Okurlar çevresinde Dirmit karakterini tanımayan azdır diye düşünüyorum. Latife Tekin’in 1983’de basılan efsane kitabı “Sevgili Arsız Ölüm”ün bir karakteridir Dirmit. Tekin’in annesine adadığı kitabın anne karakteri Atiye de romanı alıp götüren en önemli karakterlerden biri olmakla birlikte Dirmit, Atiye’ye baskın çıkmış görünüyor. O yüzden bu yazı Dirmit’den ilhamla yazıldı ey Kuşkuş otu, senin de haberi olsun.
Sevgili Arsız Ölüm
Huvat’tan önce köyde otobüs yok, soba yok, radyo yok! Köyde kıçı başı açık kadın da yok. Köyle şehir arasında bir yolcudur Huvat. Köylüsü, Huvat’ın getirip getirip köyün başına bıraktıklarına, anlattıklarına akıl sır erdiremeyince şu hınzır, “Kepse’yi yakaladı bu herhal,” diye düşünürler. Kepse, lambadaki cin gibi bir şey, talih kuşu; onu yakalayan her isteğini elde edermiş! Huvat da o zaman “Buyurun siz de şehre gelin,” demiş, birkaç köylüsünü şehre götürmüş. “Kendiniz görün madem Kepse mi yakalamışım, şehir mi görmüşüm?” Sonra da şehre giden o köylülerin kimi kaloriferci olmuş, kimi inşaat ustası, boyacı, sıvacı. Hiçbiri de köye dönmemiş sonra, bir Huvat dönesiymiş, bir orada bir burada.
Karısı Atiye pek yaman bir kadın çıkmış. Yufka açmaktan baklava dökmeye, tezek yapmaktan çocuk düşürmeye her işi öğrenmiş! Huvat, köyde particilik peşindeyken bir çocuğunu doğurmuş; Huvat, köyün ismini değiştirmek için koştururken bir çocuk daha doğurmuş; Huvat, yumurta oyununa gönül düşürdüğünde bir kız doğurmuş; Huvat kuşçulukla avunurken başka bir çocuk daha derken üç oğul, iki kız olmuş eteğinde. Onları büyütür, kuzuları tavukları besler, evi ev eder Atiye, yuva eder.
Çocuklar büyüdükçe dertleri de büyümüştür. Atiye her birini ayrı ayrı gözetmiş, Huvat’ı ayrı gözetmiş, hepsinin dertlerine koşmuştur ama Atiye’yi en çok Dirmit dert sahibi etmiştir! Daha anasının karnındayken konuşmaya başlamasıyla Dirmit, Atiye’nin aklını başından almıştır! Karnından gelen sesi duyup dişleri kitlenince Cinci Mehmet’i alır gelirler başına, onun okunmuş şerbetiyle ayılır yeniden. O gün bugün Cinci Mehmet’in de aha şu duvara çizmesiyle Dirmit bu hayatta patlamaya hazır fişek gibi işaretlenmiştir. Cinci Mehmet geberip gittiyse de sesi Atiye’nin kulaklarından çekilmemiştir: “Doğacak çocuk eksik doğmazsa başına bir gelecek var,” deyip, iyi halt etmiş gibi Atiye’yi bu bilgiyle koyup gitmiştir. Atiye, Dirmit’e artık hep o gözle bakmış, nefesini Dirmit’in ensesinden eksik etmemiş, kızına rahat bir nefes aldırmamıştır.
Göç Yolları
Köylü de Dirmit’i uğursuz belleyince, Huvat gidelim madem buralardan deyip göç yollarını onlara açmıştır.
Bakın şimdi, eğlenelim hele, oyalanalım azıcık buralarda, duralım. Bir olayı yorumlamanın farklı farklı yolları, farklı farklı bakış açıları vardır değil mi? Bize söylemesi kolay! Öyle ya da böyle perspektif diye bir kelime duymuşuz, öğrenmişiz. Bize bunu anlatan, açıklamaya çalışan öğretmenlerimiz olmuş: Hadi hoop sıçra Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne filmine. Kendisine şüphe ile yaklaştığımız öğretmenin tahtaya perspektif yazışını gözünün önüne getir mesela. Sonra tekrar Atiye’ye dön.
Dirmit, daha anasının karnında konuşmaya başlamış ya hani; değme köylüye taş çıkaran Atiye’nin kızı konuşmayacaktı anasının karnında da ben mi konuşacaktım yani? Akıllı karının akıllı kızı olur demediler de Cinci Mehmet’in diline düşürdüler. Yok Akkadın yoklar, yok Sarıkız tokmaklar!
Hadi anladık tamam, doğa tekinsiz, musallat olanı var olur olmadık. Şefkat dedin Akkadın’ı bildin, kıskançlık dedin Sarıkız’ı belledin de her bir şeyciğin ruhunu elleyen Dirmit’i mi bilemedin?
Ah Atiye, ah Atiye, ne vardı bu kadar elin ağzına bakacak?
Neyse gene de akıllı kadınmış Atiye, Huvat hoşafçısının eline bırakmadı çocuklarını!
Azrail’e bile kafa tuttu!
Ama çok hırpalandılar büyük şehirde. Her biri ayrı ayrı masumiyetleriyle sınandı. Çaresizlik nedir İstanbul öğretti! Yokuş aşağı freni boşalmış kamyon gibi giderlerken ite kopuğa da takıldı ayakları, tacizci, üç kağıtçı, namussuza da! Kâh dinini, imanını, mahremini yazık etmiş cemaatçiye dolandı ayakları, kâh belinde silahıyla sağa sola çamur sıçratana. Sarıkız, Kişner Oğlan halt etmiş bu iki ayaklı cinlerin yanında! Ama suç sende değilse de suçun çoğu da sen de be canım kardeşim! Bayraktar öğretmene ne oldu? Ne olduysa oldu hadi ona, öbürü de edepsiz çıktı dedin, aşkı da horladın, ya kapı kapı gezip de çocukları öğretmeye kalkana ne ettiniz? Onu en güzel Dirmit dedi işte çünkü anasına inandı da komünisti uçak sandıydı ya hani sonra ne oldu; “Nereden gelip nereye gittiği, gökte nasıl durduğu, onca gürültüyü nereden çıkardığı bilinmez uçağın komünist, komünistin öğretmen olduğunu düşüne düşüne içinde gittikçe büyüyen bir merakla gezindiği yetmiyormuş gibi bu defa uçağın damat, damadında komünist olduğunu duyunca, işin içinden çıkması imkânsız hale geldi. Sonunda komünistin de uçağın da cin olduğuna karar verdi.”
Bak boşuna değil, o öğretmenlerin ahını İstanbul’da protestoda bağıra bağıra sesledi: “Şiirlerimi çaldılar! Şiirlerimi çaldılar!”
Sahi birileri şiirlerimizi çaldı, farkında mısınız?
Halit, aynanın karşısına geçti, boyum var posum var, niye ben de mühendis olamıyorum dedi; biz niye aha şu şehirliler gibi olamadık dediler! Köyde hiç böyle dertleri yoktu. Açlık, çaresizlik, kadını kızı emekçi etti.
İstanbul öyle bir İstanbul ki Dirmit çatısından keşfetti şehri: Sana dün gece bir çatıdan baktım Aziz İstanbul, korkusunu kelimelere bağladı, söz yaptı; sözcükleri bağladı birbirine kuş etti duyguları, söz yaşlar akıttı sabahın göğüne: “Aklım uçsun, şiirlerim uçmasın,” dedi Atiye’nin kızı Dirmit.
Düşçünün kızı düşçü olur. Atiye habire rüyaya yatardı gece, Dirmit’de gündüz düşçüsü oldu. Düşlerini kaybedenler, başkalarının düşlerini yaşarmış derler. Dirmit bunu erkenden bildi ve kendi düşlerini yaşamak istedi. Adından da belli değil mi? Dirmit, yaşamla ilgili bir şey var onda, susmasana Kuşkuş otu, dirimsel bir şey, çok yaşamalı, yaşaması çok biri bu Dirmit!