Jale Sancak, son kitabı Uyanan Güzel’le geçtiğimiz günlerde 2018 Attila İlhan Roman Ödülü’ne layık görüldü. Kendisi Haldun Taner Öykü Ödülü, Duygu Asena Roman Ödülü gibi ödüllerin de sahibi. Tiyatro oyunları, öyküleri ve romanları ile Türk edebiyatında önemli bir yer edinen Jale Sancak’a son kitabı, yazı serüveni ve edebiyat üzerine sorular sorduk. Samimi üslubuyla verdiği cevaplardan oluşan söyleşimizi keyifle okumanızı dilerim.
Şiirle en çok da öykülerinizle tanınan birisiniz. Uyanan Güzel isimli romanınız ise 2018 Attila İlhan Roman Ödülü’ne layık görüldü. Bu ödülü almak sizin için ne ifade ediyor?
Yapıtlarını çok severek okuduğum, yazdıklarından pek çok şey öğrendiğim ustamız Attila İlhan adına verilen bu ödüle değer bulunan yapıtlardan birinin benim romanım olması, bana onur verdi, kıvanç duyurdu elbette.
Modelist ve tasarımcı olarak tekstil sektöründe bulunuyor olmanızın etkilerini başkahraman Vahide Hanım’da görüyoruz, karakterlerinizi nasıl yaratıyorsunuz?
Karakterlerimi çoğu zaman anlatmak istediğim ana meseleye göre yaratırım. Tümüyle bu ana meselenin yazılabilmesine hizmet edecek kişilik özellikleri, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel durumlar, yaşantılar ve hikâyeler uydururum onlar için. Engellerini ve çatışmalarını ona göre seçerim. Diri, inandırıcı olmaları için de epeyce uğraşırım. Kahramanlarımın çoğu -gerçek hayatta bazı açılardan benzerleri olsa bile ki edebi yapıtların çoğunda böyledir- yapıntı, bir başka deyişle kurmaca karakterlerdir. Bazılarıyla karşılaşmış olsam bile karşılaşmadan öteye gitmez bu; özellikle sokulmam, soru sormam, hikâyelerini öğrenmekten kaçınırım, bilmek istemem. Onlar sadece yolculuk için start verirler bana. Vahide de böyledir. O da diğerleri gibi okura söz etmek istediklerime aracı oldu.
Romanınızda bu topraklarda kadın olmanın zorluklarına değinmişsiniz. Nedir bu zorluklar?
Bu topraklarda öncelikle kadın olmak her açıdan çok zor. Yazan bir kadının karşılaştığı sorunların, diğer kadınların yaşadığı sorunlardan daha farklı olduğunu düşünmüyorum ben. Aynı şeylere, şiddete, baskıya, engellemelere, tacizlere, emek sömürüsüne, dışlanmaya ve daha pek çok belaya başka başka biçimlerde maruz kalınabilir. Kalınıyor da. Kadının yazması bütün bunlardan azade kılmıyor onu. Ya da şöyle diyelim, daha farklı, şık meseleler, açmazlar getirmiyor. Ancak şu olabilir, katmerlenen durum, gündelik hayatta üstlendiğimiz veya bize yüklenen işlere güçlere eklenen, elbette çok istediğimiz için, onca darlığa rağmen bizim eklediğimiz bir uğraşın aldığı zaman, aşırı çabanın yorgunluğu, bazen yakınlarımızdan esirgemek durumunda kaldıklarımız, sonrasında da bunun ve bir başarı getiriyorsa, başarının yarattığı düşmanlık ve çatışma. Kocalar ya da sevgililer böyledir çoğu zaman.
Uyanan Güzel sadece aşk romanı değil aynı zamanda distopik ögeler içeren, katmanlı bir roman. Okuyucularınıza ne mesaj vermek istediniz?
Aşk başlıca kahramanlardan biri olsa da Uyanan Güzel’i bir aşk romanı olarak yazmayı hedeflemedim. Hayatlar anlatılırken aşkın ya da aşksızlığın anlatılmaması mümkün değil bana göre, lâkin ben birbirini doğuran birçok açmazdan, insanlık durumlarından ve yakın geçmişle birlikte bugünün, hatta yarının da meselelerinden söz etmek istedim. Böyle olunca da distopik bir atmosfer kendiliğinden çıktı ortaya. Metalleşmiş bir şehir… Sizin de belirttiğiniz gibi her karakter üzerinden birden fazla katman açmak mümkün oldu. Darbe dönemleri, toplumsal yıkımlar, savaş, baskı, şiddet, doğanın katledilişi, kentsel dönüşüm, insanoğlunun bin yıllar boyunca bütün bunları açgözlülükle, vahşice hazırlayışı… Buna karşılık direniş, dayanışma… Umarım yeterince anlatabilmişimdir. Romanda sizin de bildiğiniz gibi Vahide sadece aşk nedeniyle dönüşmüyor. Onu dönüştüren başka önemli şeyler de var. Sevdiği insanların maruz kaldığı durumlar, içinde bulunduğu toplumsal hayat ve politik koşullar, oralarda görmeye, kavramaya başladığı şeyler…
Yazma serüveniniz nasıl başladı? Her yazarın bu dünyayla bir meselesi vardır derler. Sizin yazar olarak asıl meseleniz ne?
Epeyce erken yaşta karar verdim. Kitap kurdu bir ailenin içine doğunca böyle olabiliyor. Güzelim çocuk kitapları beni fena zehirlemiş, bir başka deyişle özendirmiş, heveslendirmiş olmalı. O karardan sonra da yazmaya başladım. İlk gençlik dönemim şiirle uğraşarak geçti, sonrasında radyofonik oyunlar, senaryo denemeleri, daha sonra da uzun yıllar boyunca yazdığım ve en çok sevdiğim tür olan öyküyle yolculuk. Evet, bu zaman zarfında ben de dert edindiğim meseleleri yazmakla uğraştım. İnsanın yeryüzünde yarattığı kötülükler ve bu kötülüklere gene insanın maruz kalışı, kötülüğün yarattığı düzen, o düzenin yol açtığı sağaltılamaz durumlar.
Yazarlık atölyeleri gerçekleştiriyorsunuz. Sizce yazarlık öğretilebilir bir şey mi? Yazar adaylarına neler tavsiye edersiniz?
Yazarlık atölyede öğretilemez. Ne var ki tüm diğer sanat dalları gibi yazmak da daha doğru bir tanımlamayla söyleyeyim, yazınsal yapıt oluşturmanın temel öğeleri, teknik konular pekâlâ da öğretilebilir, böyle bir katkı verilebilir. Bu da yabana atılacak bir şey değildir. Bu bilgiler öykü ya da roman yazmak isteyenlere kılavuzluk edebilir, yaratıcılığın ortaya çıkmasına, uyuyan düş gücünün uyanmasına yardımcı olabilir ancak yetenek aşılayamaz. Yazar adaylarına geniş bir yelpazede nitelikli, usta işi edebiyat yapıtlarını dikkat kesilerek, derinlemesine inceleyerek, üzerine düşünerek okumalarını öneririm öncelikle. Sonrasında yazmak, yazmak, cesaretle denemek, acele etmeden vazgeçmeyip sürdürmek. Aslolan budur.
Şu an ne üzerinde çalışıyorsunuz?
İğneyle kuyu kazar gibi bir roman yazmaya çalışıyorum. Aklımda ise tek kişilik bir oyun yazma düşüncesi var.
Röportaj: Pınar Örmen