmiyorum, hastalara genel tavsiyem öncelikle beslenmelerini doğal kaynaklara çevirmeleri ve tedavi döneminde kollajenden zengin besinleri tercih etmeleri, bunlar da paça, işkembe gibi bağ dokusunda zengin yiyecekler.

“Gıdada yapılan ciddi değişiklik elbette hastalıkların kapısını açar, çünkü  ‘ne yersek oyuz’. “

Ülkemizde en sık rastlanılan ve artan kanser türleri neler?

 Kanserde çok net bir artış var. Çünkü her aileden neredeyse iki kanser vakası var. On beş yıl önceyle karşılaştırdığımızda o dönemden bu döneme olağanüstü bir artış var. Ancak diğer yandan, aslında bütün kanserler artmıyor. Mesela böbrek tümörleri artıyor. Pankreas kanserleri geçen senelerde çok artış gösterdi. Bu yıl özellikle ben safra yolu tümörlerinde bir artış gözlemledim. Dünya geneline bakınca en iyi istatistiki kaydı tutan Amerika’da tiroid, meme, prostat kanserleri, melanomlar, böbrek tümörleri ve Hodgkin dışı lenfomalarda artış var. Türkiye’de de tablo aşağı yukarı böyle. O zaman son yıllarda ne değişti diye bakıyorsunuz, en büyük değişim gıdada görünmekte. Artık pazarlardan alış veriş yapmıyoruz, uzun raf ömrüne sahip market gıdaları tüketiyoruz. GDO yemlerle yapılan üretim almış başını gitmiş. Eskiden 8 litre süt veren hayvan bu yemlerle 40 litre süt veriyor. İyi de bu nasıl oluyor, alınana hala süt denebilir mi? Benzer üretim değişikliği meyveler için de söz konusu. Meyvenin olgunlaşmasını durduran ilaçlar kullanıyorlar. Gıdadaki bu ciddi değişiklik elbette hastalıkların kapısını açar, çünkü “ne yersek oyuz”. 

Kansere yakalanmadan yaşama ihtimalimiz yüzde kaç? Önlem için neler yapmalıyız?

Bu konuda kesin bir rakam söylemek mümkün değil, ama yakalandığınız zaman yüzde 100 olmuş demektir. O nedenle özellikle beslenme konusundaki önlemleri alıp, elimizden geleni yapmış olmalıyız.

Kontrol edilemeyen stres bütün hastalıklar için risk yaratır.

Kanser oluşumunda, beslenmenin yanı sıra psikolojik etkisi de var. Siz bir kanser uzmanısınız ama yine de fikrinizi almak istiyorum. Şehir ortamı ve şartları, ekonomik durum vb sorunlar kanser oranlarının artmasında ne kadar etkin?

Kontrol edilemeyen stres bütün hastalıklar için risk yaratır. Ama bir trafik stresini bile kontrol edemiyorsanız o zaman şehirden taşınmanızı öneririm, çünkü trafik yoğunluğu biz istemesek de şehrin kuralı haline geldi. Kontrol edilemeyen stres ise daha çok bir yakının kaybı ya da ayrılık gibi büyük üzüntülerle ortaya çıkar. İnsan aslında böyle olasılıklara bile psikolojik açıdan antrenmanlı olmalı.

Sizce yeniden yapılanmak ve sağlıklı tarım, hayvancılık, beslenmek ve ürün yetiştirme konusunda yeniden yapılanabilir miyiz? Bunun nasıl zorlukları ya da imkânsızlıkları var, ya da mesela organik tarım ve ürün yetiştiriciliği hala mümkün mü, neler yapmak gerekir?

 Elbette bu mümkün ve bundan sonraki çalışmalarımızı da o yönde gerçekleştireceğiz. Biz seçimlerimizi değiştirdiğimizde arz da artacaktır ve nitekim öyle de oldu. İş, bu tarz doğru üretim yapanların koordine edilmeleri ve pazara bir şekilde girmelerine olanak sağlanması. Organik de mümkün, doğal tarım da ve elbette yerel tohumlar da. Halk bunu istediğinde karşısında hiçbir güç duramaz.

Biz zehirlendik ve risk altındayız. Ya çocuklarımız? Onları nasıl koruyabiliriz? Gelecekte onları neler bekliyor?

Çocukları için yapmamız gereken en önemli şey onları doğal gıdanın tadıyla tanıştırmak ve buna alıştırmak. Büyüme ve gelişme döneminde olduklarından çocukların beslenmesi özellikle önemli, kaliteli gıdaya özellikle ihtiyaçları var. Dahası, gerçek tadı öğrenirlerse bir daha kandırılmaları da çok zor olacaktır.

Önceki İçerikTürk Futbolunun Delikanlı Ağabeyi: Semih Yuvakuran
Sonraki İçerikAcılara İyilikle Dayanmak
Sevilay Acar
Öğrenim Üyesi / Okur- Yazar. En büyük deneyimim çocukluğumda oynadığım oyunlar ve kurduğum hayaller oldu. Her ne yapıyor olursam olayım, iki etken her zaman yolumu belirler: hayaller ve dualar. Çocuk merakı ve heyecanıyla öğrenmeye çalışıyor, okuyor, yazıyorum. Babalardan Babalara adlı bir röportaj kitabım var. Babaların ayak izlerinden oluşan ve hikayeleriyle iç dünyaya yolculuk yaptıran bir kitap olduğunu düşünüyorum. Yolculuğu seviyorum çünkü her şeyin yolda şekillendiğine inanıyorum. Bu yolda en çok da öğrenciyim; kapsayan, içine alan, öğrendikçe çoğalan ve var olan. Karşılaştıklarımı, hissettiklerimi, öğrendiklerimi yazarak paylaşmaya çalışıyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz