Film Tavsiyesi: Düğün Konuşması (Le Discours/The Speech, 2020)

 “Sessizliği kulakları sağır eder.”

Çocukken hastalanıp okula gitmediğimiz zamanlarda en yaygın rahatsızlıklar boğaz ağrısı, farenjit, bademcik problemleri ve benzeriydi. Belki de hepimiz –uslu çocuk– olmak için elimizden geleni yaptık. Belki ebeveynlerimiz de bize gerçekleri doğrudan söylemek yerine koruma kalkanı yarattıkları fanusta bizim hoşumuza gidenleri söyledi. Öte yandan bizleri sert ve otoriter bir tavırla da korumuş olabilirler. Hangisi olursa olsun, genellikle söylememiz gerekenleri boğazımızın belli yerlerinde biriktirdik.

1960’lı veya 1970’li yıllarda doğan kuşağın en büyük dertlerinden biri ifade problemiydi. Topluluk önünde konuşmakta zorlanan, kibarlıktan ölen, çoğu zaman susan ve sessizlikle ödüllendirilen bir kuşak… İçinden geleni söylemekten çekinmenin diğer bir yan ürünü de sevgimizi de gösterememekti. Sessizlik görünmez bir perde uzaklaştırıyordu insanları. Aile ilişkilerinden ümidini kaybedenlerimiz kurtuluşu arkadaş ve sevgili ilişkilerinde arıyordu belki ancak hayat bize kendi ailemizde yaşadıklarımızı yansıtıyordu sanki. Ailemizdeki bireylere benzemek, onlara benzer insanları hayatımıza çekmek, onların ilişkilerini görmek sıradandı hepimiz için.

Düğün Konuşması filmi, dört kişilik bir ailenin oğlu olan Adrien’ın hikayesini konu alıyor. Sevgilisi ile yaşadığı geçici ayrılık sırasında ablasının düğününde ondan istenen konuşma onu germeye başlar. Ne anlatacaktır? Gerçekleri mi? Şakalar mı? Yoksa sıkıcı bir konuşma mı? Her şeyi berbat etmekten korkmaktadır.

Bir yandan konuşmasını düşünürken, bir yandan kız arkadaşından gelmeyen mesaja üzülmektedir. Anne, babası, ablası ve damat adayı ile yedikleri akşam yemeği her bireyin taktıkları maskeleri, oynadıkları tatlı oyunları gözler önüne seriyordu. Bir zamanlar aralarının iyi olduğunu düşündüğü kardeşi ile neden uzaklaştıklarını hatırlamaya çalışır. Tüm bunları hafızasının belli belirsiz yapraklarında gezinirken artık konuşması hazırdır…

“Ona sarılıp, onu rahatlatmak istiyorum ama yapmıyorum. Artık çok geç. Nasıl sevgi göstereceğimizi unuttuk.”

 Deniz Öztaş

Önceki İçerikKitap En İyi Hediye mi?
Sonraki İçerikRöportaj: Radyocu Geveze ile Hayata Dair
Deniz Öztaş
TED Ankara Koleji, ODTÜ Makine ve ODTÜ İşletme Yüksek Lisansı ile 18 senelik eğitim hayatında öğrendiklerini 2006 sonrasında unutma sürecine girip, yeniden öğrenmeyi seçti, yeniden bir yolculuğa başladı. Bir nefeslik mola verilen durakta kendini öğrendiklerini uygulama ve paylaşmak amacıyla araştırmaya ve yazmaya başladı… Önce insanoğlunun hayatında önemli bir yeri olan bilinçaltını inceledi. Daha sonra bireylerin de ötesinde onları derinden yönlendiren kolektif bilinçaltına merak sardı… 2014 yılında Bilgi Üniversitesi İşletme Fakültesinde Öğretim Görevlisi olarak dersi vermeye başladı. 2011 yılında tanıştığı Psikolog Bert Hellinger’in çalışması Aile ve Organizasyon Sistemi Terapisi konusunda eğitimleri Svagito Liebermeister ve Ralph Willmann‘dan aldı. Hem şirketlere hem de bireylere uygulanabilen Aile ve Organizasyon Sisteminin Uygulayıcısı olarak çalışmaya devam ediyor. Yasemin Sungur ile tanıştığı 2010 yılından beri ondan aldığı ilhamla MARTIDAŞ Öztaş olarak yazılarını paylaşmaya devam ediyor. Gezmeyi, kitap okumayı ve film seyretmeyi çok seviyor.