İnsan ilişkileri, derya deniz bir mevzu. Araştırması, gözlemlemesi, ifadesi, içinde olması tek bir duygu ve halden geçmiyor. İnsan denen muammayı çözebilen var mı acaba? Uğraşanı çoktur, belki anlamaya yaklaşanı da ama çözebileni zor gibi… Bu seferki konumuz, mühim insan ilişkilerinin başında gelen evlilik… Konuya bakılacak birkaç penceremiz var. Ben, biraz psikoloji, daha çok kültürel ve toplumsal yapı pencerelerinden bakmaya çalışacağım.
Biliriz ki, kendilik bilincimizi, ilişkileri, aşk ve evlilik de buna dahil, hayatın tüm dinamiklerini ilk öğrendiğimiz yer doğduğumuz aile ve toplumdur. Çocukken yaşadığımız ya da yaşayamadığımız her şey, ebeveyn ve çevreyi izlerken kaydettiklerimiz bizde kök inançlar oluşturur. Yetişkin olduğumuzda yaptığımız seçimlerde hep bunların olumlu, olumsuz izlerine rastlarız. Çoğumuz farkında olmayız. Bazılarımız, bir sebep ve zamanda keşfeder, yararsız olanları sürdürmemeyi tercih edebilir. İlk aşk, flörtler, seçimi yapılmış eş de bu izlerden nasibini almışlardır.
Bilinç dışı ve bilinçli kayıtlarımız, kararlarımız, aktarımlar ile zihnimiz, duygu dünyamızın yansıması ile birleşen kalbimizle romantik ilişkiler kurarız. Eros da yardım eder tabi 😊 İlişki başlarında fiziken hormonlar, zihnen duygu ve düşünceler çok canlı ve üst seviyede olduğundan her şey çok güzel, uyumlu, sorunsuz başlar. O, midedeki kelebekler, küt küt çarpan yürekler, kavuşmaya duyulan ihtiyaç ve arzu aşikardır. Büyüklerimizin ifadesiyle ‘aşkın kör ettiği’ gözlere pembe gözlükler de takılır. Buna ek, günümüzde maalesef bu kararları güzelce alamayan, hala zoraki evlilikler yaptırılan, duygusuz, sadece mantıkla karar verilmiş evliliklere de bazen rastlayabiliyoruz.
Evlilik, onu tercih eden çiftlerin üreme, soy devamı güdüsünün varlığı ile mevcut ilişkisine güvenli bir çerçeve çiziyor. İnanç, hukuk, ahlaki, sosyal alanlar da kadın, erkek ve olacak olan çocukların haklarını içeren, koruyan bir çerçeve oluyor bu. Güven zemini oluşturuyor. Evliliğin ilanı her kültüre, aileye ve bireysel isteğe göre farklılık gösteriyor. Törenler, kutlamalar gibi. Bizim kültürümüzde bu başlangıçlar çok önemseniyor. Sadece çiftlerin değil ailelerin de çok işin içinde olduğu süreç oluyor. Bazen sıkıntılar da buralarda baş gösterebiliyor.
Duyduğum zaman şaşırıp, üzerine çok düşündüğüm bir söz vardı. Bir Klinik Psikolog, evlilikle ilgili psikanaliz bağlamında yer alan şu cümleleri aktarmıştı:
“Bir evlilikte evde ve yatakta iki kişi bulunmaz. Altı kişi bulunur. Erkek, annesi, babası, kadın, annesi, babası.” (Buraya bizim toplumumuzda kardeşler, onların eşleri de dahil edilebilir bence)
Burada fiziki anlamın ötesinde anlamlar aramalıyız. Ebeveynlerden ayrışmamış yani onların devamı olan, aktarımları, döngüleri barındıran, bireyselleşemeden, düşünce ve duygu olarak annemize, babamıza yapışıklık hali yaşadığımız hayatlarımız ile evlilikte nasıl “Biz” olabiliriz? “Ben- Sen” olamamışken… Öyle bir evlilik ne kadar gerçek benliğimize ait olabilir? Biz hayatı paylaşmak için bir eş mi arıyoruz, annemiz ve babamızdan tüm beklentilerimize rağmen gelmeyen bazı şeyleri alabilmeyi istediğimiz, yalnızlık korkumuzu giderecek bir nesne mi? Hayallerimiz, birbirimizden beklentimiz, evlilik kurumundan anladığımız, sorumluluk bilincimiz, önceliklendirme kabiliyetimiz uyumlu ve dengede mi? Bekarlık hayatımıza vedaya, yeni bir kimlik ve role merhabaya hazır mıyız? Bu, derin soruları keşke evlilik kararı almadan evvel sorabilsek kendimize ve tabii yanıtlayabilsek. Eminim birçok evlilik belki de hiç yapılmaz, yapılanlarsa daha sağlıklı ve sağlam olurdu. Evet, bunun matematiği, hesabı kitabı mı olur diyenler olacaktır. Yoktur. Olmadığı için yine psikoloji alanı bize der ki;
Travmalarımızın uyumlu olduğu, en iyi bildiğimizi bize verecek olanı seçeriz. Buradan bakınca sevimsiz gibi gelse de bu çok insani bir seçim ve ihtiyaç. Aşk, tüm hoşluk ve sancılarına rağmen insanın vazgeçmeyi başarabildiği bir duygu değil. Şehvet, insan için ihtiyaç. Bunların ötesine geçebilmek, sevebilmek ama bunu güzelce yapabilmek, saygı ve merhametle birleştirebilmek ise meziyet. Yapabilen az, artması temennisiyle.
Bizim toplumuzda, her kültürde ortak bir konumuz var. Kadınların evlilik müessesesi içindeki ağır sorumlulukları. İlk insanlarda olan iş bölümüyle şu tarihtekini bir tutan bir kafa yapısı hâkim ne yazık ki hala. Kadın çalışsın çalışmasın daha çok emekle yuvada var oluyor. Bu hal kutsallaştırılmaya çalışılıyor tabii… Oysa işimize gelince müşterek olan hayat, yaşam içinde öyle olmayabiliyor çok kez. Cinsiyetçi kalıplar, erkeği sadece eve para getirme ile sorumlu tutarken, kadın ister ev kadını ister çalışan kadın olsun birçok şeyi erkeğe göre daha çok yapmak zorunda bırakıyor. Eşe yardımcı olana da övgü şelalesi yapılıyor. Oysa o destek zaten olması gereken, lütuf değil ki.
Kendimce yaptığım naçizane gözlemler ve kendi tecrübelerimle fark ettiklerimi maddeler halinde sizinle paylaşmak isterim. Hadi, birlikte bakalım evliliklerde ilk anda göze çarpan anlaşmazlık ve çatışma halleri nelermiş?
– Flört ile evliliği bir tutmak. O etkili, hoş hislerin çabasız, hep sürmesini beklemek. Bu süreci uzatan karşılıklı özen, emektir ama buna rağmen azalmalar, bitişler yaşanabilir. Tam da o anda ilişki ve duygular hangi davranışlarla nereye neye evriliyor, burası mühim oluyor. Sevgi ve saygı hatta saygı sevgiden de evvel gelmelidir ki hırpalamasın, yıkıcı olmasın. Sarsın, onarsın, sürsün.
– Çatışmayı, farklılıkları dünyanın sonu sanarak çok normal olan şeyi mutlak bir kavga ortamına taşımak. İkisi arasındaki farkı bilmemek. Hep uyumlu olunan bir ilişki iki kişilik midir? Orada eksilen biri yok mudur?
– Konuşarak ve dinleyerek iletişim kurmayı becerememek.
– Kendimizin ve eşimizin özgürce ifade etme hakkını teslim edememek.
– Duygusal manipülasyon, psikolojik şiddete meyilli olmak.
– Fiziksel şiddet
– Kök aile ve sosyal çevre, iş ile çekirdek ailenin arasındaki önceliklendirme konusunda hatalı olmak.
– Rol karmaşası yaşamak. Eşe annelik, babalık, evlatlık yapmak.
– Her şeyi kişisel algılamak veya üzerimize hiç sorumluluk almamak.
– Zihin okumak ve zihnimizin okunmasını beklemek. Açık iletişim kuramamak, taleplerimizi anlatamamak veya bunu sormamak. Küsme, gücenme, kapris, suçlama, güç savaşı, kontrolcülük gibi patolojik davranışlarda bulunmak.
– Çiftin bireysel alanlar yaratmaması, bu ihtiyaca saygı göstermemesi
– Güven zeminin zedelenmesi, yok olması (aldatmak)
– Varsa çocuk-çocuklar konusunda çok ayrı fikirlerde olup, yaklaşımlarda bulunmak, ortak kararalar alamamak.
Liste uzayabilir. İlk anda aklıma gelenler bunlardı. Güzel duygular eşliğinde, sağlıklı, doyumlu bir ilişki için kadının ve erkeğin yapması ve kaçınması gereken şeyler olduğunu biliriz. Bunları tam bir gönüllülük ile yaparsak etkisi olur. Bazen biri ya da ikisi bunlar için çabalamak istemez, bir veya birkaç sebepten artık evliliği sürdürmek istemeyebilir, duygular öyle ya da böyle tükenebilir, hayat akarken değişim de kaçınılmazdır. Bu değişimler arada makas açabilir, tek taraflı veya karşılıklı bitiş istenebilir. Tam da burası en az evliliğe başlangıç kadar önemlidir. Bizler güzel vedaları pek becerebilen bir topluma ait değiliz maalesef. Evlenmemek veya evlenip boşamak başarısızlık olarak etiketlendirilmiş ne yazık ki. Kadınlarımızın çoğu özellikle ekonomik özgürlüğü olmadığı için, toplum baskısı veya yargılar sebebiyle boşanmayı istese de gerçekleştiremiyor. Eski zaman evliliklerinin güzellikleri de vardı çilesi de. Bunu romantikleştirilip bugün de çilelere, sorunlara tahammül sınırı aynı öyle olsun isteniyor. Çift bu süreçte kendini, birbirini ve ne yazık ki varsa eğer evladı, evlatları çok yıpratabiliyor. Çok anlamsız ve yok yere… İyi örneklere ek olarak mutsuz bireyler, mutsuz evlilikler, mutsuzluğu izleye izleye büyüyen nice çocuğun olduğu bir toplum oluyoruz.
Son olarak gündemden bir söz ile bitireyim. Öyle yapın denmiyor, öyle olması gerekirse olması güzel olan bu demek istiyor sözü söyleyen her kim ise. Kimse boşanmak için evlenmez elbette ama bu gerekirse diye söylenmiş o anlamlı söz şöyle:
“Boşanabileceğiniz insanla evlenin.”
Değerli uzmanlarımız da derler ki:
“Evlenmek, evlenmemek, evliliği sürdürmek, evliliği bitirmek, ebeveyn olmak, ebeveyn olmayı istememek, hepsi normal.”
Bunu sık sık tekrarlayıp, anlayalım.
Okuduğunuz için çok teşekkürler. Tekrar buluşuncaya kadar hep sağlıkla, mutlu ve ferahlıkla kalın.
Sevgilerimle
Gaye Elmas Ünver