Koçluk çalışmalarımda ya da eğitimlerde zaman zaman duyduğum cümlelerden biridir: “Onu sevmek zorunda değilim. Onu sevmeden de onunla çalışabilirim.”
Açıkçası benim kalben karşı çıktığım bu yaklaşıma beyinle ilgili araştırma sonuçları da karşı çıkıyor.
Şöyle ki, eğer etkileşimde bulunduğumuz kişi kendi grubumuzdan, takımımızdan biri ise daha çok yaklaşmacı bir tavır sergiliyoruz. Bunun sonucu da onların fikirlerine daha açık olabilmeyi, yeni fikirler geliştirebilmeyi getiriyor. Onlarla hedeflerimiz, düşünce ve duygularla olan bağlantımız, oksitosin salınımını tetikliyor. Oksitosin, aşk ve bağlılık hormonu olarak bilinen keyifli hormonlardan biri. Yine takımımızla ortak bir hedefi gerçekleştirdiğimizde ya da bir oyunu sahneleyenler performanslarını sergilediklerinde aynı hormon harekete geçiyor.
Aynı ekipte olmanın önemi eski çağlarda kabilemizden olmayan ve bulunduğumuz yere gelen kişilerin yaratma potansiyeli olan tehlikelerden öğrenilmiş. Bugün bu sistem içimizde bir yerde tetiklenmeye hazır bekliyor. Henüz arkadaş çevremize almadığımız kişilere karşı daha tedirgin ve tetikte oluyoruz.
Kendimizi yabancı bir ortamda bulduğumuzda daha çok gözlemci konumda olduğumuz dakikalar, ortamı anlama ve nereden dahil olacağımızı çözmeyle alakalı. Bu beynin ortama kendini adapte ediş şekli.
Yine araştırmalar gösteriyor ki uzun ve sürdürülebilir mutluluk sosyal ilişkilerimizin kalitesi ve yoğunluğuna bağlı.
Diğer insanları anlamaya çalışırken tehdit duygumuzu ortadan kaldıran ya da aza indirgeyen formüllerden biri de aynı olduğumuz alanları keşfetmek. Aynı yerden gelmek, aynı okula gitmek, aynı ilgileri paylaşmak, aynı deneyimlerden geçmek gibi. Aynılık durumunu yakaladığımızda kendimizi grubun bir parçası olarak görüyoruz.
Hal böyleyken arkadaşlık duygusunu yaratmak, aynılıkları bulacak sohbetlerden geçiyor. Dolayısı ile eğer daha iyi iş ilişkileri, daha mutlu bir yaşam, daha etkili takımlar, daha yaratıcı bir ortam ve işbirliği istiyorsak birbirimizi sevmeliyiz.
Sevgiyle kalın.
BahçeBiz Gelişim Akademisi