Fas’ın Üç Rengi

dav

Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?

Cevap veriyorum, “d” şıkkı, yani hiçbiri. Çünkü bence bilmek değil asıl mesele, deneyimlemek. Hele ki bilginin bolca fışkırdığı bu çağda hiç değil. Belki çağlar öncesinde bilgi kaynakları kıtken, bilgiye ulaşmak zorken yukarıdaki soru bir anlam ifade ediyordu.

Sanmayın sakın “bilgi”yi küçümserim, asıl şunu demek isterim, günümüz dünyasında her alanda deneyimlemek az biraz öne çıkıyor gibi. Çünkü okumak sınırlı bir deneyim sunar insana, okuduğu kadarını bilebilir ve alabilir hazinesine. Oysa deneyim insanın hücrelerine kadar işler.

Misal, okursunuz, Akdeniz bölgesi çevresinde egemen iklimin Akdeniz olduğunu öğrenirsiniz, ancak deneyimle her bölgede yaşanan Akdeniz ikliminin birbirinden ince nüanslarla ayrılan farklarını keşfedersiniz. “Burada hava bizim Akdeniz iklimine göre daha değişken, daha nemli, daha yağmurlu, vs…” dersiniz.

Yine, bir şehrin kokusunu ancak gezerken alırsınız; yemekler tatmadan bilinmez, zira evrende her şey bir gözlemciyi bekler, her şey kendi varlığını onurlandıran bir çift göze, bir çift kulağa ihtiyaç duyar. Buna kentler dahil.  

Üç Renk Üçlemesi

1990’lı yıllara damgasını vurmuş bir yönetmendi Kieslowski, duyarlı ve gözlemci. İnsan ruhu ve kader hakkında görüş beyan eden filmlerden oluşan Üç Renk Üçlemesi (Three Colors Trilogy), Fransız bayrağındaki renkleri temsil eder: Mavi, beyaz, kırmızı. Yıllar önce Beyoğlu’nda heves ve merakla izlemiştim tüm seriyi.

Ağırlıkla Fransızca ve Arapça konuşulan Fas’ın turistik özellikleriyle öne çıkan üç kentinin renklerinin Fransız bayrağıyla aynı renkte olması ne tesadüf! Dünyada maviyi en çok seven şehir Şavşavan, en güzel keşmekeş kızıl Marakeş, orjinal adı İspanyolca “casa bianca” olup “beyaz ev” manasına gelen Kasablanka.

Ne yalan söyleyeyim, Şavşavan’a gitmek nasip olmadı, diğer iki kentin tadı ise hâlâ damağımda…

Kırmızı Marakeş

Toprağından dolayı kızıl renkte, baştan sona yürüyerek gezebileceğiniz düzlükte egzotik bir şehir düşünün, işte orası Marakeş. Şehirde Yves Saint Laurent’nin ölümünden sonra müzeye dönüştürülmüş evini, yine müzenin içinde bulunduğu Majorelle bahçelerini ve yılan oynatıcıları, falcılarıyla tam bir şenlik alanı tadındaki pazar alanını gezebilirsiniz. Hoş bütün şehir bir bahçe ve panayır havasında.

Beyaz Kasablanka

Beyaz kent Kasabalanka karasal iklimin görüldüğü Marakeş’in tersine, deniz kenarında olması dolayısıyla Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü bir kent. Deniz şehre ayrı bir ferahlık ve güzellik katarken, binaların katlarının yükselmesi pek hoş değil. Yine de ara sıra panjurlu eski tarz binaların orijinalliğine dokunulmamış. Ne diyelim, darısı başımıza.

Son Olarak…

Benim için Fas mutfağı, kahvaltıda içtikleri inanılmaz lezzetteki nane çayları, çok besleyici ve katı birer yumurta eşliğinde servis edilen çorbaları, küçük su bardaklarında içilen kendilerine has sütlü kahveleriyle aklımda yer etmiş bulunuyor. Bir de tipik hasır iskemleleriyle Paris’i anımsatan kafeleri. Her zaman için kafede oturup gelen geçen insanları gözlemlemek benim için ayrı bir keyif olmuştur.

Eskiden olsa çok üzülürdüm; ta 5,425 km uç, kendini bir okyanusun içindeki hissedeceğin mavi şehir Şavşavan’ı görmeden gel. Ama artık biliyorum bir gezgin için her şey o anın içindeki sonsuzluk kadar kalıcı olmasına rağmen, zaman çizelgesinde bir o kadar da geçici.

Ne demiş Herman Hesse* “Gezginde tüm hazların en hası, en incesi vardır, zira sevinci tadarken geçici olduğunu da bilir. Her çeşmeden içememesi umrunda değildir onun, bolluğa alışkındır zaten; kaybettiklerinin peşinden uzun uzun bakmaz, sevdiği her yere kök salmayı da arzulamaz.”

Aynen öyle, niyet edelim gerisini akışa teslim edelim, olan olsun, olmayan zaten olmamış işte!

Şeyda Bodur

* Herman Hesse’in “Ağaçlar” adlı kitabından

Önceki İçerikAdana ÇEAŞ Anadolu Lisesi Erkek Kürek Takımı Türkiye Şampiyonu Oldu
Sonraki İçerikKadınların Nafaka Hakkına Dokunmayın!
Kendini anlatmak dünyanın en zor şeylerinden biri bence. Sürekli değişip dönüşürken, yaşam biteviye bizi şekillendirirken, sahi ben kimim? Değişmezlerim var mı, varsa neler? Dilerseniz beni yazılarımdan sizler tanıyın. Yine de beni heyecanlandıran kavramlar ortaya bırakayım, birer ipucu niteliğinde; Akdeniz, çiçekler, iletişim-İkizler burcu, Boğaziçi üniversitesi, kız kardeş, hak-miras, nezaket, ilk yaz, disiplin-aylaklık, Türk kahvesi, demli çay-simit, kiraz-karpuz, keyif, keşif, denge, dönüşüm, mistik, holistik, seyahat, sahici paylaşımlar, samimi sohbetler... Burada sadece yazmaktan ve okumaktan bahsetmek istiyorum. Neden mi yazıyorum? Biliyorum bencilce olacak, herşeyden önce bana iyi geliyor. Düşüncelerim netleşiyor, duygularım alan buluyor, sakinleşiyorum, sadeleşiyorum, “O”lanla hizalanıyorum, kendimi ifade ediyorum, üretiyorum, yaratıyorum, yüreğimi ortaya koyuyorum, yaşama katılıyorum, meydan okuyorum, “ben de varım” diyorum, belki ortaklık arıyorum ve daha nicesi...Satırlara sığmaz. Neden mi okuyorum? Sözü bir Usta’ya bırakmak istiyorum izninizle, ne bir kelime eksik ne bir kelime fazla... “Bütün iyi kitapların sonunda, bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda, meltemi senden esen, soluğu sende olan, yeni bir başlangıç vardır…” Edip Cansever